HABER MERKEZİ- Şehit Halil Dağ’ın kaleminden Önder APO’ya
“Çıldırasıya yağmaya başlamışsa yağmur gitme zamanı gelmiştir demektir ve gökyüzünün gözyaşları dağlarda en güzel yolculukların başlangıcıdır. Bir ayrılık kurulmaya görsün, ilk sözler ve son dokunuşlar ile birlikte, o da ilk damlalarını bırakmaya başlar yükseklerden. O bütün ayrılıkların vazgeçilmez uğurlayıcısıdır. Gidenleri ve geride kalanları sırılsıklam ıslatıncaya kadar hepimiz için ağlar. Yağmurun kalbini sorgulayamazsınız ve nedenini soramazsınız. Sorgulayacağınız nedenini arayacağınız tek yer kendi kalbinizdir. O koca karagözlerinize daha çok bakabilseydim keşke, cesaret edebilseydim ve heyecanlanmasaydım, birkaç söz söyleyecektim size Önderim. Ve ben aslından yıllar önce çöllerin ortasındaki o kutsal şehirde yağan o yağmurun altında size, bunları anlatmak istediğimİ şimdi fark ediyorum. Sizinle ilk kez karşılaştığım o yaz sıcağında nereden çıktığını anlayamadığım o yağmurun altında sizinle birlikte ıslanırken hayatımın en güze arkadaşlığını o an kurulduğunu hissettiğim ve düşündüm, ama size hiçbir zaman anlatamadım Başkanım. Çünkü o esnada doğanın en güzel aklı en güzel sözleri dile geliyordu.
Sizin şahsınızda yağmur tenimize, kalbimize ve gözlerimize dokunarak anlatıyordu gökyüzünden getirdiklerini ve bana ise sadece susmak düşüyordu. Bu dünyaya güçlü bir bakış bırakmak belki de tek varlık nedenimizdir, güçlü ve güzel bir bakış. Belki de insanlığın en büyük eksikliğidir, elinden alınmış en değerli mücevheridir. En güzel bakış, kelime bulamazken, gözlerin bütün bedeni kurduğunu fark ettim. Ve güzel bakan bir insanın koca bir dünyayı tek başına kurduğuna
o an inandım. Gözlerimiz gizemli dünyamızın kapısıdır, akıl ve vicdan gözlerde biçimlenir. Kişinin görme biçimi önce kendi ruhunda başlayarak bütün dünyayı biçimlendirir. Gözlerimiz içimize ve dışımıza yol alan iki dünya arasında ki eşiktir ve her şey bu eşikte kurulur. İçeriden dışarıya akan hayat, dışardan içeriye yol alan zehir burada biçimlenir. İyi veya kötüye, güzele veya çirkine doğru yürümeye buradan başlarız.
Saçlarımın üzerinden akıp kirpiklerime damlayan damlaların arasında göz yaşlarımı saklamaya çalışırken, aslında hayata yeni başladığımı hissediyorum. Ama bir türlü anlatamıyordum, o kadar anlatmayı istiyordum ki size Başkanım, o an sizin güçlü ve güzel bakışlarınızın sakinliğini duyumsuyor ve sanırım biraz da kıskanıyordum. Sanırım yağmur damlalarının çırpınışındaki o melodiyi ilk o zaman yakaladım. Ve gökyüzünün yeryüzüne her bahar bıkmadan, usanmadan gönderdiği o cümleler lisanını da ilk defa o an okuyabildim. O gözler hiçbir yeri, hiçbir insanı, hiçbir şeyi görmesin diye beton duvarlar ile çevrelense de o bakışlar hiçbir uzaklığa ulaşmasın diye denizler ortasına konulsa da zehrin sahiplerinin asla ulaşmadığı bir sır vardır ki onu da bir tek o zehri içmeyi cesaret edenler bilirler.
Şimdi bu yolculuğa çıkarken size hayatın en güzel sırrını söylemeden, sizden ödünç alıyorum. Sizden ayrılırken verdiğim bir söz vardı, sırrınızı bu dağlara ulaştıracağım, bütün insanlar ile paylaşacağım ve asla vazgeçmeyeceğimin sözüydü, bu sözümü yineliyorum. Su dökerler ya gidenlerin ardından, bardakta boşalırcasına yağan yağmur ise bir daha dönmemeye çağırır kişiyi. Bıraktığımız aslında geride kalan değil, bizi ileride bekleyendir. Ve zehirlenen, o zehri hepimiz için değil, o zehri dudaklarından ki sinsi gülümsemesiyle sunandır. Ve bizim bu dağ başlarında ki bütün yürüyüşlerimiz, aslında kendi bakışlarımızı bulduğumuz size ulaşmak ve zehirde olsa sizinle aynı testiden o suyu içmek içindir. Ve bu yüzden büyük ve güzeldir. O’nun geleceğe bakan gözleri yani sizin gözleriniz Başkanım. Kuşatmalar altında odanızda olduğunuz halde, dağ yağmurları altında ıslanan gözleriniz, bu yüzden derin ve pırıl pırıldır.”