ŞENGAL
Tarih; ne kadar çoğunlukla zalimlerin kaleminden yazılarak, gerçekler ters yüz edilmek istense de; yalancının mumu yatsıya kadardır sözündeki gibi; zalimlerin yalan tarihi de, esaretlerin sonlanmasına kadardır.
Konuşulan her kişiden 5 yıllık esaretin bilinmeyen on binlerce gerçeğini öğrenince el tutmuyor yazmaya. Dil dönmüyor anlatmaya. Her yerden her yönden, “Nasıl oldu da böyle oldu?” diyenler çoktur.
Karanlığın Zulmünden Özgür Yürüyüşün üçüncü bölümünde 23 ağustos 2014’te yaşanmış ve tarihe kaydının geçmesi gereken bir hakikati paylaşıyorum.
3 Ağustos 2014’de hızlıca ve oldu bittiği ilk anda anlaşılmamış bir şekilde on binlerce Şengalli’nin esir alındığı haberi ajanslara düşmüştü. Okuyunca insana şok yaşatan o haberlerin hemen ardından çıkan görüntüler de eklenince, insanın insanlığından utanası geliyordu. Dünya suskundu. Heybetli bölgenin astıma astım, kestime kestim devlet orduları birkaç saat içinde arkalarına bile bakmadan yüz binlerce silah depolu şehirleri hiç savaşmadan DAİŞ’e teslim etmiş ve kaçmıştı. Herkes bir aksiyon filmini izler gibi televizyonlarının başında gelişmeleri izlerken, olanların canı sıkılınca bir televizyon kanalını değiştirince görünmez olmayacağını ya da verilecek bir reklam arası ile istihbarat edilmeyeceğini bilmemek en büyük cehalet olmuş olmalı.
Olaylar kurgu değildi ve oyuncular rol yapmıyordu. Patlayan bombalar efekt değildi, öldürülen insanlar figüran değildi, baş rolü zalim olanlarda hiç de masum değildi, gözyaşları kullanılan sunni ilaçlar olmuyordu. Kulak zarlarını delip beyinlere işlenen haykırışlar üzerinde çalışılmış sahneler değildi ve bu esaretin sonlandırıcıları, senaristin hayal dünyasında yaratmak istediği rollük kahramanlar değildi. Her şey gerçek her şey hakikat…
Adı Nura Kasım, Şengal’in Solaxê köyünden. Henüz 19’unda gencecik güzelliği çevrede dillere destan, bir fidan.. Görenler, tanıyanlar anlatmaya kıyamıyorlar dillere destan olacağın güzelliğini. Resmini arıyorum hemen, sorup soruşturmaya devam ederken “Ferman”ın ne olduğu gerçekliği ile bir kez daha karşılaşıyorum. Tüm ailesi ile fermandan kurtulmak için kaçarken DAİŞ çetelerinin eline düşüyor ve o anlara dair kalan görsel ve yazılı belge bulmada şimdilik önümüz kesilmiş oluyor. Ancak tarih yazının bulunması ile başlamamıştı ki, bir de her zaman saldırıya maruz kalmış halkların gerçekliğin de şu vardır; gerçekler ve yaşanmışlıkları her zaman yazma imkanı olmuyor. Kulaktan kulağa abartmadan ve özce aktarıyor tarih. Ferman koşullarında da on binlerce yaşanmışı o an kim yazmayı aklına getirmiş olabilir ki?
Halklar Önderi Abdullah Öcalan bir değerlendirmesinde dile getiriyor; “Hazineler kaybedildiği yerde, insanlık doğduğu topraklarda aranır . Başka yerde aranmaz.” Bende Nura Kasım’ın hikayesini o an esaret altına alınmış ve tarihte bir dönüm noktası olacak 5 yıllık kesintisiz bir savaş sonucu kurtarılarak şuan tekrardan ailelerine kavuşmuş Şengallilerden dinlemeye devam ediyorum.
Esir alındığında onu esir alan ve sadece Mısırlı olduğu bilinen bir DAİŞ emiri tarafından seçilerek alı konuluyor ve hızlıca Dêrazor’a götürülüyor. “Babası yaşında hatta daha büyük biri idi.” Diyor o ana şahitlik edenler. Koparıyor toprağından gencecik bir fidanı, kanla sulanmış topraklarda biat etmesi için. Zulmün karanlık diyarında hiçbir güzellik zorla yaşayamaz, yaşatılamaz. 19 yaşında genç bir kadın olmasından dolayı hemen fark ediyor ona yapılacakları ve bunu yapmalarına izin vermeyecekti. Kirli ve pasaklı yüzlerde, kana bürünmüş öfkeli gözlerle bakan ve pis sakalların altında düşkünce sırıtan vahşilere teslim olmayacaktı.
Ailesinden koparılan diğer Şengallilerden de ayrılarak hızlıca Dêrazor’a götürülürken kararını vermiş olmalı diyorlar. Onu anlatanlar çünkü pişkin ve düşkün DAİŞ emiri onu evine götürdüğünde düşkünlüğünü tatmin etmek istemiş. Tarih 23 Ağustos 2014’ü gösterirken Nura’yı Dêrazor’daki evine götürüp onu bir odaya koyup tecavüz etmek istemiş kirli suratlı düşkün emir, o an bir fırsat bulan Nura emirin silahını alıyor ve tek kurşunla kafasına sıkarak orada öldürüyor emiri. Emir’in, ne büyük cüssesi ne de vahşi bakışları korkutamamıştı Nura’yı. Hiç tereddüt etmeden alnının ortasından vurmuş onu. Kendini ona teslim etmemiş ve korumuş . Ancak duyulan silah sesi ile çevrede hareketlenmeye başlayanların olduğunu görünce o an oradan çıkışın olmadığını anlıyor ve son bir hamle ile bir kurşunu da kendine sıkıyor ve orada düşüveriyor yere gencecik bedeni. Düşmana kendisini vurma fırsatını bile vermeden o duyguyu onların içinde bir kahra dönüştürürcesine tereddüt etmeden basmış tetiğe…
Tarih tekkerürlerden ibaret olmazsa da anlayışlar, tarihin her döneminde farklı kimliklerle ve mekanlarla kendini ortaya çıkarıyor. Nasıl ki Sason direnişinin Komutanı Rindêxan işgalcilere karşı fırsatını bulduğu ilk anda darbe vurup ardından kendini Malabadi köprüsünde hiç tereddüt etmeden sulara bırakmışsa Şengal’in Solaxa köyünden olan Nura Kasım da işgalcilere karşı fırsatını bulduğu ilk anda darbe vurup kendini onlara teslim etmiyor. Her ikisi de anlatanların gözüyle ve diliyle güzellikleri dillere destan iken bu güzelliği salt fiziki bir dış görünüş olarak değil içteki boğun eğmeyen asil duruşlarını yeri ve zamanında dışa çıkararak taçlandırmasını bilmişleri bir kez daha bizlere boyun eğmeyen kişiliklerin tarihi yazanlar ve tarihe mal olan kişilikler olduğunu gösteriyor.
NC/Xemgin ROJ