HABER MERKEZİ – Devletin ve hiyerarşinin toplum üzerindeki etkileri, uygarlık kadar eskidir. Çünkü devleti-hiyerarşiyi ve uygarlığı aynı kategoride ele alıyoruz. Devleti ve hiyerarşiyi yaratan uygarlığın kendisidir. Uygarlık aslında medeniyete vurulmuş kelepçe ve zincirdir. Binlerce yıldır uygarlığın ağırlığı altında yaşayan bir medeniyetler mozaiği var. Medeniyet insanlığın bütün yaşamsal değerleridir ve bu, sanatsal, ekonomik, siyasi, kültürel, sosyal bütün yaşamsal gelişmeleri ifade eder. Uygarlık ise bütün bu yaşamsal değerlerin üzerinde çullanan, bu değerleri gasp eden bir egemenlik aygıtı olmaktadır. Medeniyet toplum tarafından geliştirilen çok yönlü yaşamsal değerlerdir. Uygarlık, egemenliğin medeniyete musallat olmasıdır, tarihsel toplumsal değerlere iktidar ve egemenlik yoluyla ele koyma durumudur. Medeniyetin gerçekleşmesiyle muazzam toplumsal değerler gerçekleşti. Medeniyetin gelişimiyle insanlık gelişmeye başlamış, büyük bir sıçrama yaşamaya başlamışken, devlet ve hiyerarşi denen, toplumu dizginleme, robotlaştırma, emre tabi tutma sistemi toplum aleyhine hortluyor. Bu süreçle toplumlar bir kullaşma sürecine giriyorlar.
Emir komuta zinciri, ast-üst ilişkileri, özgürlüklerin ve doğal insani ilişkilerin yok edildiği devletin aslında toplumu yutma ve kırma sistemini geliştirmesidir. Burada, esasen topluma hizmet etme ve koruma gibi bir durum yoktur. Burada, toplumu egemenlik altına alma, toplumu kendi hizmetine koyma durumu var. İlk uygarlık aygıtlarının tanrıyı ön plana çıkararak, kurdukları devletin tanrının devleti olduğunu topluma kabul ettirip toplum üzerinde çok boyutlu bir hakimiyet sistemi kurdukları biliniyor. Son yüzyılların egemenlik aygıtının ulus devletin ise, özgürlükleri, demokrasiyi kendisine kalkan ve maske yapıp toplum üzerinde hala denetim sağladıkları gerçekliği var. Tabi bütün bu egemenlikler mülkiyete ve maddi imkanlara dayanarak yapılıyor. Çünkü iktidar ve egemenlik esasen mülkiyetin egemenliği üzerinde şekillenip toplum üzerinde de böylece egemenlik kurarak bu günkü ulus devletlerle son şeklini alıyor. Binlerce yıl boyunca, çok çeşitli araçlarla toplum denetim altında tutulmuş, özgürlüklerden ve insanca yaşamaktan alıkonulmuştur. Ancak, egemen kesimlere ve iktidar odaklarına göre, bütün bunlar toplumu korumak ve topluma hizmet için yapılıyor.
Bütün bu iddiaların toplumsal kesimler tarafından kabul ediliyor olması üzücü bir durumu ifade ediyor. Toplum üzerinde egemenlik kurup toplumun emeğini gasp etmenin neresi hizmet ve koruma oluyor? Günümüzde de ulus devletler araçsallaştırılarak toplumu iktidarın esareti altında tutmak ve özgürlükten mahrum bırakma gerçekliği var. Toplumdaki genel kanı ise, devletin topluma hizmet ettiği ve toplumu koruduğu yönündedir. Bu durum, devletin tarihsel ve güncel olarak toplum üzerinde bıraktığı etkiyle ilgilidir. Özellikle ulus devletlerin toplum üzerinde bıraktığı etki köleci ve feodal devletlerin bıraktığı etkiden onlarca misli daha fazladır. Ulus devlet, ulusun koruma gücü olarak ulusun fertlerine-bireylerine kabul ettirilir ve bu aygıtın yok oluşu ve kaybı ulusun yok oluşu olarak ulusa kabul ettirilir. Aksi halde, vatan millet sakarya ne anlama gelir? Türkiye’de sözde istiklal marşı okununca, yediden yetmişe, işçisi, köylüsü, memuru, askeri, sivili, öğrencisi kısaca herkes tek hizada hazır olda ulus devlet denen son yüzyılların tanrısı önünde secdeye duruyorlar. Bu durum farklı şekillerde bütün uluslarda az-çok yaşanılan bir durumdur. Sosyalist ülkelerde bile bu kullaşma durumu tam olarak aşılamadı.
Görüldüğü gibi, tarihsel olarak egemenlik için şekillenen devlet aygıtının toplum üzerinde bıraktığı etkilerin güncelde hala çok derinde olduğu görülüyor. Bu durumda, toplumsal özgürlükten söz edemeyiz. Önder Apo, boşuna, “devlet halkların ve toplumun düşmanıdır” demiyor. Önder Apo, devletin tarihsel ve güncel işlevini çok iyi tespit etmiş ve topluma hizmet eden değil, toplumun ürettiği değerleri gasp eden bir aygıt olduğunu ve muhakkak toplumsal yaşamdan çıkarılması gereken bir araç olduğu sonucuna varıyor. Kullaşmayı aşamamış olanlar devleti özgürlüğün bekçisi olarak görürler. Devlet mülkü koruma ve ve toplum üzerinde egemenliği yürütme aygıtıdır. Emperyalist savaşların olduğu koşullarda hangi özgürlük olabilir? Savaşlar devletlerin şiddetlenmiş yönetim siyasetidir ve bu yolla işgaller yaparlar, özgürlükleri bastırırlar ve egemenlik kurarlar. Demek ki burada, hakimiyet var, özgürlük yoktur. Demek ki devlet toplum için bir ihtiyaç değil bir esarettir. Bu açıdan devletin ulusalı olmaz, özgürlükçüsü hiç olmaz. Kapitalizmin gelişimiyle devletin yeni çağda yeni bir tanrıya, argümana ihtiyacı vardır, kendi sistemini meşrulaştırmak için. Bu yeni tanrı ise ulus devlettir.
Toplumlar için devlet mi önemli yoksa özgürlük mü önemlidir? Politikleşmiş, sosyal, siyasal bilinç kazanmış
bir toplum için devlet değil özgürlük önemlidir. Bir toplum kendi kendisini dıştan gelecek bir saldırıya karşı
öz savunma temelinde savunabilir ama içten gelecek tehlikeler binlerce yıl süren devlet faşizmidir. Yani
devlet yönetimi toplum için en büyük tehlikedir. Bu açıdan, halkların ulus devlete ihtiyaçları yok. Halkların özgürlüğe ihtiyaçları var. Buda demokratik ulus çizgisiyle olur, sınırların, savaşların, sınıfların ve sömürünün kalkmasıyla olur. Kapitalizmin artık dökülmeye başladığı bir zamanda yaşıyoruz. Ancak bu durumda bile, devletin ve hiyerarşik aygıtın toplum üzerindeki etkileri çok derindir. Toplumların özgürlük için ihtiyaç duydukları siyasi bilinçten yoksun oldukları bir durum söz konusudur. Kürdistan’da PKK’nin öncülüğünde bu bilinçlenme durumu Kürtlerde biraz gerçekleşti diyebiliriz. Kürtler yüzlerce-binlerce yıl devleti pek yaşamadılar yada çok az yaşadılar.
Bu açıdan, devletin olmadığı toplumsal bir düzeni ve sistemi kavramada ve yaşamada zorlanmıyorlar. Ancak, özellikle ulus devleti derinliğine yaşayan toplumlarda bu değişim çok zorlu oluyor. Özgürlüğü devletin varlığında arayanlar, ulus devletin etkisini derinden yaşayanlar devlet olmadan güvende olmayacaklarını düşünürler. Oysaki devletin olduğu yerde güven olmaz. Özgürlük olmadan hangi güven olabilir? Özgürlüğü devletin olmasından ve varlığından aramak hala devletin etkisini derinden yaşamakla ilgilidir. Kapitalizm modern kölelik olduğuna göre, modern devlet ise modern kölelerin ihtiyaç duyacağı bir aygıt olabilir. Özgürlüğe susamış ve özgürlüğün ne olduğunu ve nasıl yaşanılması gerektiğini bilen toplumlar devlete ihtiyaç duymazlar. Akıllı ve bilinçli insanlar, devletin ne kadar tehlikeli bir aygıt olduğunu zaten yaşayarak görüyorlar. Bu bir deneyimdir. En iyi deneyim pratikte sıcak yaşamda olur.
Devletin toplumların başına gelebilecek en büyük ur-hastalık olduğu devletin halka nasıl yaklaştığıyla zaten kendisini gösteriyor. Demokratik olduklarını söyleyen Avrupa ülkelerinde bile, devletin, son yıllarda artan ekonomik krizle ortaya çıkan bazı toplumsal sorunlarda kendi toplumlarına karşı bile nasıl düşmanca hareket ettikleri görüldü. Fransa’da sarı yeleklilerin günlerce polisle çatıştıkları ve hükümetin, gerektiğinde silah kullanırız dediğini biliyoruz. Demekki özgürlük devletin olduğu yerde yoktur. Özgürlük halkın doğal sınıfsız komünal yaşamında vardır. Sınırların, sınıfların, sömürünün, savaşların olduğu yerde iktidar-egemenlik ve sömürü olur. Bu açıdan, halklar devletin olduğu yerde uzaklaşmalılar, egemenlik altında çıkmalılarki özgür olabilsinler.
Kemal Söbe



