HABER MERKEZİ – Zozan Simayla Söyleşi.
-Bilindiği üzere Önder APO’nun jin jiyan azadi felsefesi evrenselleşti ve kadın mücadelesi açısından büyük serhildanlara öncülük etti. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü çerçevesinde jin jiyan azadi felsefesi ile direnen kadınlar için neler söylemek istersiniz?
ZOZAN SİMA: Kadına yönelik şiddetin kaynağını doğru tanımlamak önemli diye düşünüyorum. Uzun yıllar boyunca şiddetin sebebinin cehalet, din, geri kültürel gelenekler olduğu düşünüldü. Şiddet kimi zaman psikolojik, bireysel vakalar olarak ele alındı ya da öyle yansıtılmak istendi. Kadın hareketleri öncelikle bu yaklaşımla mücadele ettiler. Çünkü kadına şiddet uygulamayı kendinde hak gören erkekler, bunun için yargılama, ceza alma ya da kınanmayacağını biliyor. Onları koruyan gelenekler, din, hukuk ve devlet var. Bu sistemin tarihsel bir zemini, ideolojik boyutları, siyasal, hukuksal, ekonomik dayanakları var. Bu nedenle kadın hareketleri şiddetin politik olduğunu ortaya koydular. ‘Kadın cinayetleri politiktir’ söylemi ve ‘femisid’ yani kadın kırımı tanımlanması mücadeleyi daha etkili hale getirdi. Bu çok önemliydi ama yeterli değildi. Bir noktadan sonra kadına yönelik şiddete karşı mücadele protesto ve devletin şiddet uygulayan erkekleri cezalandırması talebi ile sınırlanmış oldu. Dikkat çekmemiz gereken gerçeklik şudur ki, kadına yönelik şiddet politik olduğu kadar ideolojiktir, güncel bir gerçeklik olduğu kadar tarihseldir. ‘Jin Jiyan Azadi’ felsefesi tam da bu noktada kadın kırımı karşısında kadın özgürlüğüne dayalı yaşamın inşası anlamına geliyor. Rêber APO buna ‘sihirli formül’ dedi. Siyasal, ekonomik, kültür-sanat, hukuki her alanda kadın özgürlüğüne dayalı yaşam ve ilişkileri inşa edebilirsek, kadınları her konuda özsavunmalı kılabilirsek şiddeti önleyebiliriz. Diğer yandan bu sadece kadınlarla sınırlı olmamalıdır. Toplumsal bir mücadeleye dönüşmelidir. Bu nedenle Jin Jiyan Azadi felsefesi özgürlük arayışındaki erkeği de kapsamayı, erkeği dönüştürmeyi, şiddeti kendinde hak gören erkeği sınırlamayı içeren geniş bir perspektifle ele alınmalıdır.
-Dünyada ve özelde Kürdistan’da kadına yönelik sürdürülen şiddet ve kırım politikaları hız kaybetmeden devam etmektedir. Bu politikaların amacı nedir ve buna karşın direnen kadınlara örgütlenme ve mücadele etme noktasında neler söyleyebilirsiniz?
ZOZAN SİMA: Kadına yönelik şiddet küresel bir karaktere sahip olmakla birlikte her bölgede, ülkede farklılaşan boyutları da var. Dünyada giderek yükselen faşizan, otoriter yönetimler aynı zamanda en yoğunlaşmış erkek egemen kültürü temsil ediyorlar. Dolayısıyla zaten zemini güçlü olan şiddet daha da artıyor. Tüm dünyayı tehdit eden, hiçbir yasa, kural, ahlak tanımadan katliam yapan siyasi liderler, evde çocuklara ve kadınlara her türlü hakareti yapan erkeğe model oluyor. Her ikisi birbirini besliyor da diyebiliriz. Bu gün dünyayı yöneten liderlerin bir kısmının taciz, tecavüz vakalarından yargılanmış olduklarını, suçlarını biliyoruz. Dünyayı böylesi adamlar yönetirken elbette toplumda erkek egemenliği ve kadına yönelik şiddet de yükselir. Kürdistan gibi direnen ve sömürge konumundaki bölgeler için ise devletlerin kadına yönelik şiddette özel politikalar uygulama durumları vardır. Çeteler, kontra güçler özel olarak kullanılmakta. Polis, istihbarat, DAİŞ artığı çeteler Kürdistan’da bu konuda özel çalışmaktadırlar. İpek Er olayını düşünelim devlet katilin yargılanmasına dahi izin vermedi. Narin Güran olayında devletin aile ile işbirliği var. Yatılı okullarda, yurtlarda genç kadınlara özel politikalar yıllardır uygulanmakta. En son Rojin Kabaiş’in öldürülmesi olayında rektör, adli tıp, polis tam bir işbirliği halinde cinayeti örtbas etmek istiyorlar. Genç kadınları kendi değerlerinden uzaklaştırmak için fuhuş ve uyuşturucu çeteleri devlet denetiminde faaliyet yürütüyorlar. Dinci-selefi örgütlerin faaliyetlerinin geliştirilmesi hepsi kadına yönelik şiddet kapsamında devlet planlaması kapsamında yapılıyor. Yani şiddetin daha yaygınlaşması için özel bir çalışma yapılıyor. Sanatedebiyat bunun için kullanılıyor. Dizi filmlerinde mafya lideri erkek tiplemesini özendiriyorlar. Bu nasıl bir tiptir ne istese yapacak, hiçbir hukuki-ahlaki kuralı tanımayacak. Etrafında ona hayran kullanabileceği kadınlar olacak. Bu erkeklerin hayali haline getiriliyor. Biliyoruz ki mafyalar dünyada hep devletlerin en kirli işlerini yaparlar, bunun karşılığında da sınırsız yetki, para ve kadını mülkleştirme hakkına sahip olurlar. Şimdi Kürdistan’da bunlar yaygınlaştırılıyor. Kürdistan toplumunun bu konularda bir savaşla karşı karşıya olduğunun bilinci ile hareket etmesi, bu özel savaşın etkilerine karşı kendini örgütlü kılması hayatidir. Kürdistan’da hiçbirşey normal değildir, her ölümün, şiddetin her türünün mutlaka politik bir boyutu olduğunu hiç unutmamalıyız.
-Kürdistan Özgürlük Hareketi, kadın devrimine öncülük etmiş ve binlerce kadın gerillayı şehit vererek büyük değerler yaratmıştır. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin yarattığı kadın özgürlük düzeyi açısından neler söyleyebilirsiniz?
ZOZAN SİMA: Rêber APO çok erkenden Kürdistan devriminin bir kadın devrimi karakterinde gelişmesi gerektiği tespitini yaptı. Öyle olması için de hem kuramsal-teorik hem de örgütlenme sistemini oluşturdu. Kadın sorununu devrimden sonraya erteleyen değil, en öncelikli sorun olarak ele aldı. Sosyalizm tanımını bunun üzerine yaptı; bir erkek için sosyalist olmanın ölçüsünü kadın ile nasıl ilişki kurduğu üzerinden tanımladı. Demokratik siyaseti kadın özgürlüğüne dayandırdı. Ekonominin kadın işi olduğunu söyledi. Kadınların ben benim demesini etik yaklaşımın temeline oturttu, kadına şekil verilmesini ahlaksızlık olarak tanımladı. Kadın ordulaşması, kadın partileşmesi, kadına dayalı toplumsal sistem, jineoloji ile kadının kendi bilimini ve düşünce gücünü geliştirmesi Kürdistan özgürlük hareketinin kadın devrimini somutlaştırması adımlarıydı. Bunlar sadece Kürdistan’lı kadınlar için değil, Ortadoğu’lu ve dünyadaki tüm kadınların kazanımlarıdır. Şimdi dünyanın her yerinden kadınlar yaratılan bu değerlerden ilham alıyor, örnek alıyor, kendi mücadelelerini bu deneyimin dersleri ile güçlendirmek istiyorlar. Birçok kadın hareketi bizlere şunu söylüyor ‘bunları nasıl yapabildiğinizi bize de öğretin’. Kadın özgürlük hareketlerinin başarıya ulaşmasında bu deneyimden daha güçlü faydalanması çok önemli. Çünkü Kürdistan özgürlük hareketi kadın militanlaşmasında çok yüksek bir düzey ortaya çıkardı. Eşit temsiliyet ve eşbaşkanlık kadınlara politik alanda söz söyleme, karar süreçlerine kadınların talepleri ile katılımını sağladı. Şiddetin ve savaşın bu kadar yükseldiği bir zeminde özsavunmada kazanılan deneyim, onun örgütlenmesine sahip olabilmek de dünya kadınları adına kazanımlardır. Şimdi yapılması gereken bu birikimi daha fazla toplumsallaştırmaktır. 21. Yüzyılın gerçekten de kadın devriminin yüzyılı yapabilmek için öncülük rolünün farkında olmak, bu deneyimi en yaratıcı biçimde toplumsallaştırmak ve tüm dünya kadınlarına taşıyacak araç, yöntem, söylem ve örgütlenmeleri geliştirmemiz gerekmektedir.
-Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nde her anlamıyla tarihi gelişmelere tanıklık ediyoruz. Bu süreçte en büyük öncülüğü yine kadınlar yapmakta. Hem bu tarihi süreci ele aldığımızda çıkarılacak dersler hem de önümüzdeki süreçte kadınların üstleneceği roller ve görevler hakkında neler belirtebilirsiniz?
ZOZAN SİMA: Nasıl ki Rêber APO kadın özgürlüğünü ‘en destansı çalışmam’ diye tanımlayarak, ona göre kuram, eylem ve örgüt geliştiriyorsa kadınlar da Rêber APO’ya en güçlü desteği veren, onu pratikleştirmede tereddüt etmeyen bir duruşa sahip oldular. Mücadele tarihimiz bunun muazzam örnekleri ile doludur. Bunu savaş süreçlerinde gösterdikleri gibi barış ve demokratik çözüm arayışları sürecinde de sürdürmektedirler. Bu sürecin en cesur adımların tereddüt etmeden kadınlar attı. En etkili eylemleri kadınlar yaptılar. Fakat sürecin karakteri geçmişi kat be kat aşan bir tempoyu, yaratıcılığı ve yaygınlığı gerekli kılıyor. Bu süreç Kürt halkı ve kadınlar için daha fazla örgütlenme, kendi sistemini kurma zemini yaratıyor. Bu zemini en ağır tecrit koşulları altında Rêber APO bizler için oluşturdu. Fakat son bir yılı bu konuda yeterince iyi değerlendiremedik. Son on yılda çok ağır bir savaş ve baskı dönemi yaşandı. Bu konuda kendimizi yanıltmadan sürecin karakterini iyi anlamamız gerekiyor. Komünleri örgütleyerek, kendi toplumsal sistemimizi kurumsallaştırıp savunacak bir çaba içine girmezsek geçmişten daha ağır saldırılarla karşı karşıya kalırız. Bu bir ara süreçtir. Ara sürecin ardından ortaya çıkacak gelişmeleri devlet değil, bizim örgütlenme düzeyimiz belirleyecek. Çalışmalarımızın bir boyutu kendimizi bilinçlendirmek, siyasal-ideolojik donanım elde edecek temelde eğitmektir. Kendimizle birlikte çevremizi de eğitmektir. Diğer bir boyutu örgütlenmek hiçbir kadının, hiçbir gencin örgütsüz kalmamasını sağlayacak çok farklı karakterlerde örgütlenmeler oluşturmaktadır. Dar, dogmatik formlara sıkışmadan. Öncüleşmek isteyeni de, katkı sunmak isteyeni de, bir yerinde bir şekilde yer almak isteyeni de kapsayan esnek, yaygın örgütlemeler olmalı. Örgütlenen bu gücü kendi sorunlarını çözen, kendi kendini yöneten bir düzeye getirmeliyiz. Devletten beklemeden, devletin her türlü saldırısına hazırlıklı olacak bir bilinçle bunlar yapılmalı. Kendi toplumumuzu örgütlediğimiz kadar Türkiye halklarını da bu sürece dahil etmeliyiz. Türkiye genelinde çok büyük bir kriz var. Kadın kırımı, ekolojik yıkım, derin bir yoksulluk ve umutsuzluk var. Böylesi kriz dönemlerinde bilinç, irade sahibi öncülükle çok büyük çıkışlar yapabilme imkanı vardır. Özelde genç kadınların rolü belirleyicidir. Çünkü barış ve demokratik çözüm genç kadınların özgür yaşamı inşasının yegane zeminidir. Yeni Rojin Kabaiş’lerin ve Narin Güran’ların olmaması için alacağımız en güçlü tedbir demokratik toplum inşasına öncülük yapmak olacaktır.
Yurtsever Genç Kadın dergisinin Kasım-Aralık sayısından alınmıştır. (Yurtsever Genç Kadın – Komalen Jinen Ciwan)



