Enter your email Address

Cuma, Aralık 5, 2025
  • Kurmancî
  • Türkçe
[email protected]
Nûçe Ciwan
  • Anasayfa
  • Haberler
    • Kurdistan
      • Bakur
      • Başûr
      • Rojhilat
      • Rojava
    • Ortadoğu
    • Avrupa
    • Dünya Çapında
  • Derinlik
    • Analiz
    • Röportajlar
    • Açıklamalar
    • Dergiler
  • Gençlik
    • Genç Kadın
    • Kürdistan Gençliği
    • Öğrenci
    • Avrupa
    • Enternasyonal
    • Eylemler
    • Kültür Sanat ve Spor
    • Werin Cenga Azadiyê
  • Önemli Başlıklar
    • Önder Apo
    • Şehitler Anısına
    • Devrimci Halk Savaşı
    • Kimyasal silahlar
  • Özel
  • Tüm Haberler
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Nûçe Ciwan
  • Anasayfa
  • Haberler
    • Kurdistan
      • Bakur
      • Başûr
      • Rojhilat
      • Rojava
    • Ortadoğu
    • Avrupa
    • Dünya Çapında
  • Derinlik
    • Analiz
    • Röportajlar
    • Açıklamalar
    • Dergiler
  • Gençlik
    • Genç Kadın
    • Kürdistan Gençliği
    • Öğrenci
    • Avrupa
    • Enternasyonal
    • Eylemler
    • Kültür Sanat ve Spor
    • Werin Cenga Azadiyê
  • Önemli Başlıklar
    • Önder Apo
    • Şehitler Anısına
    • Devrimci Halk Savaşı
    • Kimyasal silahlar
  • Özel
  • Tüm Haberler
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Nûçe Ciwan
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Anasayfa Haberler

Ümit: Önder Apo’nun siyaset yapmasının önü açılmalı

24/09/2025 - 9:02
içinde Haberler, Manşet, Röportajlar, Toplumsal, Tüm Haberler
Reading Time: 42 mins read
A A
Ümit: Önder Apo’nun siyaset yapmasının önü açılmalı
PaylaşTweetle

HABER MERKEZİ- Kürdistan Özgürlük Hareketi Üyesi Hêlîn Ümit, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Önder Apo’nun “umut hakkı”na dair verdiği ara kararı ve Barış ve Demokratik Toplum Süreci ile ilgili gelişmeleri başta olmak üzere Rojava ve Ortadoğu gündemini Medya Haber Tv’ye değerlendirdi.

Değerlendirmelerin tamamını paylaşıyoruz.

Öncelikle Önder Apo’ya sevgi ve özlemlerimi ifade etmek istiyorum. En önemli gelişmelerden bir tanesi, Önder Apo’nun durumunu da ilgilendirdiği için, Umut Hakkı konusunda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin aldığı yeni karar oluyor. Biz de bekliyorduk, takip ediyorduk Hareket olarak. Bu konuda ne söyleyecekler, ne yapılacak, nasıl bir adım atılacak diye bir beklentimiz vardı. Yanlış hatırlamıyorsam 11 yıl önce alınan bir karara dayanıyor ve 11 yıldır Kürt halkı, Umut Hakkı söylemiyle oyalanıyor. Yani buna Avrupa Konseyi’nin kendisi öncülük ediyor.

Şunun şöyle bilinmesi lazım, Umut Hakkı yasası sadece Önder Apo ile ilgili bir yasa değil. Evrensel kurallar, insan hakları çerçevesinde insanlığın kazandığı bir hak. Özellikle de siyasi tutuklular açısından kazanılmış bir hak.

Ne bizim zorumuza gidiyor ya da neyi garipseyerek izliyoruz? Zaten bu hakka sahip olanların haklarından yararlanamama durumunu ya da yararlandırılma durumunun bir tüccar zihniyetiyle gündemde tutulması sorundur. Biz bunu esefle karşılıyoruz. Çünkü şu anda bu kararın tartışıldığı günlerde Avrupa’da çok görkemli eylemler oldu. Türkiye’de, Kürdistan’da, Amed’de, Wan’da, Mersin’de milyonlar sokağa çıktı. Umut Hakkı için Önder Apo’ya, kendi önderliklerine Umut Hakkı yasasının tanınması, bunun uygulanması için, yani Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün yasal şartlara kavuşturularak sağlanması için milyonlar ayağa kalktı. Rojava da ayağa kalktı.

Bu nasıl bir durum biliyor musunuz? Aslında diyorlar ya, eşeğini önce kaybettirip sonra buldurma. Aslında sahip olduğu bir hakkı uygulamak için, uygulatmak için milyonlar ayağa kalkmış durumdadır. Bu gerçekten kabul edilemez bir durum. Dediğim gibi sadece Önder Apo ile ilgili değil. Zaten bu hakkı var. Bu hakkın böyle pazarlanması elbette bizde kaygılara, bizde sorgulamalara neden oluyor. Kürt halkında bunu değerlendirmeye neden oluyor. Önder Apo’nun pozisyonundan ayrı olarak bunu söylüyorum. Çünkü bu genel bir durum. Sırf Önder Apo bu haktan yararlanmasın diye yüzlerce tutsak bu haktan yararlandırılmıyor. Cezaevinde birçok arkadaşımız siyasi tutsak, esir. Yani cezaları bitmiş olmasına rağmen bırakılmıyor. Türkiye’de mevcut durumda tablonun anlaşılması için bunu söylüyorum. O yüzden demokratik hukuk mücadelesi, yeni Türkiye’nin bir ayağı olarak demokratik hukukun inşası çok önemli. Fakat Umut Hakkı açısından böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

BAKANLAR KOMİTESİ OYALAMA POLİTİKASINA ZEMİN AÇMIŞTIR

Hep kendi kendime şöyle de söylüyorum: Kendisi baştan sona umut olan bir gerçekliğe Umut Hakkı’nın tanınmaması ya da uygulanmaması gerçekten sadece Önder Apo’ya yapılan bir uygulama değil; aslında Kürt halkına Umut Hakkı kapsamında bir umutsuzluk dayatılıyor. Kadınlara, Türkiye halklarına, bölge halklarına dayatılıyor.

Önder Apo yeni, özgür bir dünyanın, özgür ilişkilerin temsilini yapıyor. Kendisi sadece bir birey değil, bir toplum ve bir sistemdir. Önder Apo’nun temsil ettiği bir dünya görüşü var. Umut Hakkı ona uygulanmıyor. Bu yüzden biz şöyle de tartışıyoruz: Umut Hakkı değil de Umut İlkesi… Önder Apo da biraz böyle tartışılmasını istedi diye biliyorum. Bu bir ilke.

Dediğim gibi bu hak zaten var ama bir de Umut İlkesi var. Yani Umut İlkesi herkes için geçerlidir. Herkesin yararlanması gereken bir durumdur. Çünkü kadınlar, halklar, Türkiye halkı, Kürdistan halkı böyle bir tek seçeneğe; devletçi, erkek egemenlikli, uygarlıkçı rejimlere mahkum edilmek ve onun altında aslında teslim alınmak isteniyor.

Önder Apo karşısındaki tutumun temel nedeni, böyle bir direnç noktası oluyor. Bunun kesinlikle kabul edilecek bir tarafı yoktur. Mutlaka uygulanması gerekir.

Şimdiye kadar bu hakkın uygulanmaması, Kürt halkı üzerinde uygulanan politikalarla doğrudan bağlantılıydı. Şöyle bir gerçeklik var: Uluslararası Komployu gerçekleştiren güçler, -ki bunun en önemli ayağı da Avrupa devletleriydi, Avrupa’daki ulus devlet yapısıydı- aslında bir nevi kendi suçlarını bu şekilde sürdürüyorlar. Yani son on yıldır da bu hakkın tanınmaması, bu hakkın sürekli oyalamalarla zamana yayılması, gelinen noktada da bunun yeniden Haziran 2026’ya kadar uzatılması aslında şu anlama geliyor. Aslında Türk devletinin şimdiye kadar sürdürdüğü oyalama politikalarına yine bir böyle yeşil ışık yakılıyor, bir zemin hazırlanıyor. Buna kapı aralanıyor. Böyle bir riski var. Çünkü biz çok önemli bir sürecin içerisindeyiz. Demokratik toplumda barış sürecinin içerisindeyiz. Bu sürecin hızla yerine getirilmesi gereken görevleri var. Bu görevlerin başında da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü geliyor. Buna zemin teşkil edecek bir Umut Hakkı yasasının Türkiye’nin gündemine getirilmemesi demek, “aslında siz daha fazla oyalayabilirsiniz” mesajının verilmesi demektir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, aldığı bu kararla oyalama politikasına zemin açmıştır. Bu kesinlikle kabul edilebilecek bir durum değildir.

Biz bunun siyasi boyutunu, bize verdiği mesajları böyle okuyoruz. Elbette ki hukukçular diğer açılardan değerlendirmelerini değerlendirmelerini sundular bunun ne anlama geldiği konusunda. “Suça ortaklık” diyenler olduğu, bunun aslında Türkiye’nin uyguladığı politikaların bir parçası haline gelme olduğu…

Evet, şu bir gerçek. Avrupa’daki ülkeler, Avrupa devletlerinin Türkiye ile içine girdiği çok kirli anlaşmalar var. Türkiye’de yürüyen savaş, Kürt savaşı, Türklerle Kürtler arasındaki savaş, Türkiye’yi hep zayıf ve dışa muhtaç hale getirdiği için bunun sürmesini istiyorlar.

O yüzden de Avrupalı aydınları, akademisyenleri, demokrat çevreleri, Avrupa halklarını bunun dışında tutarak, -egemenlerine dönük söylüyorum bunu- böyle bir politikaların olduğunu biz biliyoruz.

En son zaten Abbas arkadaş yaptığı programda “biz hatırlıyoruz Almanya nasıl bir politikaydı. Avrupa devletlerinin tutumu neydi; biz unutmadık” dedi. Alınan bu karar da bu çerçevededir.

ÖNDER APO, TEK TARAFLI OLARAK SÜRECİ ÖNEMLİ BİR AŞAMAYA GETİRDİ

Herkes biraz kendisine göre anlıyor bu süreci. Karşıtlarımızın süreci tanımlaması ayrı, bizim tanımlamamız ayrı. Karşıtlarımızın da bir planı var, bizim de bir planımız var. Önder Apo’nun da bir planı var. O anlamda avukatların yaptığı açıklamayı doğru anlamamız lazım. Sürecin neresindeyiz, hangi aşamasındayız? Bu, sürecin sağlıklı yürütülmesi açısından gerekli olan bir husus.

Birinci aşama neydi? Eğer ikinci aşamaya geçtiysek, birinci aşama neydi diye sorabiliriz kendimize. Her şeyden önce 1 Ekim’de Bahçeli’nin Meclis’te DEM’lilerle tokalaşması ve ardından Önder Apo’ya yaptığı çağrı. “Gelin, Meclis’te siyaset yapın, silahlı mücadeleyi sonlandırın. Örgütsel varlığınıza son verin, gelin Meclis çatısı altında mücadelenizi sürdürün” şeklinde bir çağrı oldu. Bu sürecin ardından Önder Apo, bu uzatılan eli havada bırakmadı. Buna bir karşılık verdi ve bu karşılık şimdi Türkiye gündemini,  Orta Doğu ve dünya gündemini belirliyor.

50 yıllık bir partinin, PKK’nin; Orta Doğu’yu sarsmış, birçok gelişmeye yol açmış, Kürt varlığını yeniden ortaya çıkarmış, tanımlamış, Kürtlerin bir demokratik ulus olarak açığa çıkmasını sağlamış bir partinin Mayıs ayında bir kongresi gerçekleşti ve örgütsel varlığını sonlandırdı. Bunun üzerine ne kadar çok tartışılsa o kadar yeridir. Bunun anlamı nedir, niye böyle oldu, yarattığı etkiler nelerdir?

Niye bunu söylüyorum? Ondan sonra Önderliğin aldığı inisiyatif, süreci böyle sürükledi. Önder Apo tek taraflı bir şekilde bu süreci önemli bir aşamaya getirdi. Yani PKK’nin feshi oldu, silahlı mücadele stratejisi değişti, en azından Türkiye’ye karşı silah kullanılmayacağı açıklandı.

Bunların hepsi de Önder Apo’nun öncülüğünde gerçekleşme şartına bağlandı. Önder Apo, PKK 12. Kongresinde baş müzakereci olarak tanımlandı ve tüm bu gelişmelerin olabilmesi, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne bağlandı. Fakat tüm bu adımlar, Önder Apo’nun iyi niyet adımları bu çerçevede gelişti. Dikkat edilirse, tek taraflı yapılması gerekenlerin hepsi eksiksiz, bütünlüklü, kendi örgütsel yapısıyla birlikte gerçekleşti.

Hatırlarsanız; herkes diyordu “acaba örgütü dinleyecek mi?” Birileri bunu pusuda bekliyordu; parçalanacaklar mı? Bunların hiçbirisi olmadı. Bu Hareketin militanları oldukça bütünlüklü bir şekilde Önder Apo’yu anlayabildiği düzeyde, Önderliğine layık bir şekilde bir tutum gerçekleştirdi. Bu dönemi ilk aşama olarak tanımlayabiliriz.

SÜRECİN İKİNCİ AŞAMASINDA YAPILMASI GEREKEN İKİ ŞEY VAR

Peki sürecin ikinci aşaması nedir? Yani ne gerektiriyor? Türkiye’nin demokratikleşmesi süreci deniliyor. Bu çok geniş bir tanımlama. Yani Türkiye’nin demokratikleşme sorunları, bu sorunların ele alınma biçimleri belki de başka bir aşamanın konusu olabilir. Fakat şu anda içinde bulunduğumuz ikinci aşama, Önder Apo’nun ve Özgürlük Hareketi’nin atmış olduğu adımların yasal zeminini oluşturma sürecidir. Bu da bir bütün olarak devlete, iktidara görev veriyor. Kürt Özgürlük Hareketi kendi başına yapamaz. O üzerine düşenleri yaptı. Kendisine yapılan çağrıyı, bunun gerekliliklerini yerine getirdi. Şimdi sürecin ikinci aşamasında yapılması gereken şey, iki konu var:

Bir: Bu süreçte Önder Apo’nun rolü doğru tanımlanmalı. Yani eğer Önder Apo’nun rolü doğru tanımlanmazsa, Önder Apo’ya doğru yaklaşım gösterilmezse, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanmazsa, ne kadar süreç içerisinde mesafe alındığı hissi yaşansa da ya da öyle düşünülse de başa dönmekten kurtulamayız. Bunu bir ilke düzeyinde söylüyorum, bir dağıtma olarak söylemiyorum. Yani işin doğasında bu var. Çünkü bu sürecin mimarı, oluşturucu gücü Önder Apo’dur. Evet, kavrama, anlama, uygulama konusunda bize dönük de eleştirileri var Önderliğimizin. Biz bunları yine de aşmaya çalışıyoruz, tartışıyoruz. Doğru anlamaya, doğru kavramaya, bu temelde üzerimize düşen yükümlülükleri, görevlerimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Bizim cephemizden de böyle sorunlar olabilir. Ama şu anda en temel sorun, Önder Apo’nun Türkiye toplumu ve Türkiye siyaseti açısından yerinin doğru tanımlanmaması, doğru anlaşılmamasıdır.

Dikkat ederseniz, birçok programda Önder Apo’ya dönük yaklaşımda araçsallaştırma yaklaşımını gündeme koyduk ve bunu reddettik. Kabul etmedik. Geldiğimiz noktada da bazıları kendisini çok akıllı sanıyor. Bazıları Önder Apo’nun İmralı’da tutulmuş olmasını bir fırsata çevirerek, bazı şeyleri yapacağını sanıyor. Fakat bu, işin doğasına terstir. Eğer kurucu Önderlik olarak tanımlanıyorsa Önder Apo, buna göre bir yaklaşım sergilenmeli. Önder Apo’nun siyaset yapmasının önü açılmalı.

ÖNDER APO’NUN SİYASET YAPMASININ ÖNÜ AÇILMALI

Şunu söylemek istiyorum: Nasıl ki birinci aşamada biz üzerimize düşenleri yaptık, ikinci aşamada Önder Apo’nun siyaset yapmasının önü açılmalı. Bunun için, izne bağlı İmralı’ya girişleri örgütleme, yok “işte bakın heyeti götürdük”, yok “bakın avukatlar gitti”, yok işte “devletten bazı bireyler gidiyor, görüşme yapıyor, tartışıyorlar” gibi şeyler olmaz.  Böyle siyaset yapılamaz. Türkiye’deki büyük dönüşüm, büyük değişim, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu dayanışma, kardeşlik ve demokrasi -komisyonun ismini söylüyorum- bu şekilde geliştirilemez. Ki dikkat edilirse Önder Apo’dan beklenti çok yüksektir. Türkiye siyasetinin de beklentisi çok yüksektir. Bunu iki nedenden ötürü yapanlar var. Bir iyi niyetliler var, bir de kötü niyetliler var. İyi niyetliler gerçekten şunu görüyorlar. Yani yüzyıllık cumhuriyetin en temel sorunu Kürt sorunuydu, haklarının inkâr edilmesiydi. Bu baştan cumhuriyetin inşasını yanlış bir noktaya getirdi ve günümüzde kriz yüzeyinde artık ayakta kalamayan bir cumhuriyet gerçekliği açığa çıktı. İsyanların zemini oldu, Türkiye’yi dışa muhtaç hale getirdi. O yüzden cumhuriyet kurulurken, ilk başlarda Kürt-Türk ittifakına dayalı olarak gelişti.

“Kürt toplumunun haklarının verilmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekir” diyen ve bunun da öncülüğünü Önder Apo’nun yaptığını gören önemli bir kesim var. Seslerinin çok çıkmaması ya da çıkartılmaması, biraz zeminle ilgili bir durum. Ama böyle güçlü bir zemin vardır Türkiye’de.

Kötü niyetliler ise diyorlar ki, “madem Önder Apo rol aldı, bu süreci tamamlayacağını söylüyor, o zaman Suriye’deki sorunları da çözsün, Irak’taki sorunları da çözsün”. Yok “bizim yaşadığımız bölgesel krizi çözsün, bu sorun ortadan kalksın, bizim Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz de yeniden tanımlansın”. Bu yetmiyor, Türkiye’deki ekonomik sorun çözülsün, sosyal kriz çözülsün.

Aslında Suriye’deki sorunu çözsün, bunu çözsün, şunu çözsün diyerek, bütün sorunların sahibi olarak Önder Apo’yu gösteren ve onun üzerine böyle bir yükü bindiren ama elini kolunu da bağlayarak çalışmaz halde tutan bir gerçeklik var. Önder Apo bunu geçmişte şu metaforla ifade etti aslında. Dedi ki, “beni susuz havuza atıyorlar, yüz diyorlar”. Gerçekten böyle bir durum vardır. Hem siyaset yapmasının, örgütüne ulaşmasının, topluma ulaşmasının, siyasetçilerle ilişki kurmasının, özgür temelde çalışmasının koşulları oluşturulmayacak hem de bütün sorunları çözmesi istenecek. Bu kabul edilemez.

Aslında böylelikle Önder Apo’ya karşı yeni saldırıların zemini hazırlanmak isteniyor. Nasıl saldırılar? İşte bazıları söylüyor; şu olmazsa süreç tıkanır, bu olmazsa süreç tıkanır. Aslında Hareket ve Önderlik üzerinde baskıyı yoğunlaştırarak, halkların, kadınların, bölge toplumunun gerekli değişim ve dönüşümü, demokratikleşmeyi yaşamadan, var olan sistemin olduğu gibi sürdürüldüğü bir süreci inşa etmek istiyorlar. O anlamıyla süreç kapsamında belirtilebilecek en önemli husus Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüdür, özgür çalışır koşullara ulaşmasıdır.

DOĞRU PRATİKLEŞTİRMEK İÇİN ÖNDER APO’YA İHTİYACIMIZ VAR

Ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu sağlanırsa diğer başlıklarda gelişmeler oldukça hızlı olur. Biz o zaman üzerimize düşen ne varsa bundan sonra da yaparız. Bu konuda Kürt Özgürlük Hareketi olarak hem bu son dönem açısından söylüyorum hem de geçmişimiz ortada. Geçmiş sözde çözüm süreçlerinde de biz üzerimize düşen her şeyi eksiksiz yerine getirdik. Bu konuda sorunlar bizden çıkmadı. Bundan sonrası açısından da bu çıkmaz. Ama Önder Apo başmüzakereci.

Numan Kurtulmuş, Komisyon konuşmasında diyor ki, “biz Türk tipi bir çözüm sürecini geliştiriyoruz”. Ben o konuya girmeyeceğim ama bu şu demek değil herhalde: Önder’in dört dörtlük esaret altında tutulduğu bir koşulda da gelişme olmaz. Yürütemez, yönetemez.

Böyle bir şey kimse ne Önder Apo’dan ne de bizden bekleyebilir. Yani Önder Apo’nun özgür olmadığı, fiziki olarak özgür yaşamadığı, çalışmadığı koşullarda gelişme olmaz. Bizim Önder Apo ile tartışmaya ihtiyacımız var. Doğru pratikleşmesi açısından Önderliğimizi görmeli, tartışmalı, sormalıyız. Biz bunu yapamazsak nasıl doğru pratikleştirebiliriz? Biz hepimiz Önder Apo’ya katılmışız. Sadece ben değil, binlerce özgürlük militanı hepsi Önder Apo’ya katılmış. Bizim örgütümüz Önder Apo’dur. Bizim gerçeklerimiz Önder Apo’dur. Önder Apo’nun gerçekliğidir. O yüzden bizim açımızdan sürecin temel şey bununla ölçülüyor.

SİLAH BIRAKMA MESELESİ KAPANDI

İnsan zihni kavramlarla oluşuyor. Kavramlarla düşünüyoruz. O yüzden de Önder Apo bu sürece bir kavramlar paketi sundu. Kavramları çok özenle seçti. Çok rafine kavramlar kullanıyor dikkat ederseniz. Örneğin; sürecin ismi, Demokratik Toplum ve Barış Süreci. Karşımızdakiler “terörsüz Türkiye süreci” diyor. Farkın anlaşılması için söylüyorum. Silahlı mücadele sonlandırılırken Önderlik, mücadele bitti demedi. “Mücadeleyi yeni bir aşamaya taşıyoruz” dedi. “Bu sürecin temel stratejisi demokratik siyaset ve hukuktur” dedi. Bu dönemin çalışma koşullarının oluşması ve aslında demokratik siyaset stratejisi ve hukuk taktiğinin devreye girmesi için de “demokratik entegrasyon” kavramını kullandı. Yani demokratik entegrasyon olmadan demokratik siyaset ve hukukun gelişmeyeceğini; yani demokratik siyaset stratejisinin oluşmayacağını, işlemeyeceğini, hukukun da yeniden inşa olmayacağını, bunlar olmayınca da demokratik toplum ve barışın da inşa edilemeyeceğini ortaya koydu.

Bu bağlamda, evet, entegrasyon kavramı tartışmalı bir kavram. Herkesin kendisine göre anladığı bir kavram. Dikkat edilirse, Türkiye’de herkesin gözü Komisyon’a çevrilmiş ve Komisyon’u takip ediyor. Komisyon’un üzerine de benzer tartışma oldu. Bu komisyon niye kuruldu? Komisyon Türkiye’nin demokratikleşmeye ihtiyacını mı tartışacak, bu sorunun nereden çıktığını mı tartışacak, sorunun kendisini mi tartışacak yoksa silahsızlanmayı mı tartışacak diye bir ayrışma da var. Orada da bir iki çizgi görüyoruz.

Bu konudaki yaklaşım farklılığını Önderlik şöyle ifade etti. Sadece entegrasyon demedi. “Demokratik entegrasyon” dedi. Bunun bir yönü, silahlı güçlerin  silahsızlanarak sisteme entegre olması. Yani sisteme dahil olması. Bunun için yasa gerekiyor. Bizim arkadaşlarımız, otuz arkadaş, beş arkadaşımızın öncülüğünde çok etkili bir tören gerçekleştirdiler. Ve dünyaya, halklarımıza, herkese gerekli mesajları verdiler.

Yani Önder Apo’nun çağrısına nasıl yaklaştığımızı, gerektiğinde hangi adımları atabileceğimizin mesajını verdiler. O yüzden de şimdi bazıları tekrar hortlatmaya çalışıyor. Diyorlar ki “bir tane tören oldu; acaba silah bırakmalar devam ediyor mu?” Silah bırakma meselesi kapandı. Yani şöyle kapandı: Biz tavrımızı, tutumumuzu ortaya koyduk. Gerekli adımlar atıldığında, yasalar çıktığında… Bakın, onları götüremediler Türkiye’ye. Niye gidemediler? Gidebilirlerdi aslında. Çünkü gitseler tutuklanacaklar. Halen terörle mücadele yasası var; halen yürürlükte. İçeride zaten bir sürü arkadaşımız var. Önce onları bir bıraksınlar. Bunları görmeden bu tür adımları atmanın bir anlamı yok. Bir şeyi nicelik olarak tekrarlamak, sürece yeni bir katkı sağlamaz. Sağlayacağını düşünmüyorum ben. Hatta sulandırabilir, anlamı boşalabilir. Süreç, kendi hedefinden kopabilir. O anlamıyla bir yönü bu.

DEMOKRATİK ENTEGRASYONUN ÖNEMLİ BİR AŞAMASI TOPLUMSAL ENTEGRASYONDUR

Fakat demokratik entegrasyon konusunda bir kafa karışıklığı var. Sadece direniş güçlerinin, direnenlerin, Özgürlük Hareketi’nin silah bırakması ve Türkiye’ye dönüşlerinin sağlanması değil, Kürt toplumunun örgütlü bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti’ne entegre olması. Çünkü Kürtler cumhuriyetten dışlandı. Yani yüzyıllık cumhuriyet tarihinin hikayesi, Kürtlerin cumhuriyetten dışlanma hikayesidir.

Kurtuluş Savaşı verilirken var olan Kürt varlığı, ittifak yapılarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, 1924 Anayasası ile birlikte Kürtler dışlandı. Tehlike olarak görüldü. Ardından koyu bir faşizmle Kürt varlığına karşı inkâr ve imha operasyonları başlatıldı. O anlamıyla demokratik entegrasyonun önemli bir aşaması toplumsal entegrasyondur. Bunun böyle anlaşılması lazım.

“Silahsızlanma süreci” falan teknik konulardır. Bunun için ne komisyon kurmaya ne de bu kadar tartışmaya gerek vardı. Demek ki sorun bununla çözülmüyor ki böyle bir komisyon kuruldu. O anlamıyla kavramlara gerekli anlamları vermek lazım. Demokratik toplum ne demek, barış, demokratik entegrasyon,  demokratik siyaset, demokratik hukuk ne demek? Bunlar üzerinde daha fazla yoğunlaşmak ve bunları inşa etmek lazım.

Dikkat edin, Önder Apo özenle kullandığı kavramların başına hep demokrasi kavramını koyuyor. Bir zihniyet oluşuyor bununla. Mesela demokratik sosyalizm… Apocu sosyalizmi diğer sosyalist akımlardan ayrıştıran, demokratik sosyalizm tanımlamasıdır.

Demokrasinin kendisi, örgütlü toplum demektir. Herhalde liberal demokrasiden, burjuva demokrasisinden bahsetmiyoruz. Demokrasinin bu şekilde içinin boşaltıldığı biçimlerden, formlardan bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz, toplumun örgütlü olarak sistemin içerisine dahil olduğu bir inşa süreci. Yani bu süreç eğer buna taşınabilirse aslında başarıya ulaşacak. Yoksa sadece silah bırakma meselesiyle bir yerden bir yere götürülecek bir konu değil. Bu tartışma, kısır bir tartışmaya dönüşerek sürecin ruhuna zarar verebilir. Ben herkesi bu konuda uyarıyorum. Ortada bir sorun var. Kürt halkının yeniden Türkiye Cumhuriyeti’ne dayanışma, kardeşlik ve demokratik ölçülerde katılma sorunu var. Kardeşlik hukukunun bu coğrafyada yeniden inşa edilme sorunu var. Bu çerçevede süreci ele almak daha doğru olur.

Demokratik entegrasyonunu da, demokratikleşmeyi de bu çerçevede ele almak, süreç açısından en sağlıklısı. Yoksa işi bazı teknik hususlara bağlamak, gömmek, onunla birlikte ele almak, sürecin ruhuna ters bir durum. Türkiye’nin, Türkiye toplumunun, Türkiye Cumhuriyeti’nin de bunu aşan ihtiyaçları var.

Ve son olarak bu konu bağlamında, bu ikinci aşamada şuna çok dikkat etmek lazım: Önder Apo ısrarla hep buna dikkat çekiyor. Tarihte Türk-Kürt ilişkilerinin nasıl geliştiğini çok iyi değerlendirmek ve çözümlemek lazım. Tarihte bir Kürt-Türk ilişkisi, diyalektiği var. Ve şimdiye kadar bu coğrafyada birlikte kalmamızı sağlayan bu olmuş. Bunu iyi görmek lazım. Önemli tarihsel dönüşüm noktalarında Kürt ve Türk halkları, ittifaklar yaparak ayakta kalabilmişler.

Ve şimdi de Orta Doğu’da bu kadar köklü değişim, dönüşüm var, savaş var. Yeni bir Orta Doğu projesi var. Böyle bir dönemden geçerken Türk ve Kürt halklarının tarihsel diyalektiğini doğru okumak, birliğini doğru okumak çok gerekli.

Yani sürecin ikinci etabında;

Bir: Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü; bu temelde özgür, yaşar, çalışır duruma gelmesi, siyaset yapar hale gelmesi, bunun yollarının açılması.

İki: Demokratik entegrasyon çerçevesinde, başta hukuki alan olmak üzere yasal düzenlemelerin yapılması. Bunun sadece silah bırakanların sisteme dahil edilmesiyle sınırlı tutulmaması; Kürtlerin Cumhuriyet içerisinde nasıl bir yer edileceğinin tartışılması.

Üçüncü olarak da: Bunların gelişmesi için tarihte Kürt-Türk diyalektiğine dikkat edilmesi, onun doğru okunması ve gerekli sonuçların çıkarılması.

TÜRKİYE’DEKİ GERÇEK DEMOKRATİKLEŞME KÜRDİSTAN’DAN GEÇER

Kürtlerle barış, Türklerle savaş diyenler açısından tam bir çarpıtma hali. Böyle bir durum yoktur. Bundan bir yıl öncesine kadar neredeyse Kürdistan’da kayyum atanmadık belediye kalmadı. Bu kayyumlar geri çekilmedi. Hala kayyumla yönetiliyor Kürdistan. Sanki şu anda Kürdistan’da, -Bakurê Kurdistan açısından söylüyorum- her şey normalleşmiş, düzelmiş, demokratik bir ortam oluşmuş; Kürtler mücadeleyle kazandıkları hakları, gasp edilen hakları tekrar geri verilmiş. Böyle bir durum yoktur. Hala Kürdistan’da kayyumlar yerindedir. Kayyumla yönetiliyor Türkiye.

Ne oldu? Bu, Türkiye’ye de sıçradı, yaygınlaştı. Ben bir hatırlatma yapayım. “Kürtler şeyi bıraktı, AKP’yle uzlaştı da, her şey CHP’ye yükleniyor” diyenlere biz o zamanlar çağrılar yaptık; birlikte ittifak önerileri yaptık. Türkiye’nin çok ciddi demokratikleşme sorunu olduğunu, yani eğer Kürt iradesi, Kürt Özgürlük Hareketi, onun açığa çıkardığı dinamikler ortadan kaldırılırsa, Türkiye’de demokrasi diye bir şeyin kalmayacağını söyledik, tartıştık.

Gelişmeler de biraz öyle oldu. Diyorlar ki, “susma, sustukça sıra sana gelecek.” Şimdi en fazla CHP’liler bunu ifade ediyor, dayanışma çağrısı yapıyorlar. “Faşizme karşı omuz omuza” diyorlar. Böyle sol sosyalist jargonu sahiplenerek bir toplumsal dalga yaratmak istiyorlar. Ancak bunların hepsini biz vakti zamanında söyledik. Fakat böyledir diye, bu gelişmeleri onayladığımız anlamına gelmiyor.

Biz Kürdistan Özgürlük Hareketi olarak hep şunun bilincinde ve inancında olduk. Türkiye’deki gerçek demokratikleşme Kürdistan’dan geçer. Kürdistan’da özgürlük, demokrasi inşa olursa, Kürdistan’da hak ihlalleri, insan hakları ihlalleri olmazsa, Kürdistan’da bir halkın varlık problemi olmazsa, Türkiye de özgür bir hale gelir. Bunu hep savunduk. Türkiye’deki demokratikleşme ile Kürdistan’daki özgürlük arasında böyle bir ilişki vardır. Bu yaklaşımımızı da sürdürüyoruz.

Kürdistan Özgürlük Hareketi, PKK, Türkiye’nin esas demokrasi gücüdür dedik. Eğer direniş dinamikleri ayakta kalabiliyorsa, bunun sayesindedir, dedik. Bu, halen günümüzde de geçerliliğini koruyor. Bunu herkesin böyle bilmesi gerekli.

Fakat biz demokratikleşmeyi şöyle ele almıyoruz. Demokratikleşme sadece seçilmişlerin siyaset yapma haklarının verilmesi değil. Bizim açımızdan böyle değil. Evet, demokratikleşme kavramı çok genel, geniş bir kavram. Bunun içerisinde siyaset alanının da demokratikleşmesi lazım. Nasıl ki hukukun demokratikleşmesi gerekiyorsa, nasıl ki yaşamın diğer alanlarında demokratikleşme alanlarının inşa edilmesi gerekiyorsa… 

DEMOKRASİ KOMÜNLERE DAYALI ÖRGÜTLENDİRİLMELİ

Geçmişte biz buna “demokratik ulusal devrim” diyorduk. Sonra Önderliğimizin paradigmasal açılımıyla ulus devletçi yaklaşımı terk ettikten sonra bunu demokratik ulus inşası ve devrimi olarak tanımladık. Bu ne demektir? Toplumun demokratikleşmesidir. Yani biz demokratik toplumu istiyoruz. Sadece siyasetin demokratikleşmesi değil, toplum demokratikleşebilmeli. Yani toplumun demokrasinin inşasında aktif yer ve rol aldığı, öncülük ettiği bir demokrasi anlayışına sahibiz ve bunun temel modeli de komünlerdir. Yani en küçük hücre, komün örgütlenmesidir.

Bu anlamıyla bizim şu anda esasta yoğunlaştığımız, eğer Türkiye’de bir demokratikleşme hamlesi gelişecekse, Türkiye’de gerçek anlamda siyasetin halk iradesi, halk yönetimi olarak gelişmesini istiyorsak, öncelikle toplumun en küçük hücresine kadar örgütlendirilmesi ve oradan çıkacak bir demokrasi hamlesiyle Türkiye’nin, Cumhuriyet’in ikinci aşamasının, ikinci yüzyılının örgütlendirilmesi gerekiyor. Esasen kültürün demokratikleştirilmesi… Hem kültürün, hem yaşamın, hem örgütlenmenin, hem ilişkilerin…

Toplumda demokratikleşme bilinci, örgütlenmesi ve buna dayalı güçlenme olmayınca, Türkiye’de bir alışkanlık, bir tarz haline gelen darbeciliği aşamayız örneğin. Komploculuğu aşamayız. Hep üstten dayatılan bir siyaset tarzı Türkiye ve Kürdistan gündemini belirler. Özgürlük alanları her zaman sınırlı olur. Toplum özgürleşemez yani. Bunun sağlanması için tabandan demokrasinin, komünlere dayalı demokrasinin örgütlendirilmesi lazım.

Ama dikkat edilirse, bugün ne CHP ne de diğer yapılar böyle bir siyaset çizgisindedir. O yüzden şöyle söyleyebilirim: Evet, Türkiye’de çeşitli dünya görüşleri, ideolojiler kendilerini örgütleyebilirler, örgütlüyorlar. Bunların kendi aralarındaki çatışmanın, devlet gücüne dayanarak darbeci olmaması lazım.

CHP’ye atanan kayyumları da biz bu çerçevede ele alıyoruz. Fakat esasta CHP başta olmak üzere Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda çalışma yürütülmeli. Cumhuriyet demokratikleşmeli yani.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ARTIK YÜRÜTÜLEMEZ NOKTAYA GELDİ

Neden böyle oluyor? Neden böyle bir dönemde CHP’ye dönük bu saldırılar oluyor? Bence bunun birkaç nedeni var. Bunlardan bir tanesi, ideolojik nedenler. Mevcut Cumhur İttifakı’yla, kendisini Cumhuriyet’in kurucu partisi olarak gören CHP arasında bir ideolojik farklılık var. Yeni Türkiye inşa edilirken, birinci cumhuriyet çöktü. Cumhuriyet yürütülemez hale geldi.

Bu konuda çok çeşitli değerlendirmeler var; ki ben önemli oranda bu değerlendirmelere katılıyorum. Yaklaşık on yıldır devlet işlemiyor aslında. Bir tek adam diktatörlüğü var. Onun ağzından çıkanlarla bu süreç yürütülüyor. Bir mafya, çete örgütlenmesine, böyle bir örgütlenmeye dönüştü Türkiye’deki yapı. Bunun kahrını da en fazla Kürtler çekti, sosyalistler, devrimciler çekti. Fakat Türkiye Cumhuriyeti artık yürütülemez noktaya geldi.

O yüzden “yeni cumhuriyet”, “ikinci cumhuriyet” tartışmaları var. Bu çerçevede aralarındaki kavga ideolojiktir. Bir taraf Kemalizm’in temel değerlerine saldırırken, diğer taraf da siyasi İslamcı yapıya karşı bir çatışma içerisinde. Böyle bir ideolojik çatışma vardır Türkiye’de.

İkinci çatışma ayağı da politiktir. Güncel iktidar kavgası var. Güncel politikada da çelişme yaşanıyor. Sıklıkla tartışılıyor; AKP kan kaybediyor. Bunu ortadan kaldırmak için CHP’nin yükselişinin önüne geçmek istiyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığı için ön hazırlık yapıyor. Sonuçta şunu söyleyebilirim. Bu tablodan çıkardığımız sonuç şudur: AKP’yi eleştirmek, kabul etmemek lazım. Geçmişte olduğu gibi biz Türkiye’nin demokrasi gücü olarak bu konudaki tutumumuzu sürdürüyoruz.

Fakat CHP’nin de şöyle bir şey yapması gerekiyor. Bu kadar saldırıya açık hale gelmiş olmak, bu kadar yolsuzlukla anılır olmak, bu kadar yüz yıl öncesinin söylemlerine takılı halde siyaset yürütmeye çalışmak; CHP’de de ciddi bir güncellenmenin, yenilenmenin gerekli olduğunu ortaya koyuyor.

CHP’ye kaybettiren esas şey, aslında Kürt sorunu karşısındaki pozisyonu oldu. 25 yıl biz AKP’ye karşı savaştığımız kadar, CHP’nin temsil ettiği zihniyete ve politikalara karşı da savaştık. Kemalizm adı altında beyaz Türk faşizminin saldırılarıyla mücadele ettik. Ona karşı direndik, mücadele ettik.

Şuna gelmek istiyorum. Bu kritik eşikte, bu değişim ve dönüşüm aşamasında her şey alt üst oluyor. Her şey yenileniyor. Önder Apo bunu fark etti; büyük bir değişim ve dönüşüm, bir yenilenme dayattı. Kendini yeniden tanımlamayı dayattı. Böyle bir bilinçlenmeyi, aydınlanmayı dayattı. Zamanın ruhunu okuyamayanların, tarihin çöp sepetine atılacakları ve ne kadar fedakârlık yaparsa yapsın sonuç alamayacaklarını ortaya koydu. Benzer bir durum Türkiye’deki tüm siyasal güçler için geçerli.

Bunu sadece CHP için de söylemiyorum. Sol-sosyalist güçler başta olmak üzere, kendini içinde bulunduğu dönemin koşullarına göre yenileme, geçmişinden sonuçlar çıkarma siyasetini bu temelde inşa etmeye ihtiyaç var. Bunların başında da CHP geliyor.

SURİYE’Yİ TÜRKİYE’YE YEDİRMEZLER!

Suriye’deki kırılganlık devam ediyor. Onu herkes görüyor zaten. Mevcut Colani yönetiminin şimdiye kadar sergilediği pratik başarısız bir pratik. Başarısızlıktan dolayı aşırı kaygı uyandırıyor. Hem Dürzi halkına dönük uygulamaları hem de Alevi katliamındaki pozisyonu, durumu, bunu ele alma, örgütleme biçimi, halklara saldırma biçimi… Bunlar çok eski bir tarihe dayalı değil, daha dün yaşanan olaylar. Yani hafızamız çok canlı. Bu anlamıyla DAİŞ’le mücadele etmiş, bu mücadeleyle kendisini var etmiş bir gerçeklikten bahsediyoruz.

Kuzey ve Doğu Suriye halkları bu temelde bir araya geldiler. Orada sadece Kürtler bir sistem kurmadı; halklar birlikte bir sistem kurdular. Bütün yetersizliklerine rağmen olmayacak olan oldu. Bir mucize gibi. Yani Rojava bir mucize gibidir. Kuzey ve Doğu Suriye’de oluşturulan sistem, içinde yaşadığımız dünyada bir farklılıktır. Gerçekten bir özgürlük umududur, insanlık çıkışıdır. Şimdi bundan duyulan çok ciddi rahatsızlık var. İşte Dêr Hafir’da saldırı oldu. Colani’ye bağlı güçler saldırdılar, yedi sivili katlettiler.

Demokratik entegrasyon kavramı genel olarak dört parça içinde tartışılabilecek bir durumu ortaya koydu. Tartışılıyor; mesela QSD ile mevcut Şam Hükümeti’nin içine girdiği ilişkiler, tartışmalar, arayışlar da bu kapsamda. Fakat bu kadar yakın bir tarihte yapılan katliamlar, işte daha bugün Kuzey Doğu Suriye özel bölgesine dönük saldırının aslında ilk işaret şeyinin verilmiş olması, böyle bir sürecin yürüyemeyeceğini gösteriyor. İnsan bunu rahatlıkla söyleyebilir. Bu tarz saldırılarla karşı karşıya olan bir topluma nasıl “kendini savunmasız kıl ve teslim ol” denilebilir? Gerçekten bu Orta Çağ’da bile yaşanan bir durum değildir. Orta Çağ’ın bile kendine has hukuku var.

Önderliğimizin yeni tanımlamalarından birisi de kastik katil. Yani kastik katillerin ortada kol gezdiği bir yerde kadınlara, halklara “teslim ol” diyeceksin! Ondan sonrası ölüm, öldürülme, katliamdır.

Rojava’da ben 96’da faaliyetlerde kaldım. Benim ilk Kürt toplumuyla, Kürt sosyolojisiyle tanıştığım yer Rojava Kürdistanı’dır, Qamişlo’dur. İlk Kürtçeyi biraz orada öğrendim. Tarihin en sakin, barışçıl, kendi kendine yetmeye çalışan bir toplumsal gerçekliğidir diyebilirim. Oranın Kürtleri, mevcut Baas rejiminin tüm sınırlandırmalarına rağmen kimseye zarar veren bir halk değildi. Fakat ne oldu? DAİŞ gitti, o halka saldırdı. Kürt halkı, Kürt halkının evlatları kalkıp başka bir yere saldırmadı. Yani Rojava’daki Kürt direnişi, YPG direnişi, YPJ direnişi, QSD direnişi şöyle olmadı. Ya Suriye’de bir çatışma var, ben gideyim başka yerleri işgal edeyim, bir yerleri ele geçireyim, birilerini öldüreyim… Böyle bir pratiği yoktur. Kendisine yönelmiş saldırıyı bertaraf etmek için çok görkemli bir direniş ortaya koymuştur. O direnişte de kendisini bir kez daha yaratmıştır. O direniş, Rojava’daki toplumsallığı, ilişkileri, gençleri, ruhu yeniden yaratmıştır.

Şimdi bu toplum böyle bir tehlikeyi yaşadıktan sonra nasıl teslim olabilir ki? Mümkün değil.

Suriye çok kırılgan bir noktadadır. Şu anda Türkiye, Suriye’nin hamiliğine soyunmuş. Fakat ben tekrar şunu ifade etmek istiyorum: Suriye’yi Türkiye’ye yedirmezler. Öyle olmaz. Ne Rusya bırakır bunu, ne İsrail, ne Amerika bırakır. Araplar buna tahammül edebilir mi? Türk-Arap ilişkileri var tarihte. Fakat Türk-Arap ilişkilerinde belirleyici olan hep ne olmuş tarihte? Osmanlı dönemini Türkiye çok öne çıkartıyor ama onun öncesi de var. İslam’ın askeri olmuş, Türk boyları öyle var olabilmiş. Arap milliyetçiliği, Arapların kendi ulusal bilinçleri, Türkiye’nin hükmetmesine, onların Türkiye egemenliği altına girmesine izin vermez.

Bunlar da tarihsel kodlar, ideolojik kodlardır. Bunların çok iyi bilinmesi lazım. Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgedeki hâkimiyeti kesinlikle sadece egemenlik ilişkisine dayanmamış. Nasıl Kürtlerle ve Kürt beyleriyle girdiği ilişkiler varsa, geniş bir imparatorluğa sahip olmuşsa, bunu kurduğu ilişki ve ittifaklarla sağlayabilmiş.

Sen Kürtlerle düşman olacaksın, Süryanilerle, Alevilerle, Dürzilerle karşı karşıya geleceksin, onların yaşam haklarını bile ihlal eden bir güçle çalışmaya dayanacaksın. Colani hükümeti DAİŞ zemininden gelen bir şeydir. DAİŞ artığı demek istemiyorum ama öyle bir gerçekliğe sahiptir. Bugün onun ceket giymiş olması, kravat takmış olması gerçekliğini değiştirmiyor.

Çok tehlikeli bir oyun döndüğünü düşünüyoruz. Türkiye, Rojava’ya, Kuzey ve Doğu Suriye’ye operasyon tartışmaları yapıyor. Bunu açıktan dillendirmeye başladı. Yapabilirler fakat bunun sonuçları ne olur? Türkiye’ye nasıl döner? Bunu kestirmek zordur. Ne bugünlerde gerçekleşecek olan Trump-Erdoğan görüşmesine bu konuda güvenmeliler, ne kendilerine verilen başka vaatlere güvenmeliler. Belki iki yıl önce bu tür ilişkiler ayakta tutabilirdi Türkiye’yi. Fakat gelinen aşamada kesinlikle giderek sistem kendi karakterini belirliyor, yeni ilişkiler kuruluyor. İsrail kendi ilişkilerini gündeme taşıyor. İran kendi ilişkilerini gündeme taşıyor. Rusya yeniden Suriye’ye dönmek istiyor. Bunun için görüşmeler yapıyor. Nasıl bir şeyin içerisine girdiklerini kendileri bile göremeyebilirler.

Bu açıdan şöyle yapın, böyle yapın diyebilecek konumda değiliz. Fakat böyle ciddi bir tehlikenin olduğunu Türkiye bilmeli.

TC-Rusya-Çin ittifakına da biraz değineyim. Türkiye iç siyaseti bu tartışmalardan ne kadar etkileniyor, bilmiyorum ama şununla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bu hamleyle Bahçeli aslında Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler’deki pozisyonunu güçlendirmek istedi, diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye NATO’dan çıkamaz. Şimdi Arap NATO’su içinde tartışılıyor. Deniliyor ki Katar saldırısından sonra bir Arap NATO’su oluşacak. Türkiye buna öncülük ediyor. Bunların hepsi çok propagandatif şeyler. Siyasette kendine alan açmak için yapılan hamleler. Yani Bahçeli’nin bu çıkışını bu çerçevede değerlendirdiğimi ifade edebilirim.

İç siyasete şöyle bir etkisi var: Türkiye’de Ulusalcılar, Ergenekoncular dediğimiz bir kesim var. Bunlar uzun yıllardır “biz Batı bloğundan kopalım; Rusya, Çin, Avrasya’ya yüzümüzü dönelim. Biz zaten köken olarak oradan gelmişiz. Esas gelecek oradadır. Batı’nın yaklaşımı daha çok emperyalistçidir. Var olan imkânlarımızı sömürme temelindedir” diye tartışıyorlar. Bu şekilde bir argümanla siyaset yapmaya çalışanlar var. Fakat bu mevcut durumda ne mantıklıdır ne de Türkiye bunu yapabilir. Böyle bir sözde bağımsızlık çizgisini Türkiye inşa edemez. Bunların hepsi kafa karıştırmak, biraz da böyle politikaya alan açmak için yapılan söylemlerdir diye düşünüyorum.

KÜRT, ARAP, DÜRZİ, ALEVİ HALKLARININ İTTİFAK ZEMİNİ OLUŞMUŞTUR

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin hem askeri açıdan bir direniş tarihi var hem de toplumsal olarak açığa çıkardığı bir gerçeklik var. Bu çok önemli bir deneyim. Gelecekte de nasıl var olunacağına ilişkin zemini bize gösteriyor. Her devrim bir ittifak meselesi aslında. Doğru ittifakları kurarsanız devrimci gelişmelere alan açabilirsiniz. Eğer bunu yapmazsanız çok doğru şeyler isteyebilirsiniz, bazı yerlerde doğru adımlar atabilirsiniz ama bunu yaşatamazsınız.

O anlamıyla ben Kuzey ve Doğu Suriye’de şunun sağlandığını düşünüyorum. Yani Kürt, Arap, Dürzi, Alevi halklarının ittifak zemini oluşmuştur. Bu, çok güçlü bir direniş, çok güçlü bir var olma zeminidir. Buna dayanılarak hem yaşanılabilir hem de savaşılabilir. Böyle bir ittifak zemini güçlü tutulursa, büyütülürse, sadece lafta kalmaz ya da sınırlandırılmazsa, böyle taktiki zeminde değil de daha stratejik zemine taşırılırsa, böyle bir ilişkiler ağına, böyle bir oluşuma bütün kapılar açılır.

HEVALA EMİNE MORAL, GÜÇ MERKEZİYDİ

Emine arkadaşı sevgi ve özlemle anıyorum bir kez daha. Hevala Emine ile biz ‘97 yılında tanıştık, Önderlik Sahası’nda kaldık, aynı devredeydik. O zaman biz bir grup Türkiyeli kadın olarak da vardık. Sadece ben, Hevala Emine değil; başka Türkiyeli kadınlar da vardı.

Birlikte Önderlik eğitiminden geçtik. Genel bir eğitim devresiydi. Önderliğin Türkiyeli kadın arkadaşlara ilgisi çok yüksekti. Şuna çok büyük önem veriyordu Önderlik. Mevcut şovenizmin bu kadar yükseldiği bir ortamdan, Türkiyeli genç kadınların PKK’ye ilgi duyması, Önder Apo’ya ilgi duyması, mücadeleye katılmasına çok büyük değer biçiyordu ve o temelde de ele alma, yetiştirme şeyi vardı.

Şu da vardı. O dönemin kriterleri açısından söylüyorum ya da bir yansıması olarak bilinmesini istiyorum. Ağırlıkta Türkiyeli kadınlar katılıyordu. Mesela erkek arkadaşlar da vardı ama sayısal olarak daha azdılar.

Yani böyle bir zeminde tanıştık biz Heval Emine ile. Önderliğin aslında özel geliştirmek istediği arkadaşlardan bir tanesi olmuştu. Fakat Heval Emine ülkeye gelmeyi çok dayattı. Hatta iki gözü iki çeşme ağlayarak dayattı. Önderlik bunu görünce dedi; “şimdi git, biz tekrar seni çağıracağız.” Aynı dönemde ben başka bir mekânda kalıyordum. Yani Emine arkadaş o dönemin kuşağı, yani bizim kuşak. Biz belki birlikte katılmadık ama hepimiz Önder Apo’dan etkilenerek katıldık.

Önder Apo’nun, özellikle 93’te başlayan barış arayışları, “bir muhatap arıyorum” arayışları, Türkiye ile çözüm arayışlarının bize bir şekilde yansımasıyla o katılımlar oldu. Öyle etkilendik. Yani aslında Önderlik bizi etkileyip getiriyordu.

Kemal Pir, Haki Karer kişiliğinden, Önder Apo’nun ilk yol arkadaşlarının Türkiyeli arkadaşlardan olmasından derinden etkileniyorduk. Bizim açımızdan doğru ve anlamlı yaşamak, Kemal Pir gibi, Haki Karer gibi olmak, o ilkelerle, o ölçülerle yaklaşmak oluyordu.

O anlamıyla Heval Emine’de de Önderliğin iyi, güçlü bir arkadaşı olmak, Önderliğe doğru katılmak, onu doğru temsil etmek, bir yaşam ilkesi haline dönüşmüştü.

Sonra Heval Emine ülke zeminine geldi. Ağırlıkta Zagroslarda gerillacılık yaptı. Sonra ülkede yeniden buluştuğumuzda, Önderlik sahasında yaşadığı o sözleşmeyi kendisinde derinleştirmiş, Önderlikle yaşamanın ilke ve ölçülerini kendisinde oturtmuş bir Emine arkadaş gördüm ben. Bunu en sade ve akışkan haliyle bulunduğu topluluğa geçirebilen, anlatabilen, sadece sözle değil yaşamıyla, duruşuyla, yani yaşam eylemiyle bunu anlatabilen bir arkadaş haline gelmişti Heval Emine.

Bir sanatsal gücü vardı. Mesela güzel şiir okurdu, yazardı. Sinemada oynadı. Güzel tiyatro yapardı, oynardı. Birikimi çok iyiydi. Başta kadın tarihi, kadın bilimi, hakikat dersi olmak üzere iyi bir eğitmenciydi. Komutandı. Hep askeri alanda kaldı ağırlıkta. Evet çeşitli dönemlerde farklı çalışmalarda da kaldı. İdeolojik çalışmalar, toplumsal çalışmalar gibi…

Fakat esas Heval Emine’yi Emine yapan yaşam duruşuydu. Yani yaşamda kurduğu doğal ilişki düzeni, o mütevazilik ve paylaşım ilişkisi içerisinde sahip olduğu dönüştürme gücü, çevresine yaydığı yaşam enerjisi ve sevgisi aslında onu bir moral merkezine, bir ideolojik merkez, bir güç merkezine dönüştürüyordu.

TÜRKİYE’DE APOCU TÜRKLÜK DE İNŞA OLDU

Doğduğu topraklar, Nevşehir. Oranın kadim kültüründen de biliyoruz ki Neolitik’in derinlemesine yaşandığı bir coğrafya. “Herkes biraz kendi coğrafyasına benzer” diyorlar ya, Heval Emine de Orta Anadolu’nun emekçi, toplum değerleriyle, halk değerleriyle yetişmiş bir kadını olarak mücadelede kendi damgasını vurdu.

Heval Emine’nin yaşamı da romanlara konu olacak bir yaşamdır. Çocukluğundan katılımına, mücadele içerisinde yaşadıklarına, anılarına kadar… Umarım birileri bir gün fırsat bulur, bunları işler, araştırır ve Emine Erciyes arkadaşımızı tarihe daha güçlü bir şekilde mal eder.

Türkiye’de bir Türklük inşası var. Cumhuriyetin yarattığı bir Türk tipi oldu. Fakat bir Apocu Türklük de inşa oldu. Bunun da herkes tarafından bilinmesini istiyorum. Burada nicelik çok önemli değildir. Nitelik olarak Kemal Pir’den, Haki Karer’den başlayarak günümüze gelen bir Apocu Türklük inşası vardır. Bunun da iyi anlaşılması ve tanınması lazım.

Bu Türklük, zindanlarda Kemal Pir gibi, “Sen Türk zindanında Türk’sen ben değilim. Yani inkârcıysanız, soykırımcıysanız, asimilasyonistseniz ben bu kimliği reddediyorum” diyecek kadar radikal bir Türklüktür. Ve esas aslında emekçi, halkçı, özgürlükçü, derinlikli ve demokrasi değerlerini kendisinde sentezleyen Türklük de böyle bir Türklük oluyor.

Emine de böyle arkadaşlarla şakalaşıyor. Türklük-Kürtlük üzerine de şakaları çoktur Emine’nin. Yani Apocu Türklüğü kendi şahsında böyle inşa eden, o anlamıyla da Türkiye toplumuna kendisini bir model haline getiren bir yoldaşımızdır.

Türkiyeli genç kadınların içinde olduğu durumu hiç iyi görmüyorum. Tam bir kültürel yozlaşma, kendi gerçekliğinden kopma, hedefsizlik, amaçsızlık, yani kapitalist modernitenin, erkek egemenliğinin çizdiği sahte sınırlar içerisinde gittikçe daha da debelenen bir Türkiye’de genç kadın kesimi var.

Onun çıkış alternatifi, Emine arkadaş gibi olmaktır. Bu vesileyle tüm Türkiyeli genç kadınları Emine arkadaşı tanımaya, merak etmeye, tanımaya, araştırmaya, incelemeye çağırıyorum. Böyle olursa Türkiye’de daha anlamlı, daha özgür yaşam inşa edilebilir.

Önder Apo, Türkiye devrimini de kadın devrimi olarak ele aldı. Mesela Önderliğin şu değerlendirmeleri vardır: “Neden Türkiyeli kızlar bize daha fazla ilgi duyuyor?” Yani Türkiye’deki inşa edilmiş kadınlık gerçekliğinin ne kadar köle bir gerçeklik olduğu ve bundan çıkışın aslında Türkiye’de temel demokratikleşme dinamiği olacağı, Türkiye’yi daha ileriye taşıyacağı, özgürlüğün kadın özgürlüğünden geçtiği konusunda sıklıkla değerlendirmeleri ve vurguları vardır. Ve bu, gün geçtikçe kendisini çok daha fazla dayatan bir hakikat haline gelmiştir.

 

PaylaşTweetGönderPaylaşGönderTara
Önceki yazı

Hesekê’de ‘Sıfır Atık’ Kampanyası başlatıldı

Sonraki Yazı

Mexmur’da Devrimci Gençlik Öncüsü Şehit Çiya Rizgar Anıldı

Sonraki Yazı
Mexmur’da Devrimci Gençlik Öncüsü Şehit Çiya Rizgar Anıldı

Mexmur’da Devrimci Gençlik Öncüsü Şehit Çiya Rizgar Anıldı

Genç Kadınlar Manifesto Kampında: Özgürlük İçin Birlikte Okuyor, Tartışıyor, Örgütleniyor

Genç Kadınlar Manifesto Kampında: Özgürlük İçin Birlikte Okuyor, Tartışıyor, Örgütleniyor

Manşet

  • Barış ve Demokratik Toplum Konferansı İstanbul’da Gerçekleştirilecek
  • İlham Ehmed Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nda Konuşacak
  • Kerboran’da Kitlesel Taziye Ziyareti
  • Koçyiğit İmralı Görüşmesini Anlattı
  • 11. Yargı Paketi Adalet Komisyonu’nda Kabul Edildi
  • Önder APO’dan İştar Meclisi Konferansı’na Mesaj
  • HPG BİM 2018’de Şehadete Ulaşan 5 Özgürlük Gerillasının Kimlik Bilgilerini Açıkladı
  • Ermeni Kültür Evi ve Ermeni Gençlik Hareketi Sanat Gecesi Düzenledi

En Çok Okunanlar

  • HPG BİM 2018’de Şehadete Ulaşan 5 Özgürlük Gerillasının Kimlik Bilgilerini Açıkladı

    HPG BİM 2018’de Şehadete Ulaşan 5 Özgürlük Gerillasının Kimlik Bilgilerini Açıkladı

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Önder Apo: Sürecin Başarıya Ulaşması İçin Tüm Gayretimi Ortaya Koyuyorum

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • İlham Ehmed Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nda Konuşacak

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Kürtler Her Halükarda Özgürlüğü Kazanacaklar

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • DEM Parti Komisyon Üyeleri: Görüşme Tutanaklarının Tamamı Paylaşılsın

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Koçyiğit İmralı Görüşmesini Anlattı

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Barış ve Demokratik Toplum Konferansı İstanbul’da Gerçekleştirilecek

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Önder APO’dan İştar Meclisi Konferansı’na Mesaj

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • HPG-BİM 2022 Yılında Şehit Düşen 6 Özgürlük Gerlillasının Kimlik Bilgilerini Açıkladı

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • 11. Yargı Paketi Adalet Komisyonu’nda Kabul Edildi

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
Şimdi Oynatılan
Nûçe Ciwan

Copyright © Nûçe Ciwan 2018. Tüm hakları saklıdır.

Bizi Takip Edin

  • Telegram
  • Whatsapp
  • Twitter
  • YouTube

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Dil
    • Kurmancî
    • Türkçe
  • Anasayfa
  • Haberler
    • Kurdistan
      • Bakur
      • Başûr
      • Rojava
      • Rojhilat
    • Ortadoğu
    • Avrupa
    • Dünya Çapında
  • Derinlik
    • Analiz
    • Röportajlar
    • Açıklamalar
  • Gençlik
    • Öğrenci
    • Enternasyonal
    • Eylemler
    • Werin Cenga Azadiyê
  • Önemli Başlıklar
    • Önder Apo
    • Şehitler Anısına
    • Devrimci Halk Savaşı
    • Kimyasal silahlar
  • Özel
  • Tüm Haberler

Copyright © Nûçe Ciwan 2018. Tüm hakları saklıdır.