HABER MERKEZİ – Güvenin tesis edilebilmesi için mutlaka Önder APO’nun özgür olması gerektiğini vurgulayan HPG komutanlarından Murat Karayılan, Meclis’te kurulan komisyonun, Hareket’in başmüzakerecisi olarak Önder APO’ya başvurmasını umduklarını belirtti.
Kürt sorunu ve Türkiye’nin demokratikleşme sorununun stratejik bir yaklaşım gerektirdiğini vurgulayan Karayılan, mecliste kurulan komisyonun, meselenin bir tarafı olarak kendi düşüncelerini de alması gerektiğini belirtti. Karayılan, “Bizim başmüzkerecimiz Önder Apo’dur. Bunun için de Önder Apo’ya başvurmalarını umuyoruz. Demokratik entegrasyon ve özgürlük yasaları çerçevesinde Hareketimizin görüşünü, Önder Apo paylaşacaktır” ifadelerini kullandı.
“Tedbirlerimizi alırız ama aynı zamanda bu sürecin gelişmesi için ciddi olarak yaklaşırız” diyen Karayılan, “Biz samimiyiz, ciddiyiz ve bu dönemi stratejik olarak ele alıyoruz. Eğer karşımızdaki devlet de aynı yöntemle yaklaşırsa, güven oluşturan kararlar alırsa bu tarihsel süreç başarılır; gerçekten Cumhuriyet’in bu yüz yıllık sorunu çözülür ve Türkiye’nin önü açılır. Bunun için komisyon ve TBMM’ye önemli bir rol düşüyor” diye kaydetti.
“Bilinmeli ki, başmüzakereci, yani baş muhattap zindandaysa, toplumda barış gelişemez. Eğer Kürt ve Türk halklarının barışı noktasında samimilerse, Önder Apo’nun özgür olması gerekir. Bu dönemin mimarı İmralı’da tutukluyken, toplumlar arası kardeşlik ve barış nasıl gelişebilir?” diyen Karayılan, bunun ileri sürülen bir koşul değil, sürecin ilerlemesi çerçevesinde doğal olarak kendini dayatan bir durum olduğunu vurguladı.
Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne dair birçok tartışma yürütülüyor. 11 Temmuz günü gerçekleştirilen silah yakma töreni bütün dünyada yankı uyandırdı. Siz sürecin gelişimi ve geldiği nokta ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Böylesi törenler devam edecek mi?
11 Temmuz günü, Besê Hozat ve Behzat Çarçel arkadaşlar öncülüğündeki 30 arkadaşın katılımıyla yapılan çıkış, önemli, tarihi ve anlamlı bir çıkıştı. Bu çıkışa katılan tüm arkadaşları kutluyorum. Bir döneme öncülük ediyorlar. Gerektiği gibi hareket ettiler; çok anlamlı bir duruşla gereken şeyleri yerine getirdiler. Silahları yakmanın birçok açıdan anlamı vardır. Biz Kürtler açısından mitolojiye dayanan yanları olduğu gibi, özellikle tören alanı tarihimizde önemli bir yere sahiptir. Bu konularda çokça değerlendirme yapıldığı için çok farklı bir şey belirtmiyorum.
Açık ki, bu tören, hareketimiz açısından resmen ve fiilen silahlı mücadele stratejisinin kesin bir biçimde sona erdirilmesi anlamına gelmektedir. Türk devlet yetkililerinin de herkesin de bilmesi gerekir ki, şimdiye kadar bizler silah üzerine ant içen insanlardık. Törenlerimizde ‘şerefimiz ve silahımız üzerine’ diyerek yemin ediyorduk. Ancak şimdi silahları yakmış durumdayız. Bu ne anlama geliyor? Bu, stratejik temelde bir değişimin olduğu anlamına geliyor. Bunun için de bu tören çok anlamlıdır. Dolayısıyla bu töreninin anlamını çok daha derinlikli kavramak lazım. Bu, önemli bir mesajdır. Hem stratejideki değişimi hem de hareketimizin Önder Apo’ya ve çizgisine bağlılıktaki kararlılık düzeyini gösteriyor.
HALKIMIZIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜNDEN GEÇİYOR
Bu konuda bizler Önder Apo’nun çağrısının gereklerini yerine getirdik. Şimdi de Türk devleti, Devlet Bahçeli’nin çağrısının gereğini yerine getirmelidir. Biz şu an bunu bekliyoruz. Devlet Bahçeli’nin 2024 Ekiminde yaptığı çağrının çerçevesi biliniyor. Şimdi bu çerçevede hareket edilmeli ve Önder Apo fiziki olarak tamamen özgürleşmelidir. Biz Önder Apo’nun çağrılarının tamamını kararlı bir biçimde tek tek yerine getiriyorsak, nedeni budur. Doğrudur; Önder Apo kamuoyuna da yansıdığı gibi, kendi özgürlüğünü fazla gündeme koymuyor ve bizim de bunu öncelikli bir konu olarak gündeme getirmemizi istemiyor. Bunun için felsefi olarak da kişinin özgürlüğünün topluma, toplumunkinin de kişiye bağlı olduğunu belirtiyor, bu çerçevede ele alınmasını istiyor. Evet, Önder Apo böyle söylüyor ve biz bu yaklaşıma saygı duyuyoruz ama halkımız da toplumsal olarak kendi özgürlüklerinin Önder Apo’nun özgürlüğünden geçtiğini dile getiriyor. Yine mevcut yoldaşlarımızın büyük çoğunluğu, her şeyden önce Önder Apo’nun özgürlüğü için saflarımıza katılmıştır. Dolayısıyla, evet; Önder Apo kendisini öncelemeyen şeyler belirtebilir ama bizlerin de sözü vardır. Biz de halkımız ile yoldaşlarımızın özgürlüğünün Önder Apo’nun özgürlüğünden geçtiğini belirtiyoruz.
ÖNDER APO İMRALI’DA KALMAMALI, HER YERE GİDEBİLMELİDİR
Diğer önemli bir konu da, bilindiği gibi taraflar arasında bir güvensizlik söz konusudur. Kuşkular vardır. Bu görmezden gelinemez. Bizde olduğu gibi, karşı tarafın da aynı biçimde yaklaştığını biliyoruz. Bu güvensizliğin aşılması ve karşılıklı inancın gelişmesi için de mutlak anlamda Önder Apo’nun özgürlüğü gereklidir. Yani bu özgürlük konusu bizim açımızdan birçok anlama gelmekte olduğu gibi, bir anlamı da güvenin tesis edilmesidir. Önder Apo özgürleşmeli ve yalnızca İmralı’da kalmamalı, her yere gidebilmelidir. Özgür olmalıdır; kendisine bir bölge belirlenmemelidir. Önder Apo özgür olursa bu bir güven oluşturur. Kimler açısından? Arkadaş yapımız açısından ve tabii ki halkımız ile dostlarımız ve de tüm kamuoyu açısından.
Şimdi basından izliyoruz; sokak röportajları yapılıyor; Amed’de, Batman’da ve daha birçok yerde konuşan insanlarımız kuşkularını dile getiriyorlar. Ve bunda haklılar. Bizler de aynı duyguları paylaşıyoruz. Dolayısıyla devlet tarafı bu sosyolojik gerçeği göz önünde bulundurmalı ve buna göre yaklaşmalı. Eğer böyle yaklaşırsa silahların yakılması da devam eder. Ancak böyle yaklaşmayıp da zamana yayarlarsa, bu durum arkadaşlarımız tarafından rıza görmez. Bu konuda bir kararlılık vardır. Eğer şimdiye kadar yönetimler olarak arkadaşlarımızı ikna edebiliyorsak, Önder Apo’nun çağrısı temelinde bir yaklaşımı geliştirebiliyorsak, bunların hepsi yarın Önder Apo’nun özgür olabileceği umuduyladır. Bu temelde ikna çalışmalarını yürütüyor ve zamanın ruhuna göre bir duruş geliştirebiliyoruz. Bunun bilinmesi gerekir. Çünkü bu olmazsa zorlanmalar doğar ve doğal olarak devamı da gelmez. Bunun için bu konuya sıradan yaklaşılmamalıdır. Zira esas önemli nokta burasıdır.
Kürt sorununun çözüm yöntemleri konusunda yıllardır en çok dile getirilen yöntem, Meclis’te çözüm tartışmalarının yürütülmesiydi. Nihayetinde, tam yetkili olmasa da, Meclis çatısı altında kurulan bir komisyon ile siyasi partiler arasında bir tartışma süreci başlatılmış oluyor. Kurulan komisyon ile ilgili neler dersiniz?
Her şeyden önce gecikmeli de olsa, komisyonun kurulması olumlu ve yerinde bir adım. Kürt sorunu, tüm Türkiye’nin sorunudur. Yüzyılın bir sorunudur. Kuşkusuz öncesinde de bu sorun vardır ama öncesindeki durumlar değişkenlik göstermektedir. Ancak Cumhuriyet’in kuruluşuyla bu bir sorun haline geldi. Çünkü daha başta söylenilen şeylerin gerekleri yerine getirilmedi; inkar yaşandı. Bunun için de yüzyılın bir sorunu oldu. Şunun kabul edilmesi gerekir: Şark İslahat Planı başarılı olamamıştır. O planla Türkiye’yi tek bir millet haline getirmek, herkesi Türkleştirmek, aynılaştırmak istiyorlardı. Oysa toplumların gerçeği ve doğası vardır; tarihin derinliklerinden gelen kültürel sosyolojileri vardır.
ÇÖZÜMÜN ADRESİ MECLİS’TİR, BİZİM DE DÜŞÜNCELERİMİZİN ALINMASI GEREKİR
Ancak gecikmeli de olsa şimdi bu sorunu çözmek gerekiyor. Kuşkusuz çözüm yeri de Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Halkın tüm temsilcilerinin bulunduğu yer oraysa, bize göre de -daha önce dediğimiz gibi- çözümün adresi Meclis’tir. Meclis de komisyon yöntemiyle gündemine alabilir. Onun için belirttiğim gibi Meclis’te bir komisyonun kurulması yerinde bir adımdır. Başarılı olmasını umut ediyoruz. Bunun için yüzeysel yaklaşmamak, taktik biçimde ele almamak gerekiyor. Yine siyasi partilerin dar parti çıkarlarını değil tüm Türkiye’nin çıkarlarını esas almaları gerekiyor. Dar oy hesaplarıyla değil, Türkiye halklarının çıkarları hesabıyla yaklaşmaları büyük önem taşıyor. Zira konu, stratejik önemde bir konudur. Bunun için de stratejik bir yaklaşımı gerektiriyor. Yüzeysel değil, temelden ve kalıcı bir çözüm gerektiriyor. Onun için ciddi yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Komisyonun da bu biçimde yaklaşmasını umut ediyoruz.
Tabii biz bu meselenin bir tarafıyız; bizim de düşüncelerimizin alınması gerekir. Kuşkusuz ben burada Komisyon’un çalışmalarına dönük herhangi bir şey belirtmiyorum. Bizim başmüzkerecimiz ve baş muhatap Önder Apo’dur. Önder Apo’nun, Hareketimizin çözüme dönük düşüncelerini paylaşması gerekir. Bunun için de Önder Apo’ya başvurmalarını umuyoruz. Doğal olarak bu böyle olmalı. Buna ihtiyaç vardır. Bir de, belirttiğim gibi demokratik entegrasyon ve özgürlük yasaları çerçevesinde Hareketimizin görüşünü Önder Apo paylaşacaktır. Bizim tek temsilcimiz vardır; Önder Apo’dur. Zaten müzakereci olması nedeniyle de onun muhattap alınması gerekir. Böylece Önder Apo bizim düşüncelerimizi paylaşacaktır.
ÖNDER APO BİZİM BAŞMÜZAKERECİMİZDİR
Yalnız bir tek konuya işaret etmek istiyorum. Aslında bir önceki yanıtta da dile getirmiştim. O da Önder Apo konusudur. Önder Apo bizim başmüzakerecimizdir. İşte Numan Kurtulmuş da siyasi olarak Kürt-Türk ilişkilerini siyasal düzlemde yeniden geliştirecekleri yönünde kimi şeyleri dile getirdi. Bu konuda nasıl gerçek bir barışın gelişebileceği üzerinde durulmalı.
Buradaki stratejik konu nedir? Şimdi burada şu görülmeli: Biz kimseden merhamet dilemiyoruz. Mesele bu değildir.
Ortadoğu bölgesinde bugün değişim ve dönüşüm çok hızlı bir şekilde ilerliyor. Yani Sykes-Picot planına dayanan dizayn artık yıkılıyor. Bunun için de küresel sermaye güçleri şimdi bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden dizayn etmek istiyorlar. Bu çerçevede Türkiye’ye dönük tehlikeler mevcuttur. Esas olarak Türk devleti bunu görüyor ve gündeme de koyuyor; ‘beka sorunumuz var’ diyorlar. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için önce bizi tasfiye etmek istediler. Bu gerçekleşmedi, gerçekleştirilemedi. Türkiyenin bekasına dönük tehlikenin bu biçimde kalkmadığını, halen gündemde olduğunu gördüler. Bu temelde anladığımız kadarıyla devlet adına MHP Lideri Devlet Bahçeli, çağrısını yaptı.
Kuşkusuz Önder Apo da Türkiye’ye dönük olan bu tehlikeyi gördü ve bu konuda inisiyatif aldı. Önder Apo bir irade olarak, gerçekten çok önemli ve kimsenin ummadığı bir kararı aldı. Şimdi birçok kişi, Bahçeli’nin 2024 Ekimi’nde yaptığı konuşmanın şok etkisi yaptığını, kimsenin beklemediğini belirtiyor. Yani Devlet Bahçeli gibi birisinin öyle bir konuşma yapması ve çağrıda bulunmasını kimse beklemiyordu. Ama aynı zamanda bizim açımızdan da Önder Apo’nun yaptığı çağrı da şok etkisi yaptı. Belki biz Önder Apo’nun değişim-dönüşüm anlayışını bildiğimizden, Önderlik yöntemleriyle birlikte olduğumuzdan çok şaşırmadık ama toplumumuz bu kadarını beklemiyordu.
Kısacası, Önder Apo, Türkiye’ye dönük tehlikeyi görmüş ve sorumlu yaklaşmıştır. Bu çerçevede savaşı durdurmak istemiştir. Risk aldı, inisiyatif kullandı; biz de örgüt olarak Önder Apo’nun çağrısını gerçekleştirdik.
Peki, bu dönemde böylesi rol oynayan, -işte Türkiye tarafında Bahçeli’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rolü var; ama bizim tarafımızda bunun mimarı Önder Apo’dur- Önder Apo, bu sürecin mimarı olarak şimdiye kadar süreci tek taraflı olarak geliştiriyor. Ne var ki devlet tarafından şimdiye kadar gözle görülür herhangi bir şey yapılmamıştır; attıkları en önemli adım, İmralı’da kısmi bir değişiklik ve bu komisyonun oluşturulmasıdır.
BU DÖNEMİN MİMARI ZİNDANDAYSA TOPLUMSAL BARIŞ GELİŞMEZ
Fakat şu bilinmeli ki, başmüzakereci, yani baş muhattap zindandaysa, toplumda barış gelişemez. Eğer Kürt ve Türk halklarının barışı noktasında samimilerse, Önder Apo’nun özgür olması gerekir. Bu dönemin mimarı İmralı’da tutukluyken, toplumlar arası kardeşlik ve barış nasıl gelişebilir?
Bu dediğim bir koşul ileri sürmek değildir. Kimse bir koşul olarak okumasın. Bu, sürecin ilerlemesi çerçevesinde doğal olarak kendini dayatan bir durumdur.
Zaten Avrupa Konseyi Umut Hakkı’nın tanınması yönünde karar almış. Geçtiğimiz yıl Avrupa Konseyi Türkiye’ye bir yıllık süre tanıdı. Yanılmıyorsam Eylül veya Ekim’de Türkiye’ye verilen bu süre dolacak. Eğer Türkiye, yasalarını Umut Hakkı’na göre düzeltmezse Avrupa Konseyi’nin Türkiye’ye ceza vermesi gerekir. İyi de; bu dönemi, barış sürecini geliştiren, onun teorisini oluşturan ve rol ile misyonunu tek taraflı olarak yerine getiren bir kişiye Umut Hakkı’nın tanınması ve Türkiye parlamentosunda yasal düzenlemeler yapılması gerekmez mi? Bunun için Türkiye’de ne lazım? Yasaların uyarlanması gerekmektedir. Yani Türkiye yasalarının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına göre düzeltilmesi gerekmektedir. Bu normal bir şeydir. Eğer biz gerçekten barışı kuracaksak, bunun gerçekleşmesi gerekir. Yani daha önce Devlet Bahçeli’nin de dile getirdiği gibi kuş tek kanatla uçamaz. Dolayısıyla ikinci kanadı da Türkiye meclisi yaratmalı. Bu temelde doğru bir biçimde kalıcı bir barış oluşmalı. Buna ihtiyaç vardır.
İçinde bulunduğumuz bu dönemde, tarihin sosyolojisini okuyan bir kişi, tarihin her döneminde, tüm kritik çağlarda Türk-Kürt ittifakına gerek duyulduğunu görecektir. Tarihin detaylarına çok girmemize gerek yok. Numan Kurtulmuş da konuşmasında tarihten söz etti. Önderliğimiz de geniş bir biçimde açmaktadır, ama burada açmama gerek yoktur.
TÜRK DEVLETİ DE STRATEJİK YAKLAŞIRSA BU TARİHSEL SÜREÇ BAŞARILIR
Biliniyor; Türkiye’nin, Ortadoğu bölgesinde demokratik, müreffeh ve büyük bir ülke olarak rol oynayabilmesi için Kürtlere ihtiyacı vardır. Kürtler olmadan bunu yapamazlar. Bugün Ortadoğu’da Kürtlerin böylesi kilit bir rolü vardır. Bunu görmeli ve buna göre karar almalı, buna göre adım atmalılar. Biz varız. Biz burada stratejik yaklaşıyoruz. Açık söylüyorum; kuşkusuz biz tedbirlerimizi alırız. Bizler hiçbir şeye mahkum değiliz. Biz tedbirlerimizi alırız ama aynı zamanda bu sürecin gelişmesi için ciddi olarak yaklaşırız. Biz Önder Apo’ya inanıyoruz ve Önder Apo’nun çizgisine bağlıyız. Biliyoruz ki bu çizgi şimdiye kadar bize hiç kaybettirmemiş, başarı sağlamıştır. Bir kez daha bunu yapacaktır. Bu konuda hiçbir tereddüdümüz yoktur. Biz samimiyiz, ciddiyiz ve bu dönemi stratejik olarak ele alıyoruz. Fakat tedbirimizi de alacağız elbette. Eğer karşımızdaki güç, devlet de aynı yöntemle yaklaşırsa, güven oluşturan kararlar alırsa bu tarihsel süreç başarılır; gerçekten Cumhuriyet’in bu yüz yıllık sorunu çözülür ve Türkiye’nin önü açılır. Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyet olması ve bölgede yıldızının yükselerek parlaması için önü de açılmış olur. Bunun için komisyona ve TBMM’ye önemli bir rol düşüyor.
Burada bir şey daha belirteyim: Bakıyoruz; çözüm isteyen kimi kişi ve kesimler bazı detay şeyleri çok dillendiriyorlar. Stratejik yaklaşmıyor, stratejik noktalara kilitlenmiyorlar. Doğru; mesela zindanlarda hasta yoldaşlar var; durumları çok önemlidir; sıradan ele alınamaz. Her şeyden önce insani bir durum vardır. Ama bu dönem doğru tanınmalı; bu dönem çok daha stratejiktir; sıradan ve yüzeysel yaklaşılmamalıdır. Zira sen stratejik düzeyde sorunu çözebilirsen zaten hasta tutsaklar ve kayyumlar gibi meseleler doğalında çözülmüş olur. Ortalıkta kayyum diye bir şey kalmaz. Onun için köklü bir yaklaşım gerekiyor.
Bakıyoruz; bazı kişiler sanki normal bir dönemmiş gibi varolan bazı eksiklikleri dile getiriyorlar. İşte insani durumlar, haksızlıklar, tutuklamalar, vb. konulardan bahsediyorlar. Halbuki eğer genel çözüm olursa, zaten bunların hepsi de çözüme kavuşur.
Bu çerçevede şunu da diyebilirim: CHP’nin de komisyona katılmış olması çok değerli bir şeydir. Mesele gerçekten tüm Türkiye’nin meselesidir. Türkiye’yi gerçekten demokratik bir Türkiye yapmak için karar alma yolunda bir fırsat doğmuştur. Şüphesiz adaletle ilgili sorunların hepsinin de çözülme imkanı oluşmak durumundadır. Gerçekten Türkiye’nin demokratikleşme konusunda yükseliş yaşaması için bir imkan doğmuştur. Bu imkanın değerlendirilebileceğine inanıyorum. Tabii ki bu konuda herkes rolünü oynamalıdır. Bu temelde bizler de üzerimize düşen hususları prensiplerimiz çerçevesinde kuşkusuz Önder Apo’nun perspektifleri temelinde yerine getireceğiz.
BİZİM İÇİN SİLAHLI MÜCADELE TAKTİK, DEMOKRATİK SİYASET STRATEJİDİR
Önder Apo’nun silah bırakma çağrısına dair en fazla yürütülen tartışma, bu çağrının Kürdistan’ın diğer parçaları için de geçerli olup olmadığı konusu. Siz bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Önder Apo stratejik bir önderliktir. Önder Apo’nun çağrısı, Önderliğin çizgisine stratejik düzeyde bağlı olan herkes için geçerlidir. Önder Apo ne diyor? Yeni paradigması temelinde derinleşme yaşadığını, mücadele stratejisinde temel bir değişim geliştirdiğini belirtiyor. Önder Apo’nun çizgisine göre mücadelede silahlı savaş, sonuç alıcı bir yöntem değildir. Yani Önder Apo, çağırısıyla, silahlı mücadele stratejisini sonlandırmıştır. Bu herkes için geçerlidir. Hangi parça olursa, hangi taraf olursa olsun, Önder Apo’nun düşüncelerine inanan herkes bilmeli ki, bizim için artık strateji, silahlı mücadele ve savaş değil, demokratik siyasettir. Bu herkes için geçerlidir.
Ancak silah bırakma farklı bir konudur. O taktik çerçevesine giren bir konudur. Nasıl? Hangi ülkede koşullar nasılsa, ona göre silah gerekli mi değil mi yönünde karar alınabilir. Taktik konular ezbere olmaz. Mesela bir silahlı güçtür. Eğer o devletin güven veren yasaları yoksa ve onların varlığına dönük saldırılar söz konusuysa elbette ki kendini silahla savunacak! Yani Önder Apo’nun çağrısı, ‘silah bırakın ve kendinizi imhaya açık tutun’ biçiminde değildir. Siyasi çözümün üretilmesi ve bundan sonra silahlı savaşın tercih edilen bir yöntem olmadığı biçimindedir. Yani artık Rojava olur Rojhilat olur, her kim olursa olsun, eğer oradaki örgütsel yapı, Önder Apo’nun çizgisi temelinde hareket ediyorsa, o zaman mücadele yönteminde silahlı mücadele ve savaşı esas almaması gerekiyor.
Önder Apo, genel olarak Türk devletine karşı silahlı mücadeleyi durdurmuştur. Bunun için hiç kimse Türk devletine dönük tehdit oluşturmaz, silah kullanmaz. Esas önemli olan şey budur. Kimse bu dönemde, bu sürecin gelişmesi için Türk devletine karşı silah kullanmaz. Ama üzerine gidilen, varlığı yok edilmek istenen herkesin de meşru müdafa yani savunma hakkı vardır.
SURİYE’DE GÜVEN VEREN YASALAR VAR MI Kİ ‘QSD SİLAH BIRAKSIN’ DENİLİYOR?
Mesela şimdi Türk yetkilileri Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye üzerine çok tartışıyorlar. Orada QSD var ve ‘QSD silah bıraksın’ diyorlar. Peki Suriye’de bir anayasa var mı? İnsanlara güven veren yasalar var mı? Yok. Kendi kendilerine genel birkaç başlık yazmşlar, ona göre hareket ediyorlar. Devlet adına hareket eden güvenlik güçlerinin Lazkiye’de Alevi toplumuna, Süveyda’da Dürzi toplumuna neler yaptıklarını gördük. Suçladıkları insanları götürüp mahkemelerde yargılayacaklarına, bulundukları yerde infaz ediyorlar. Yani yargısız infaz vardır. Orada devlet halen devlet olamamış ki! Silahlarını bırak diyebileceğin bir yasa yok ki! Dolayısıyla bunda ısrar etmek, suyun yönünü yukarı döndürmek gibi bir şeydir. Yürümez yani.
Her şeyden önce Suriye’de yasaların olması gerekiyor. Anayasanın herkes tarafından onaylanması ve kabul görmesi gerekiyor. Hukuk olması gerekiyor. Hukuk yok ama ‘silah bırakın’ deniliyor. İyi de orada insanları kesiyorlar; bu nasıl olacak? Biraz mantıklı olmak gerekiyor.
Ancak onlar artık Türkiye’ye karşı silah kullanmazlar. Sadece Türkiye’ye karşı değil, hiç kimseye karşı kullanmazlar. Eğer bazıları üzerlerine giderse, tabii ki kendilerini savunma hakları vardır ve kendilerini savunacaklardır. Kısacası bu konuya böyle bakmak gerekiyor.
BİR GÜCÜN VARLIĞI TEHLİKE ALTINDAYSA MEŞRU MÜDAFA HAKKI VARDIR
Mesela PJAK’tan bahsediyorlar. Tamam da, PJAK İran’ın içini ilgilendiren bir konudur. Yani İran’ın içişlerine de mi müdahale edeceksiniz? PJAK’ın silah bırakması için İran’ın yasalarının uygun olması gerekiyor.
Evet, biz de silah bırakmaları gerektiğini belirtiyoruz ama PJAK ve İran devletinin görüşmeler yapması, diyaloglarda bulunması ve siyasi çözüm zihniyeti temelinde silah bırakması gerekir. Bunu gözardı edip de “silah bırakın” demekle olmaz. Belki onların orada ihtiyacı var; kendilerini silahsız olarak savunamıyor olabilirler. Eğer bir gücün varlığı tehlike altındaysa varlığını koruyacaktır. Bu onun meşru hakkıdır. Bu, Birleşmiş Milletler’in evrensel yasalarında da vardır. Yani meşru müdafa hakkı vardır. Onun için diğer parçalarda silahlı savaş stratejisinin son bulması açısından Önder Apo’nun çağrısı geçerlidir ama oralarda silah bırakılır mı bırakılmaz mı, bu, o ülkeyi ilgilendiren farklı bir konudur.
Örneğin, şu an basından izlediğimiz kadarıyla Suriye’de görüşmeler vardır. QSD komutanının bir röportajı yayınlandı; oradan anlıyoruz ki diyaloglar ve görüşmeler vardır. O görüşmeler çerçevesinde anlıyoruz ki, Suriye’de öncelikle herkes için olan bir ordunun kurulması gerekiyor. Yani bir gömlek dikiyorsun ama o gömleğin herkese olmasını istiyorsun. Ancak o gömlek herkese olamaz. Kimine dar gelir, kimine geniş.
Mesela Suriye’de ulusal olarak da dinler açısından da çok renklilik var. Suriye Arap devletinin çatısı altında tek devlet, tek millet deyip her şeyi tekleştirirsen ancak sorun yaratırsın. Yani tüm bu gerçeklerin göz önünde bulundurulması ve birleşik bir Suriye oluşması gerekiyor. 10 Mart’ta QSD ile Suriye geçici hükümeti arasında imzalanan anlaşma temelinde çözüm tartışmalarının yapılması gerekiyor. Bunun için de herkesin yardım etmesi lazım. Bu biçimde sorunlar çözülebilir. Yoksa tek taraflı olarak bazı şeyleri öne sürmek sonuca götürmez. Çözüm, Suriye içerisinde bulunabilir; sorunlar orada tartışılabilir. Benim anladığım, Türk devleti Paris’te yapılacak toplantıya karşıdır. O da katılmak ve pay sahibi olmak istiyor. Tepkisi buradan geliyor. Gelişen tepkileri biraz bu çerçeveden de ele almak gerekiyor.
Kısacası, toparlayarak sorduğunuz soruya cevap verecek olursam; Önder Apo’nun çağrısı stratejik olarak herkes için geçerlidir ama silah bırakıp bırakmama konusu, ülkelerin durumuna göre ele alınacak bir konudur. Çünkü bunlar, o ülkenin kendi iç sorunlarıdır. Bu biçimde yaklaşılması gerekiyor.
TEHDİT DİLİNİ BİR KENARA BIRAKMAK GEREKİYOR
Türk devlet yetkilileri zaman zaman tehdit ediyorlar. Tehditlere gerek yoktur. Takip ettiğimiz ve gördüğümüz kadarıyla Kuzey ve Doğu Suriye’nin imkanları 2018-’19’daki gibi değildir. Hem güçler açısından hem de teknik ve taktik yöntemler açısından imkanları çok daha fazla gibi görünüyor. Mesela geçmişte yer altı sistemleri yoktu ama şimdi tamamen yer altı sistemi söz konusudur. Tünel sistemleri vardır. Geçmişte hava savunma sistemleri yoktu; ancak görebildiğimiz kadarıyla şimdi vardır; çünkü kimi hava araçlarını düşürdüler. Kısacası imkanları vardır. Eğer Türk yetkilileri bu dönemde Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelmek isteseler, orası tam bir bataklığa döner. Böylesi bir şey çok yanlış olur. Ve oradan yıllarca çıkamazlar. Yani artık tehdit dilini bir kenara bırakmak, sorunları diyalogla çözme üzerinde durmak gerekiyor. Dönem, böyle bir dönemdir. Bu dönem, tehdit dilini kaldırmıyor. Bir de bizler birbirimizi tanıyoruz; günümüzde bir ordunun öyle hemen içeriye girmesi ve eskiden olduğu gibi hemen sonuç alması kolay bir şey değildir. Bu, yıllara yayılacak bir iştir. Dolayısıyla artık bu tür şeylerden bahsedilmemeli, sorunun masada nasıl çözülebileceği üzerinde durulmalı.
ŞEHİTLERE BİNLERCE KEZ BORÇLUYUZ, BU BORÇ ONLARIN ÇİZGİSİNİ BAŞARMAYI GEREKTİRİR
Görüldüğü kadarıyla bir süredir yeni şehadetler yaşanmıyor ancak HPG Basın-İrtibat Merkezi halen çeşitli şahadetleri ilan eden açıklamalar yapıyor? Bunu nasıl izah edersiniz?
Öncelikle bütün 15 Ağustos Hamlesi şehitlerini; Egîd, Erdal, Bedran, Bêrîvan, Bêrîtan ve Zîlan arkadaşlar şahsında saygıyla anıyorum. Yine 1 Haziran Hamlesi’nin tüm şehitlerini; Erdal, Adil, Nûda, Reşit, Rojîn Gewda ve Mehmet Goyî arkadaşlar şahsında saygıyla anıyorum. Tüm Öz Yönetim Direniş Şehitlerini; Çiyager, Xebatkar ve Zeryan arkadaşlar şahsında saygı ve minnetle anıyorum.
Son 10 yılda çok büyük bir direniş yaşandı, bir çok bedel ve çok sayıda kahramanı şehit verdik. Bu dönemin bütün şehitlerini; Delal Amed, Atakan Mahir, Azad, Çetin, Yılmaz, Egîd Civyan, Doğan, Berçem, Çiçek, Leyla, Axîn Mûş, Dilgeş, Berwar, Şexmus ve Herekol yoldaşlar şahsında saygıyla anıyorum ve onlara verdiğimiz sözü yineliyorum.
Tünel savaşlarının kahramanları var. Hepsi fedaice savaşarak şehadete ulaştılar. Tüm yoldaşları Şoreş, Delîl, Cumali, Serhat, Gabar, Nalîn, Hejar, Nurî, Azê, Çavrê, Mizgîn, Ronahî ve Tîjda arkadaşlar şahsında saygıyla anıyor ve onlara verdiğimiz sözün gereğini kesinlikle yerine getireceğimizi belirtiyorum.
Bütün kahraman fedai şehitleri, en son çıkış yapan fedailerimiz Asya Alî ve Rojger Hêlîn şahsında saygıyla anıyor ve onlara verdiğimiz sözü yineliyorum.
Bugün buradaysak, kahraman şehitler sayesindedir. Öyle olmasaydı bizi tamamen buradan atmak istiyorlardı. Bizler, varlığımızı şehitlerimize borçluyuz. Yaşıyorsak ve imkan sahibi isek onların sayesindedir. Bugün çözümün gündemde olduğu bu süreç Önder Apo ve şehitlerin emeği sonucu gerçekleşti. Önder Apo hareketin bütün fedaileri için, temel direk, büyük bir inanç ve cesaret kaynağıdır. Bütün arkadaşlar özgürlük aşkı ve Önderliğe bağlılık ile fedaice savaştılar. Kuşkusuz mevcut durumun oluşmasında öncelikle Önder Apo ve şehitlerin emeği vardır.
Bu nedenle bizim her zaman her vesile ile şehitlerimizi anmamız gerekiyor. Tüm toplantılarımızda şehitleri anmalıyız. Çünkü bütün bu imkanlar, yani 15 Ağustos Hamlesi’nden önce de sonra da her şey Önder Apo’nun duruşu ve şehitlerin mücadelesi sayesinde gerçekleşti. Kanla bezenmiş, süslenmiş bir tarihtir. Biz bir kez değil, binlerce kez borçluyuz. Boynumuzdaki borç onların çizgisini yükseltmek ve başarmayı gerektirir. Onları böylece ölümsüz kılmaktır. Şehit geçmiş ve geleceğimiz, dünümüz ve yarınımızdır, her şeyimizdir.
Sorduğunuz soruya dönecek olursam; Zamanında ilan edemediğimiz bazı şehitlerimiz var. Özellikle 2017-‘18-‘19 yılı şehitleri vardır. Bu üç yılda savaş oldukça ağırdı. Birçok yerden zamanında haber alınamadığı gibi daha sonra haber alındığında ise yoğun savaş durumundan kaynaklı güncel şehadetler nedeniyle ilan koşulları oluşmadı. Tabii ki bu konuda özeleştirimizi veriyoruz. Bir eksikliktir, evet, zamanında ilan etmemiz lazımdı. Çünkü her şehidimizin bir tarihi, emeği ve yaşanmışlığı vardır. Tüm kahraman yoldaşlarımızın tarihe ve topluma mal edilmesi gerekir.
Şimdi ekseri olarak 2017-‘18-‘19 yıllarında şehit düşen arkadaşları ilan ediyoruz. Bunu sürdüreceğiz. Her kademeden, şehit düşmüş olup da bir biçimde bugüne kadar ilan edemediğimiz yoldaşlarımızın ilanlarını gerçekleştireceğiz. Kuşkusuz bu, şehitlerimize karşı yerine getirmemiz gereken, gecikmiş bir görevimizdir.
Bu temelde bir kez daha şehitlere olan bağlılığımızı dile getiriyor, onların çizgisinde yürüyen yoldaşları olarak, tüm kahraman şehitlerimizi tarihe mal ederek ölümsüzleştireceğimizi belirtiyorum.



