HABER MERKEZİ- Miraç Ural’ın kaleminden
“Terör örgütleri bir süredir hazırlık içinde saldırılarını organize ediyorlar. Bu hazırlık sonrasında belli yerlerden onay almış olarak saldırıya başladılar. İlginç olan şey, Lübnan’daki sorunlarla atbaşı yürüyen bir saldırı gerçekleştirdiler. Bu ayın 27’sinde sabah saat 04’te başlayan ateşkes anlaşmasına İsrail ve Lübnanlı tüm güçler uydular. Onlar buna uyum sağlarken Türkiye’nin desteklediği terör şebekeleri ateş etmeye, savaşı yeniden alevlendirmeye başladı. Bu vakit öyle hassas bir vakit ki doğrudan İsrail emriyle verilmiş gibidir. Lübnanlı Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrullah öldürülünce bu çevrelerde aniden bir sevinç çığlığı başlamıştı, çarşıda yollarda helva şekerleme dağıtıldı. Buradan da anlaşılıyor ki bu terör şebekeleri Lübnan’da ateşkes ilan saati ile onların hücum saati aynıyla birbirine denk geliyordu.
Halep’teki durum
Halep şehrinin kuzeyinde ve batısında yer alan bu saldırı terör örgütlerine geniş ölçekte toprak kazanımı getirdi. 17 yerleşim biriminden çekilen Suriye ordusu bu alanları terör şebekelerine bıraktı. Ancak bu çekilme askeri taktik olarak yorumlandı ve ardından gelen süreçte ağır bombardımana başlandı; Rus ve Suriye birlikleri hava ve karadan tüm mevzilere saldırmaya başladı. Her iki taraftan büyük kayıplar verildi. Suriye birliklerinden teğmen ve altındaki askerlerden 150’ye yakın kişi şehit olurken, karşı tarafta en azından o kadar kişi de öldürüldü. Yaralı sayısı da oldukça fazla oldu. Ancak terör şebekelerinin elinde bulunan 7 km uzaklığındaki mevziler 5 km’ye kadar indi. Bu da tehlikenin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
Suriye ordusunun açıklamalarına göre uzun zamandır sessizliğini koruyan bu hat artık ateşe açık hale gelmiştir. Her türlü savaş araçlarıyla saldırı kesilmeden devam edecektir. Colani birlikleri olan Cephet-ul Nusra ile “Suriye Milli Ordusu” adını alan Erdoğan’ın beslediği ve tüm imkanlarını Türkiye devletinin sunduğu çetelerle birleşik cephe kurdular. Bu saldırılar Serakib–Halep hattı çevresinde dönüyor ve esas olarak Badiha mevkisi üzerine yoğunlaşmış durumda. Bu alan da terör şebekelerinin denetimi altına girmiş oldu. 26 km uzunluğunda 10 km genişliğinde kazanılan bu mevziler yaklaşık olarak 200 km’lik alandan oluşmaktadır. Ancak Suriye Ordusu bu alanı boş askeri alan olarak ilan edip bombalamaya başladı.
Erdoğan’ın planları
Ortam sakinliğini yıllardır koruyorken, bu ateş çemberi nasıl oluştu? Bu sorun yıllardır Erdoğan tarafından hazırlanıyordu. Askeri açıdan sürekli kontrol edilen, eğitilip hazırlanan, birliğin adını da “Suriye Mili Ordusu” olarak koyan Erdoğan, Suriye üzerinde oynayacağı oyunların hazırlığı içindeydi. Türkiye’de mülteciler sorunu gündeme gelince ortam çok karmaşık bir hal almıştı. Geri dönmek istemeyen mülteciler her alanda gösteriler yapmaktan çekinmedi. Erdoğan’ı ihanetle suçladılar. Oysa Erdoğan onlar için “Ordu” oluşturuyordu, özel harp okullarında eğitim veriyordu, bununla da kalmayıp İdlip’te yerleşmiş olan Nusra Cephesiyle (Heyet Tahrir el Şam) ve o çevrede yer alan değişik boyutta ve kaynaktan gelmiş olanlarla ittifak edecek kadar gözü dönmüştü. Erdoğan’ın Suriye topraklarında eski varlığı uluslar arası tepki gördükçe “Suriye Milli Ordusu”nu harekete geçirebilirdi. Nitekim bugün olayın bilinç altındaki varlığı “Suriyeliler birbiriyle vuruşuyorlar, bize ne” demeye getirdi. Ancak veriler, araçlar, silah ve mühimmatlar tümden, eksiksiz olarak Amerikan, İngiliz ve Türkiye imalatıydı. Suriye ordusu diye isimlendirilen bu terör şebekeleri, ayrıca Suriye Kürtleriyle mücadele etmek için oluşturulmuş bir girişimdir. Zamanı geldiğinde onu da harekete geçireceklerdir.
Saldırılar Nübbol ve Zehra üzerine yoğunluk kazandı. Bu iki il Şii çoğunluğuyla bilinen illerdir. Daha önceleri bu terör örgütleri, barış araçlarıyla şehirlerini terk eden halka ateş açarak, otobüsleri yakarak halkı katletmeye yönelmişlerdi. Şimdi de tüm güçleriyle bu iki şehre Grad fırlatmaya devam etmektedirler. Ayrıca insansız hava (İHA) araçlarını da kullanmaya başlayan bu terör şebekelerinin İHA’ları nereden ve nasıl bulduklarını sorgulamak gerekiyor; Ukrayna’dan geldiği tespit edilen bu araçların Türk yapımı silahlar olduğu tartışmasızdır. Giriştikleri bu saldırıyı da “Red el İdvan” (Düşmanlığın reddi) diye adlandırmaktadırlar.
Suriye ordusu Serakib çevresini koruma amaçlı olarak otobanı ulaşıma kapatmıştır. Şam-Halep bağlantısının bu şekilde kesilmesi teröristlerin silahlarından çıkan kurşunların otobanı aşmasından dolayıdır ki bu durumda aradaki mesafe oldukça kısalmıştır. Suriye ordusu çevresinde oluşan sivil birliklerin de bu savaşa aktif olarak katıldıklarını görmekteyiz. Şu sıralarda İdlip-Neyrab gözetleme kulesini vurma alanındaki Türk tarafına da açıktan askeri vuruşlar yapmaya başlamış. Bu Türkiye’nin askeri düşman asker olarak görüldüğünü göstermektedir. Doğrusu da budur. Şu an yürürlükte bulunan tüm terör şebekelerinin yönlendirilmesi dahil her şeyi Türk devletinin izniyle, kararlarıyla, teröristlere verilen aylıklarıyla birlikte bir bütün olarak Türkiye’nin imalatıdır. Erdoğan’ın Beşşar Esad’a “gel buluşalım” demesinin iki yüzlü bir politika olduğu açıkça görülmüştür. Bu iki yüzlü politikayla asla barış gelmezdi. Şimdi açıkça görüldü ki terör şebekelerini kardeşliğe tercih eden Erdoğan’ın kendisidir. Yine görüldü ki hiçbir devlet, Erdoğan’ın vereceği söze güvenmemektedir, onun iki yüzlü bir politikacı olduğunu bilmektedir. İşte Mısır’la, Irak’la, Suudi Arabistan’la geliştirilen yeni politikalar, eskinin tam tersi politikalardır. Artık Erdoğanizm yıkılmaya mahkumdur, yaptığı son çıkışları da onu kurtaramayacaktır.
Başlamış ama bitmemiş bir savaş
Mukaveme Suriyye birlikleri olarak bizler de bu savaşın içinde yerimizi aldık. Tüm yoldaşların başarıyla savunmayı yerine getirdiklerini biliyoruz. Bu saldırganlık daha da boyutlanırsa Halep merkezli Kürt birliklerin de ortak cepheye katılacaklarına inanıyorum. Bu yapılan ahlaksızlıklar öyle boyutlar alıyor ki, kimin ne zaman dost, kimin ne kadar düşman olduğu belli değildir. Suriye ordusuna saldırının ardından Halepli Kürtlere saldırı da aynı kalpazanlar tarafından Erdoğan’ın politikası gereği yapılacaktır.
Suriye ordusu bu menfur olayların hakkından gelecek kadar güçlüdür. Ancak askeri taktikler gereği geri çekilmesi, 17 yerleşim merkezinin şu sıralar 32’ye kadar yükselmesi teröristlerin bu savaşta yapacaklarından çok esas saldırgan Türk silahlı kuvvetlerinin yapacaklarını görmek ve ona göre hazırlıklı olmak gereğinden kaynaklanıyor. Bu savaş başlamış ama bitmemiş bir savaştır. Bu savaşta her birimizin yeri ve ağırlığı olacaktır. Zafer er ya da geç bu toprağın sahiplerinin olacaktır. Suriye halkı, ordusuyla, sivil güçleriyle bu savaşta yerini alacak ve kazanacaktır.
Esad Moskova’ya giderken
Bölgemizde olağanüstü gelişmeler yaşanıyor. Lübnan’da ateşkes bağlandı. Ama düşmanlıklar hala sürmektedir. Lübnan barış anlaşması imzalandığı an Suriye terör şebekelerinin saldırısına uğradı. Trump’ın iktidara gelişiyle değişecek olan tüm yerli hesaplar üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Suriye ile ilgili daha birçok konu üzerinde konuşulması gerekmektedir. Esad’ın Moskova’ya gidişi çok önemlidir. Üzerinde tartışılacağı ve aynı zamanda açıklığa kavuşturulması gereken birçok konu vardır. Moskova gidişi belli olmamakla birlikte yakında olacağını belirtmek yerinde olacaktır.
Esad’ın üç temel konu üzerine Putin’le görüşeceği sanılmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz. Birincisi; Lübnan ile İsrail arasında gerçekleşen ateşkes anlaşmasıdır. Bu konu hayati önem taşımaktadır. Lübnan’a saldırılar yapıldığı zamanda Suriye’ye ağır vuruşlar yapan İsrail bu anlaşmayla nispi bir sessizlik içinde olacaktır. Ayrıca bu savaşın devamında Şam’ı tehdit eden eğilimleriyle İsrail, Suriye’de hala çözülmemiş olan Kürt davasına ilişkin kaygılar taşımaktadır. Ancak bu barış anlaşmasının ortaya çıkışıyla nispeten rahatlayan Suriye, Kürt meselesini çözmek zorunda olacağı bir sürece girmiştir. Lübnan barış anlaşması bölge dengeleri açısından da çok önem taşımaktadır. Erdoğan bile İsrail’in bu pervasız girişimine bağlı olarak Türkiye’ye saldıracağı sanısında bulunmaktadır. Siyasal sahneye düzen vermek isteyen Erdoğan, bu iddiayla ortalığı kışkırtmak, kof hayallerle ortalığı ateşe vermek istemişti. Ama bu anlaşma bu tür düşünceleri de yıktı. Bu yeni gelişme üzerinde Putin’le görüşmeler yapılacaktır.
İkincisi; Kürtlerin haklı olarak Suriye’den talepleri vardır ve bu taleplerinin irdelenmesi ve kazanılması gerekmektedir. Bu süreç daha fazla uzarsa Suriye için olumsuz olacaktır. Kürtler Suriye devletiyle barışmak istemektedir, bunun için de elinden gelen tüm olanakları kullanmaktadır. Rusların oynayabileceği roller varsa bunun açığa çıkması istenecektir. Aşiretleri kışkırtarak bir yere varılmayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Ruslar da bunun böyle olduğunu bilmektedir, bu nedenle çözüm için karşılıklı oturup ortak kararlara varılması gerekmektedir. Lübnan anlaşması bu fırsatı yaratmıştır. Türkiye’de gelişen Kürt sorunu Rojava için de çok önemli katkıları olacaktır. Esad, Kürtlerle sorunları görüşerek çözebileceğini söylüyor ama bunun için sağlıklı adımlar atmamaktadır. Moskova ziyaretinde bu konularda daha acil içerikli davranışlara bakılacaktır.
Üçüncüsü; Türkiye’yle ilgili sorunlardır. Şu sıralar sürmekte olan terör saldırılarının da anlattığı gerçek, Erdoğan’ın iki yüzlü ahlaksız bir politikacı olduğudur. Bu gerçeği Ruslar da bilmektedir. Son olarak Türk silahlı kuvvetlerinin işgalci ordu olduğu yönündeki Rus açıklamaları bu gerçeğin yetirince kavrandığını göstermektedir. Esad baştan beri dik duruşunu kaybetmeksizin Putin’le bu konuyu bir daha konuşacaktır.
Esad’ın temel olarak bu üç noktada tavır ve davranış içinde Putin’le görüşeceği sanılmaktadır.”
Kaynak: Yeni Özgür Politika