Too Many Requests from Your Network
Please complete verification to access this content.
HABER MERKEZİ-
Besê MÎTRA Yazdı…
“Kadın özgürlük meselesi bütün önemini koruyor. Demokratik komünalist süreç ana kadın toplumsallığının güncellenmiş halidir. Toplumsal gerçekliğe de ancak bu yöntemle varılır. Tecavüz kültürü aşılmadıkça; felsefe, bilim, estetik, etik, din alanlarında toplumsal hakikat açığa çıkmaz. Yeni dönem toplumun derinliğine gömülü erkek egemen kültürü yıkmadıkça Marksizm’in de kanıtladığı gibi sosyalizm başarısı da mümkün olmayacaktır. Sosyalizme kadın özgürlüğünden gidilir. Kadın özgürlüğü olmadan sosyalist olunmaz. Sosyalizm olmaz. Demokrasi olmadan sosyalizme gidilemez. Benim sosyalizm ile ilk sınavım bir kadınla nasıl konuşacağımı bilmektir. Bir kadınla nasıl konuşacağını bilmeyen sosyalist olamaz. Bir erkeğin sosyalistliği bir kadınla kurduğu ilişki biçimi ile ilgilidir.”
Rêber APO-8 Mart 2025
Sosyalizm toplumsal yaşamın bilimi, toplumla iç içe gelişen yaşamın insani özelliklerinin ifadesi, fikridir. Bir bilim, fikir ya da ideoloji olarak 19’uncu yüzyıl da sistemli hale gelmesi onun bu özelliğini değiştirmez. İnsan toplumsal bir varlıktır. Sosyalizm de toplumla ilgili bir kavram ve sistem olduğundan hep vardı ve hep var olacaktır. Çünkü “sosyalizmden kuşku duymak insandan kuşku duymaktır.” Sosyalist toplumun kapsamı, öngördüğü toplumsal yaşamın biçimi bu yaşamın kültürü ve ahlakı genel hatlarda net olmasına rağmen bir ideoloji ve sistem olarak sosyalizmin günceldeki durumu anlaşılırdır. Çünkü sosyalizm ve insan ilişkisi birebir bir ilişkidir. Bugünün insanlarının hem birey hem de toplum olarak yaşadıkları durum sosyalizmin durumudur.
Sosyalizm toplumsal bir sistem olduğundan insanlığın yaşadığı sorunlar aynı zamanda sosyalizmin sistem olarak yaşadığı sorunlar olmaktadır. Bu açıdan insanlığın yaşadığı sorunlar üzerinden sosyalizmin sistem olarak yaşadığı sorunları tartışmak ve anlamak gerekmektedir.
Sosyalist olmak öncelikle eş yaşamda özgürlük düzeyini tutturmakla ilgili olmak durumundadır. Eski mitolojik, dinsel yaşama başlarken rastladığımız büyük ilkesel ve pratik çetin yaşamlar benzeri bir yaşam tarzı gerekir. Eş yaşamın sosyalistçe inşası, uygarlık sistemlerinin ve kapitalist modernitenin evcil özü ve biçimlerini aşmayla gerçekleşebilir. Sistemin banalleştirdiği cinsellikle, evcilik oyunlarıyla, soyculukla (çoğalım anlamında) bir yastıkta kocamayla pek alakası yoktur. Özellikle güncel olarak tam bir hastalık haline getirilen günlük cinsel birleşmelerle de alakalı değildir. Kaldı ki hiçbir canlıda günlük cinsel birleşmenin olmaması, döngüsel bir temele sahip olması, insan türündeki cinselliğin toplumsal tarzda inşa edildiğini kanıtlar. Cinsel açlık ve aşırılık toplumsal inşayla hegemonik iktidarla bağlantılıdır. Kadına dayatılan erkek cinsiyetçiliği tüm biçimleriyle iktidar gerçekleştirimi olarak kendini belli eder. Bu tür cinsiyetçiliğin mutluluk vermesi şurada kalsın tam bir hastalık ve mutsuzluk kaynağıdır. Tükeniş ve erken ölümdür. Hiçbir kadın veya erkek bünyesi bu tarz cinselliğe uyum gösterecek yapıda değildir. Özellikle kapitalizmin kadın reklamcılığıyla körüklediği cinsiyetçilik tamamen ideolojik hegemonyayla ilgili olup azami kâr kanununun gerçekleştirilmesini sağlamaya yöneliktir. Denilebilir ki hiçbir ilişki, toplumsal cinsiyetçilik kadar sistemi taşıma gücünde değildir. Dolayısıyla anti-kapitalist olmak ancak bu tarz cinsiyetçi yaşamı reddetmek ve aşmakla mümkündür.
Tıpkı sosyalizmde olduğu gibi, kadın özgürlüğü ve eşitliğine giden yol en kapsamlı ve başarılı demokratik mücadeleden geçer. Demokrasiyi kazanmayan kadın hareketi özgürlüğü ve eşitliği kazanamaz. Sosyal alanda özgürlük açısından en önemli sorun aile ve evlilik gerçeğidir. Bunlar dipsiz bir kuyu gibi durum arz ederler. Kadın için kurtuluş gibi gelen bu kurumlar, mevcut toplum zihniyetiyle bir kafesten diğerine geçmekten başka anlam içermez…
‘Erkeklik’ aşılmadan sosyalist topluma ulaşılmaz
İnşa edilmiş ‘erkeklik’ aşılmadan kadın ve erkek arasındaki ilişkiler, dolayısıyla toplumsal ilişkiler özgürleşemez ve de sosyalist toplum normlarına ulaşılamaz. Bu nedenle ‘erkekliğin’ aşılması önemle üzerinde durulmayı gerektiren bir konu olmaktadır.
Cinsler arası ilişkiler özgürleştirilmeden, erkek lehine gelişen tek yanlı güç birikimi aşılmadan, insanlığın başına bela olan kötülüklerden kurtulma şansının olmadığını belirtiyor. Bu tespit ile cinsler arası ilişkilerin özgürleştirilmesi için iki temel çalışmanın birbirine paralel yürütülmesi ve iki cins arasında derinleşen adaletsizliği ortadan kaldırmak gerektiğinin altını ısrarla çizilmelidir. Bunlardan birincisi ve öncelikli olanı kadın özgürlük mücadelesinin geliştirilerek, kadını erkeğin sömürü zemini olmaktan çıkarıp, kendi varlığını tanımlayacak özgür bir düzeye gelmesi gerekmektedir. Bu çalışma toplumsal özgürlük mücadelesinde temel ve merkezi bir konumu ifade ediyor. Toplumun özgürleşmesinde kadın özgürlük mücadelesinin tamamlayanı olan ikinci önemli çalışma ise tek yanlı gelişen birikim ve güce dayalı sistemi ortadan kaldırmanın etkili bir yolu olarak “erkeği öldürme projesidir”. Birbirine paralel yürütülen, cinslerin özgürleşmesini hedefleyen bu iki çalışmanın başarılı sonuçlar almasıyla, ancak toplumsal özgürlüğe yani sosyalist toplum hedefine ulaşılabilir.
Kadına hükmedilmesi ve sömürülmesi gereken nesne muamelesi yaparken, kendi yaşadıklarına yabancılaşmakta ve yaşananları normalleştire bilmektedir. “İnsan başkalarını cezalandırabildiği, aşağılayabildiği, hatta yok ede bildiği sürece kendi kendisiyle yüzleşmek zorunda kalmaz. Zaten yüzleştiği an, kendi kurban durumunda oluşuyla göz göze gelecektir. Erkeklerin kendi yaşadıklarıyla yüzleşmesi bu nedenle önemlidir. Kendi kurbanlık durumunu fark etmeyen erkek, kadının kurbanlık durumunu doğanın bir kanunu gibi ele alıp, her tür şiddet ve cezalandırmayı normal görecektir. Her gün onlarca, yüzlerce kadının erkek şiddetiyle katledilmesi ve toplumun buna karşı sessiz kalma hali kesinlikle bununla bağlantılıdır. Katleden erkek aslında kendi vicdanını, özünü katlettiğinin farkında bile değildir. Bir kadını katledebilen bir erkek, her türlü kötülüğü yapma potansiyeline sahip biridir. Her gün yaşanan vahşet olaylarında bu somut olarak görülmektedir. Bu nedenle erkeklerin, erkeklik olgusuyla yüzleşmeleri ve tanımlamaları, bunu aşmanın demokratik bir topluma gitmenin ilk şartıdır.
Erkeği öldürmek, aslında sosyalizmin temel ilkesidir
‘Erkeği öldürme’ kavramı ilk olarak 1996 yıllında Önder APO tarafından telaffuz edilir. Kuşkusuz burada erkeklik olgusu biyolojik olarak ele alınmayıp, bununla inşa edilmiş ataerkil sistem değerlerinin bireyde somutlaşması kast edilir. Erkeklik, inşa edilmenin ürünü ve doğal toplum ilişkilerini bozuma uğratıp, tüm kötülüklerin kaynağını oluşturuyorsa o halde ortadan kaldırmanın en etkili yolu ‘öldürmektir’. Yani zayıflatarak, etkisini azaltarak bunu aşmak mümkün olamaz. Çünkü erkeklik iktidarın en kurumsallaşmış halini ifade eder, köklü ortadan kaldırılmadığı sürece, kanser gibi yayılıp, çoğalır.
Diğer sosyalist devrim süreçlerinin aksine sosyalist insan yaratılarak, sosyalist topluma ulaşmanın mümkün olabileceğini ortaya koyar. Bu, şu açıdan oldukça önemlidir; cinsler arası özgür ilişkileri yaratma sorununu görmezden gelip, devrim sonrasına ertelemek, ataerkil ve kapitalist sistem değerlerinin toplumsal ilişkilere ve dolayısıyla devrimci yaşama sızmasına yol açmaktadır.
Bu devrimlerin en temel özelliği, sosyalist insanı yaratmayı devrim sonrasına ertelemeleridir. Oysa devrimler insanlarla olur, iktidarın el değiştirmesiyle değil. Az sayıda bireyde de olsa, kişilik devrimi yaşanmadan devrim yapabilmenin, özgür toplum hayalini gerçekleştirebilmenin, mümkün olmadığını yaşanan deneyimlerden biliyoruz.
“Erkeği öldürmek” oldukça geniş kapsamlı olup, iktidarı, sömürüyü, haksızlığı ortadan kaldırmayı içeren süreçler bütününü ifade etmektedir. Sosyalizme giden yolda olmazsa olmazlardandır. Ondandır ki Önderlik şu belirlemeyi yapmıştır; “Erkeği öldürmek, aslında sosyalizmin temel ilkesidir. Orada, iktidarı öldürmektir, orada tek taraflı hakimiyeti, eşitsizliği öldürmektir, orada hoşgörüsüzlüğü öldürmektir. Hatta giderek faşizmi, diktatörlüğü, despotizmi öldürmektir. Bu kavram, bu kadar genişletilebilir.”
Erkeği öldürmek, birey şahsında yedi bin yılık ataerkil uygarlık değerlerini ve zihniyet kalıplarını çözümlemek ve aşmak demektir. Bu alanda biriken güç, iktidar, tahakküm, zor, hiyerarşi aşılmadan toplumsal ilişkiler demokratikleşemez, özgürleşemez. Sosyalizm öncelikle insan ilişkilerinde yaşam bularak, buradan gelişip toplumsal sisteme kavuşabilir. Önderlik, “kesin hakimiyeti altında bir kadını bulunduran bir erkek, demokrat olamaz” değerlendirmesinde olduğu gibi bu hal ile erkek sosyalist hiç olamaz. Adaletin, vicdanın, hakkaniyetin, farklılıkların yaşam bulduğu bir ortamda sosyalizmden bahsedilebilir. Cinsiyete dayalı hiyerarşi ve iktidarın olduğu bir ortamda sosyalizm gelişemez. Sömürünün, zorun, adaletsizliğin, gasp ve talanın, tacizin, tecavüzün olduğu bir ortamda toplumsal barıştan, dolayısıyla özgür toplum ilişkilerinden bahsedilemez. Cinsler arası adaletsizliği ortadan kaldırmak için erkeği öldürmek, toplumsal ilişkileri özgürleştirmek için erkeği öldürmek, sömürüsüz, demokratik, bir dünya için erkeği öldürmek, toplumsal barışın sağlanması için erkeği yani iktidarı öldürmek gerekir. Erkeklik, tek yanlı gelişen güç, iktidar olma durumudur. Dolayısıyla erkeklik öldürülmeden ya da ortadan kaldırılmadan sosyalist, demokratik bir sistem ve toplumsal barıştan bahsedilemez