HABER MERKEZİ- Tolhildan Tekman’ın Kaleminden
A) Bedirxanların Botan Direnişi(1842-1847)
Bedirxan 1821 yılında babasından kalan Mîrliğin başına henüz 18 yaşındayken geçer. En güçlü direnişlerden biri olan Bedirxan direnişi, 1842 yıllarında patlak vererek, 1847- 48’lere kadar sürer. Oldukça geniş bir sahaya yayılan Bedirxan Direnişi para basımı, silah yapımı ve tabi ki kendi adına hutbe okutmaya kadar gider. Ordusunu düzenli hale getirir. Yaklaşık 20 bin kişilik bir ordusu bulunmaktadır. Bunların 12 bin kişisi, savaşçı göçer
aşiretlerinden oluşmaktadır. Cizre, Amediye, Musul yer yer Süleymaniye ve Van hattına kadar açılım sağlar. Şengal’e kadar uzanır, orada Êzîdîler tarafından direnişle karşılaşınca binlerce Êzîdî’yi katliamdan geçirir. Başlangıçta diğer halklarda bu direnişte yer alsalar da İngiliz’lerin oyunlarıyla bu halklar direniş saflarından çıkar direnişin karşısında mevzilenir ve bir çok Nasturi, Süryani kesim katliamlardan geçer.Bedirxan’a yakın duran iki dini adamı, İngilizlerin kışkırtmasıyla Nasturiler tarafından katledince ipler kopar ve bin yıllardır birlikte yaşayan iki halk düşman hale getirilir. Komşu halklarla bu durum yaşansada Osmanlı ordusu birçok noktada yenilgi ile yüz yüze kalır. Burada yine ihanet devreye girecektir. Bedirxan’ın kendi yerinde bir nevi Cizre komutanı olarak bıraktığı
yeğeni Yezdanşêr’e, Osmanlılar taht ya da bey olma sözü vererek yanlarına çekerler. Geri cephenin düşmesinden de öteye, geri cephe Bedirxan’a karşı bir cephe haline gelmiştir. Bu durumu öğrenen birçok Kürt Beyi, Bedirxan’a yardımlarını geri çekeceklerdir. Bedirxan yenilerek geri çekilecek ve en sonunda Osmanlılara belli vaatler temelinde teslim olacaktır. Bedirxan Bey’in Osmanlı ile ideolojik bir çelişkisi bulunmamaktadır. Asıl çelişkisi, giderek sınırlandırılan beylikleri ve iktidarlarıdır. Teslim alındıktan sonra Bedirxan ailesi Kürdistan’dan, İstanbul’a sürülecektir. Bunu bildiğimiz sürgün olarak anlamamak önemlidir. Bedirxan ailesinin çocukları okutulacak ve Osmanlının önemli mevkilerinde görevler alacaklardır. Örneğin Mîr Emin İstanbul’da polis şefi gibi bir göreve getirilecektir. Girit’te sürgünde yaşayan Mîr Bedirxan’ı ise oldukça ironik bir şekilde; Yunanlıların isyana kalktıkları sırada Makedonya ve Girit’teki isyanlarını Osmanlı paşa rütbesiyle, hem de görevli olmadığı halde şiddetle bastırmasında ve ezmesinde görmekteyiz. Başka bir söylemle isyana kalkan Bedirxan, Osmanlı’nın bir komutanı olarak başka halkları bastırmakla Osmanlı onu görevlendirmiştir. Bu da Bedirxanların ne kadar Kürt ve Kürdistan özgürlüğü kavramlarıyla ve ne kadar Osmanlıya karşıtlığıyla ilgili olduğunu göstermektedir. Öldükten sonra da Osmanlı tarafından düzenli olarak ödenen maaşı, ailesi için bir kuşak daha devam etmiştir. Kimi belgeler ise şahsi çıkarların bir insanı ne kadar ‘’kullaştırdığını’’ ve bundan kaynaklıda bizleri öfkelendirdiğini belirtmek gerekir. Bedirxan Bey’in maaşının arttırılması için yazdığı bir dilekçede; maaşının artırılmasını ya da Kürdistan’da kullanılmasına izin verilmeyen toprakları için kullanım hakkı talep eder. Bunun yanında devlette memur olarak çalışan yakınlarının kıdemlerinin artırılmasını rica eder. Ardından şöyle der; “Sözün kısası aciz kulunuzun, padişahımızın merhametinden başka sığınacak yeri yoktur. Dertlerimi kabul ve lütuf ile dinleyecek olan zatı devletlilerinden başka sığınacak yerim yoktur.” Bundan çıkan sonuç; “isyan” önderlerinin
görünüşte gevşek siyasi bağlarla da olsa, tabii oldukları egemen devletin geleneksel yapısına tarihsel ilişkiler üzerinden oldukça sadık olduklarıdır. Bundan dolayıdır ki “isyan” edenler sert bir şekilde bastırılmalara rağmen, ”isyandan” sonra birçoğu devlet desteği ile yaşayabilmişlerdir. İsyancı olanlar, egemen devlet tarafından tekrar kendisinden sayılmıştır. Bazen affedilerek tekrar görevlendirilmişlerdir.
B) İzzeddin Yezdanşêr İsyanı(1853-1856):
Amcası Bedirxan’ın yerine geçen Yezdanşêr, 1856’da gerçekleri görse de iş işten geçmiştir. O da ihanetin bedelini ezilmekle öder. Yezdanşêr, Bedirxan Bey’in kıyımında yaptığı ihanet karşısında, Bedirxan Bey’in yerine Cizre Beyi olarak atanmıştır. Ancak Osmanlıların Cizre Beyliğini yeniden canlandırmaya niyetleri yoktur. Çünkü Osmanlı, 1847 Yılı’nda Muş, Hakkari sancakları ile Cizre, Botan ve Mardin’i içine alan idari birim olarak bir Kürdistan Eyaleti’ni oluşturmuş ve başına da Esat Muhlis Paşa’yı, Kürdistan’da yönetim olarak atamışlardı. Bu durumlardan umduğunu bulamayan Yezdanşer, Osmanlıya karşı iç cephe açmak için, onun Kırım Savaşı’nın elverişsiz konumundan yararlanmak ister. İsyan, hızla büyür ve genişler. Öyle ki içine; Kürdistan’da yaşayan farklı ulusal azınlıkları da, Süryanileri, Ermenileri ve Rumları da katar. Bu dönemde halklar, özgürleşmek için bir kurtarıcı arayışı içindedirler ve bu rolü bu kez de Yezdanşêr oynar. Durumu kendileri
açısından tehlikeli gören İngilizler yine devreye girerler. Yezdanşêr, politik tutarsızlığı ve verilen vaatlere hemen kanmasından kaynaklı olarak, Osmanlıyla görüşmeyi kabul eder. Musul’daki İngiliz konsolosu Risam’in sözde kişisel güvencesiyle, görüşme vaatleriyle tuzağa düşürülerek İstanbul’a gönderilir ve orada tutuklanır. Böylece lidersiz kalan isyan kısa sürede dağılır. Hep aynı dokuyla karşı karşıya kaldığımızı burada yine görmekteyiz. İsyan eden kişi, daha birkaç yıl önce o dönemin en büyük direnişini kendi yetki, mevkii ve bireysel menfaatleri için satan ve pazarlayan Yezdanşêr’dir. Bu kez de kendisi isyan edecektir. Çünkü bireysel çıkarlarının zamanı geçmiştir. Osmanlı kendisini yeterince güçlü hale getirmiştir. Bir işbirlikçiye ihtiyacı yoktur. Özcesi, kullanım değeri kalmayan bir Yezdanşêr söz
konusudur. İkinci bir dipnot da, İngilizlerin oyununa yeniden yeniden düşülmesidir. İngilizlerin ipiyle kuyuya inmek, herhalde her zaman kuyunun dibini boylamaktan öteye bir sonuç doğurmamaktadır.
C)Bilbaslar Direnişi(1818):
Bu direniş ağırlıklı olarak bugün Doğu Kürdistan diye bildiğimiz alanlarda gelişir. Giderek çevreye yayılan bir direniştir. Nahçivan, Erivan ve Xoy’daki İran göçebe Kürtleri de katılır. Esasta farklı bir karakteri olan bir direniştir. Egemenlerin yani Kürt üst sınıfının bir başkaldırışından ziyade, köylülerin ve topraksızların bir direnişidir. Osmanlılar, İranlılarla ortaklaşarak bastırmaya çalışsalar da, yer yer yayılacak ve farklı alanlara kayacaktır. Ancak örgütsüzlükten dolayı ezilecektir. Sınıf karakteri itibariyle de önemle ele alınması gereken direnişler oldukları bir o kadar kesindir. Yine aynı yüz yılda benzer birçok direnişin Osmanlılara ve İranlılara karşı geliştiğini belirtelim.
D) Şeyh Said İsyanı:
Şeyh Said 1865 yılında Erzurum’un Hınıs ilçesine bağlı Kolhisar Köyü’nde dünyaya gelir. Şeyh Said’in ailesi köklü bir geçmişe sahip olup dini şeceresi bulunan büyük ailelerdendir. Şeyh, genç yaşta çevresinde sivrilmiş ve tanınmış bir kişilik halini almıştır. Olgunluk çağında ise bölgede tartışmasız kabul gören saygınlık düzeyine ulaşmış ve sıfatları arasına Nakşibendîliğin “Postnişin” ini de eklemiştir. Şeyh maddi olarak da varlıklı sayılırdı. Azadî Örgütü geniş bir isyan için 1925 yılının mayıs ayını seçmiştir. Bunun için hazırlıklar yapılmaktadır. Hazırlıkların başını bizatihi Cibranlı Xalıt, mebus olan Bitlisli Yusuf Ziya ile Mutkili Hacı Musa ve başka birkaç önde gelen yürütüyordur. Kürdistan’ın birçok yerini dolaşmışlardır. Cibranlı Xalıt Dersim Alevileriyle ilişkilenerek yardım talep etmiştir. Mebus kimliği olan Yusuf Ziya daha fazla rahat hareket ettiği için örgütlenme çalışmalarını o da kendi cephesinde geliştirmiştir. TC Devleti’nin bu girişimi iyi takip ettiği bir gerçektir. Çünkü henüz 10 Ekim 1924 Yılı’nda Cibranlı Xalıt’ı, Yusuf Ziya’yı ve Mutkili Hacı Musa’yı tutuklatarak Bitlis’te zindana atarlar. Aslında Şeyh Said’in ismiyle
birlikte birçok Azadî örgütünün lider kadrosu ve üyesinin de ismi devletinin elindedir. Bu durumun Şeyh Said tarafından bilindiğini de bizler birçok yazılmış ve sözlü olarak aktarılmış olan belgeden biliyoruz. Şeyh Said de bu gerçeği bilerek 1924 yılı boyunca örgütlenmesini sürdürür. Bir provakasyonla isyan erken başlar. Mermiler patlamıştır. TC Devleti Şeyh’in üzerine kesin gelecektir. Kaldı ki kış boyunca yürütülen hazırlıklar da vardır. Bir an’da her tarafa isyanın başladığı ulaştırılır. Herkes ayaklanır. 14 Şubat’ta Genç alınır ve giderek dalga dalga önce Elâzığ’ı, daha sonra ise Bingöl derken Muş ve birçok yer alınır. 7-8 Mart günü bizatihi Şeyh’in öncülüğünde Amed kuşatılır. Amed’i almak için Şeyh büyük çaba sarf etse de Amed alınamaz ve stratejik bir hata olduğu daha sonra anlaşılır. Bu arada daha önce güçlü hazırlıklar yapmış olan provokasyonun sahibi Kemalist Rejim acımasızca Kürdistan’a yüklenir. Bilindiği gibi kalleşçe bir hile ile Şeyh Said ve kimi yoldaşı Abdurrahman Paşa Köprüsü üstünde bacanağı binbaşı Kasım(soyadı kanunundan sınra ismini Kasım Ataç yapar) tarafından 15 Nisan 1924’te esir alınarak TC Devleti’ne teslim edilir. Şeyh Said İsyanı, Kürt egemenlerinin ve halkın tepkisini yansıtması açısından son derece önemlidir. İsyan aşiretsel, ulusal ve dinsel faktörün iç içe girişinin tipik bir örneğidir. İsyandan sonra aşiretlerden isyana katılan reis ve şeyhlerin bir kısmı idam edilirken, birçok aşiret ve ileri gelen aile de sürgün edilmiştir. Şeyh Said İsyanı bastırıldıktan sonra 29 Haziran 1925 günü idam edilen 46 Kürt Lideri’nin son sözlerini aşağıya alarak, tarihe not düşmek önemli olacaktır. ŞEYH SAİD: “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar.” ŞEYH ABDÜLKADİR (Senatör): “Zaten sizler yakma ve yıkma konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burasını da Kerbela’ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki dehşet ve insafsızca sömürü ile şan ve şeref kazanılmaz. Yok olsun Türkler!…” DOKTOR FUAD BEY (Diyarbekir’li): “Vatanım için yiğitçe kurban olmayı daima düşünürdüm. Şüphesiz ki asılmakta olduğumuz bu toprağa bağımsızlık bayrağı dikilecektir.” AVUKAT TEVFİK BEY (Diyarbekir’li): “Cesedimi bütün dünyaya gösteriniz ve herkes bilsin ki kişisel haklar için değil, ulusal haklar için savaşıyorum. Yaşasın Kürdistan!…” KOÇZADE ALİ RIZA BEY (Bitlis’li): “Elimdeki silahı ulusuma karşı kullanmayıp düşmanımız Türk’e karşı yöneltmiş olduğumdan dolayı mutluyum. İşte şimdi hayatımı Kürtlük için kurban ediyorum.” ŞAİR MOLLA ABDURRAHMAN (Siirt): “Sefiller!… Sizi ayağımızın altında çok alçak ve küçük görüyorum. Biliniz ki Kürt bir ağaç değildir, ölür fakat eğilmez!…” HANİZADE
ŞAİR KEMAL FEVZİ (Bitlis’li): “Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz ve kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz, buna hiç bir güç engel olamaz, çünkü O bizimdir.” Yine daha önce 14 Nisan 1925 Bitlis’te idam edilen: CİBRANLI XALİD BEY: “Karşınızda yalnız değilim. Arkamda İran, Mezopotamya ve Türkiye’de muazzam bir Kürt ulusu bulunmaktadır. Bugün beni asıyorsunuz, fakat hiç şüphemiz yoktur ki yarın torunlarımız de sizleri yok edeceklerdir.” YUSUF ZİYA BEY (Bitlis Milletvekili): “Bize mevki ve rütbe bahşetmek suretiyle bizi aldatabilirsiniz endişesi içindeydim. Şükür Allah’a ki bizi mermi ve iple karşılıyorsunuz ve bundan dolayı biz hiç pişman değiliz. Verdiğiniz ders sayesinde torunlarımız öcümüzü alacaklardır.’’
devam edecek…