HABER MERKEZİ- Sosyal Bilimler Akademisi yazdı:
Toplumun İç Dinamiği Olmayan Sosyalizm Yıkılmaya Mahkûmdur
‘krizle gelen krizle gider’
Reel sosyalizmin tarihsel sahneye çıkışı, çoğunlukla büyük sistem krizlerinin ardından gerçekleşmiştir. Önder Apo’nun son İmralı değerlendirmelerinde dikkat çektiği gibi,
Birinci Dünya Savaşı kapitalist düzenin yapısal çöküşü sonucunda Sovyetler,
İkinci Dünya Savaşı sonrasında da Çin, Vietnam ve diğer devlet merkezli sosyalist modeller ortaya çıkmıştır.
Önder Apo’nun Bu örnek modeller üzerinden yaptığı tespit, Bütün sosyalist deneyimlerin varlık biçimine dair derin ontolojik bir eleştiridir. Çünkü hepsileri, bir sistem krizi üzerinden doğdular. Ve bu deneyimlerin, içsel yönü olsa da dışsal süreçlerin ürünüdürler. Dışsal krizle gelen, halkın içinden mayalanmamış demektir. Bu süreç, Toplumun iradesine dayanmamış, bir devlet biçimi almış anlamına gelmektedir. Bundan dolayı, sistem krizlerinden ‘dışsal müdahaleyle’ doğan her sosyalist teori, devlet biçimini alır ve toplumsallıktan kopar. Oysa sosyalist teori ve politika, toplumun içsel dönüşüm esaslarına yani içten doğarsa, etik, ahlaki ve politik temele dayanır.
Bundan hareketle, bu devrimler, Toplumsal iradenin derinleşmiş bir örgütlenmesiyle değil, dünya sisteminin çatlak anlarında iktidar boşluğunu değerlendiren yapılardır. Dolayısıyla bu yapıların çoğu, militer, devletçi, merkeziyetçi ve savaşın zorluklarına göre şekillenen, biçim alan yapılar olduğu için, toplumun içsel dönüşümünü örgütleyemediler.
Bu yapıların ortak noktası, toplumsal birikimin içsel dönüşümüne değil; oluşan sistem krizinin yarattığı iktidar boşluklarına dayanarak kurulmuş olmalarıdır. Yani halkın uzun süreli, ahlaki-politik örgütlenmesine değil; mevcut düzenin çatladığı anlara müdahale etmeye dayalı bir “devrim” anlayışıdır.
Önder Apo’nun “krizle gelen, krizle gider” sözü, yalnızca tarihsel bir tespit değil, sosyalizmin epistemolojik, metodolojik ve varoluşsal anlamına dair ontolojik bir eleştiridir.
Çünkü toplumdan, eko-sistemden, demokrasiden, kadından, kültürden, ahlaktan, tarihsel-toplumundan, zihniyet dönüşümünden doğmayan hiçbir sosyalist oluşum kalıcı özgürlük üretemez. Bundan dolayı, demokratik sosyalizm, krizi değerlendirerek ama sadece krizlere dayanmayarak, toplumsal bilinçle, ahlaki-politik örgütlenmeyle ve kadın öncülüğünde gelişir. Burada kriz ve çatlaklık dönemleri, katalizör olabilir ama kurucu ve oluşturucu olamaz. Kurucu olan, toplumun kendi ahlaki-politik iradesidir.
Bu tespit, aynı zamanda bugünün paradigmasının neden kadın, toplum, ahlak, ekoloji ve doğrudan demokrasi gibi içsel dinamikler üzerinde kurulduğunu da açıklar.
Dolayısıyla Toplumun iç dinamiği dışında doğan her sosyalist yapı, kısa vadede güç kazanabilir; ama uzun vadede toplumsal hafızayla bağ kuramadığı, halkla bütünleşemediği ve değer üretemediği için kendi içine çöker.
Tarihte bu örnekler çok açıktır.
Sovyet sistemi, savaşı kazansa da, eşitsizliğe yol açan sorunları ortadan kaldırmadı ve barışı kuramadı.
Çin devrimi, halkı silahlandırdı, direndi kurumsallıklar gelişti ama özgürleştiremedi.
Vietnam, emperyalizme karşı direndi ama devletleştikçe halktan koptu.
Bu yapılar toplumun içsel devinimini değil, savaşın dayattığı acil refleksleri esas almıştır. Krizde doğmuş ama krizi aşamamıştır. Bu nedenle kriz sona erdiğinde kendi tarihsel meşruiyeti de sona ermiştir.
Önder Apo’nun paradigması burada bir kırılma noktası sunar:
Gerçek sosyalizm, krizle gelmez. Halkın ahlaki, kültürel ve örgütsel birikimiyle, kadın öncülüğünde, toplumsal bilinçle kurulur. Dolayısıyla toplumsal devrimler, yalnızca kriz fırsatlarıyla değil, toplumsal zihniyetle yapılır.
Bugün içinde yaşadığımız 3. Dünya Savaşı koşulları, yani yeni bir küresel kriz evresi, benzer bir yanılsama riski taşımaktadır.
Kriz fırsatı üzerinden kurulacak her şey, tıpkı geçmiş örneklerde olduğu gibi, kırılgandır. Çünkü krize dayanarak kurulan sistem, krize yenik düşer.
Bu nedenle bu deneyimler sosyalist teori ve politikasına sahip olan tüm, sosyal, kültürel, etnik, ekolojik, inançlar vb hareketler için ders çıkarmak için her zamankinden daha kritik bir anlam taşır.
Yeni sosyalist çizgi, Devletten değil, toplumdan ve onun öz yönetiminden geçer, Partiden değil, ahlaki-politik örgütlenmeden geçer, üretim ilişkilerinden ve siyasal süreçlerden değil, zihniyet inşasından geçer, sadece krize dayanmakla değil, içsel dinamiklerin birliği olan hakikatten doğmalıdır.
Sosyalizmin kalıcılığı, halkla kurduğu bağın derinliğindedir. Krizle gelenin değil; ilişkilenme, anlam ve örgütlemenin kurduğu içsel zeminle gelenin yıkılmazlığı vardır.
Sonuç olarak, Sosyalizm, dışsal krizlerin çocuğu değil; içsel dönüşümün meyvesidir.”