HABER MERKEZİ – Axîn Mahîr Dîclenin kaleminden;
Kadın Kurtuluş İdeolojisinde Derinleşerek Özgür Kadın Katmanına Ulaşalım
Değerli Yurtsever Genç Kadınlar;
Önder Apo, Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu ve heyetle yapılan görüşmelerde her zaman olduğu gibi kadını en başlıca konu olarak ele aldı ve birçok yeni, aydınlatıcı değerlendirmelerde bulundu. Daha öncesinde 9 katman olarak ele aldığı kadının köleleştirilme tarihini bu kez 4 katman olarak değerlendirdi ve bu 4 katmanı da kendimizde barındırdığımızı belirtti.
Bu 4 katmanı anlamak kendi tarihimize bir yolculuk, özümüzü bulma yolunda ataerkil zihniyetin bizde var kılmaya çalıştığı ama öz ve özgür olmayan kimlikleri de bulup aşmanın yolculuğudur. Şimdi kısa bir süreliğine de olsa dergimizin bu köşesini kendimize ait bir oda olarak ele alıp kendimize yolculuk yapalım. Tanrıçalık en derinimizde bir yerlerde sıkışmış da olsada, vardır. Şimdi içimizdeki tanrıçanın başına ne geldiğini anlamaya çalışalım, onunla daha çok tanışalım ve onu daha çok diriltelim.
Bizler bu dünyadaki yolculuğumuza bilinç oluşumumuzla birlikte ana-kadın etrafında oluşan toplumsal yaşam kültürü ile başladık. Binlerce yıl bu dünyanın özgür, eşit, savaşsız, sömürüsüz yaşamasına öncülük ettik. Adaletimiz, bilgeliğimiz, yaratıcılığımızdan klan ve toplum bizi kutsallaştırdı ve bu kültürü sistemleştirip tanrıça kültürü haline getirdik. Ne yazık ki bu komünal yaşama gelmeyen, avcılıkla giderek şiddeti kendisine kültür edinen, giderek kirlenen zihniyetinde kıskançlığı, iktidarı ve mülkiyeti geliştiren erkeğin kulübünün saldırısıyla karşılaştık. Bu erkek kulübü yamyamlığa varan vahşi uygulamalarla bize, toplumumuza, sistemimize saldırdı ve buna karşın diğer klanlarla dağların doruklarında savunmaya çekildik. Böylelikle ilk sorunsallık, klankomüne karşı erkeğin avcı kulübünün saldırısıyla başlamış oldu. Darbe aldık ama hep komünal özgür yaşamda direndik. Başta tanrıçanın olan ve öncü kadınlar yetiştiren tapınaklar, egemen erkeğin içeriğini boşaltışıyla ana-kadın kültürünün tam karşıtına dönüştürüldü. Kutsal görülen kadın, fahişeleştirilip genel evlere hapsedilmeye başlandı. Kadın artık ya genel-özel ev kıskacındaydı ya da dağın başında kendini ve toplumsal sistemini korumak zorundaydı, tıpkı bugün olduğu gibi.
Tanrıça kadına bir insan oğluyla evlenmek yaraşmazdı. Tanrıçanın kutsal evlilikle evleneceği kişi insanoğlu olsa bile en fazla törenin ertesi sabahı edebilirdi ve artık ölü olurdu. Çünkü kadın başına ne geleceğini biliyordu, bunu avcı kulübün klana saldırısında tecrübe etmişti. Fakat bir şekilde Gılgameş öldürülmedi ve tanrıçayla yönetim tahtını paylaştı.
Önder Apo ‘Düşürülen kadın, düşürülen toplumdur’ dedi. Gılgameş Destanında dağlı orman kabilesinin öncüsü olan Enkidu, Gılgameşin tapınak fahişelerinden birinin yoluyla düşürülür. Ve düşürülen Enkidu artık düşürülen dağlı, özgür halktır. Önceleri binlerce adı olan tanrıça kadınken artık tapınak döneminde kadının bir ismi yoktur.
O, bu destanda da görüldüğü gibi sadece fahişe adıyla anılır. Artık kadın sadece egemen erkeğin, amaçları için kullandığı bir araçtır. Saray kültürüne geçişle artık haremler vardır ve cariyeler burada eğitilir. Bunlar ya sokaktaki fahişeleştirilen kadınlar ya da işgal ettikleri topraklardan getirdikleri ‘savaş ganimeti’dir.
Kadının düşürülüşü vardır fakat tanrıça inancının ve kimliğinin izleri de vardır.
Artık kutsal evliliğin yerini siyasi evlilik almıştır. Ama yine de bu kadınlar öyle herkesle evlendirilmezler, saray etrafındaki özel ilişkilerle evlendirilirler. Erkeğin krallığının siyasi ve diplomatik ilişkilerinde evlilik yapma durumunda bırakıldılarsa da siyasi-yönetim güçlerini yitirmemiş, gelin gittikleri ülkelerde toplumsal-dini reformlar yapmışlardır ve rahibin yetkisine eşdeğer bir mevkide bulunmuşlardır. Aynı zamanda gittikleri ülkelere de tanrıça inancını götürmüşlerdir. Nefertiti, Nefertara, Puduhepa sadece onlardan birkaçıdır. Politik yaşama katılmış, savaşa karşı barışı sağlayarak kadınları ve çocukları korumuşlardır. Kendilerini Mitanni tanrıçası Hepat’ın hizmetkarı olarak tanımlamışlardır. Bu kültür Hindistan’a kadar etkili olmuş ve Sati kültürü ile çarpıcı bir şekilde bugün bizleri yakmaktadır. Kadın kimliği her zaman amansız acılara karşın heybetli direnişlerle örülmüştür. Önder Apo’nun ‘’Kadın olmak en zorda olan insan olmaktır’’ belirlemesi herhalde hiç Sati geleneği kadar yakıcı olmamıştır. Bu mitolojide Sati, Ari halkından olan bir tanrıçadır ve yerli halktan olan tanrı Şiva ile evlidir. Babasının bu evliliğe karşıtlığından kaynaklı Şiva’ya sadakatinden, varlığına içsel ateşle yani yogayla son vermiştir. Fakat hala Sati ateşinin kadının gönlünden çıkan ateşle yandığına inanmak gaflettir. Sati kelimesi temelde kocasına sadık kadını ifade etmek için kullanılan bir sıfatken, dul kadının ölen kocasının cenaze ateşinde kendini yakma törenine verilen isme dönüşmüştür. Bu eylem mitte geçen Sati karakteri ve onun eylemi ile ilişkilendirilmiştir. Böylece Hindu kadınların ölen eşleriyle birlikte yakılması geleneği mitolojik olarak temellendirilmeye çalışılmıştır. Bununla da toplumdaki kadınlara bir rol model yaratılmaya çalışılmıştır. Bu kültürde kadından önce kocasının ölümü ilahi bir cezadır ve daha önceki yaşamında kadının işlediği bir suça delalettir. Yani dul kalmak, suçlu olmaktır. Kadın bu suçunu affettirmek için iki yoldan birini seçmek zorundadır. Ya kocasının cenaze ateşiyle yaşamına son vermeli yada geri kalan tüm hayatını bir köşeye çekilerek, saçları kesik halde damgalı, toplumdan izole bir yerde bağışlanmak için dua etme cezasıyla geçirmelidir. Ne ironiktir ki Tanrıça Sati’ye atfedilen bir isim de ‘’uzun ömür tanrıçası’’dır. Oysa çarpıtılan bu kültür ile kadının zaten kendi olmayan ömrü, erkeğin ecelinin insafındadır. Bu gelenek, kadınları buna zorlamaktadır. Çünkü koca, bu dünyadan göçse bile gözü arkada kalmamalı, kadının iffeti ehemmiyette olmalıdır. Kadın zaten erkeğe hizmet için yaşar ve bu yüzden eğer erkek ölmüşse, kadının bu dünyada kalmasının bir manası da yoktur, o halde sadık bir kadın olarak ölmesinde sakınca yoktur. Zaten toplumsal gerçeklik yaşamına devam etmesine izin vermez çünkü yanında erkek olmayan kadın, şüpheli kadındır.
O zaten iffetsizdir. Hatta insan oluşu bile Avrupa’da Cadı Avları sürecinde şüphelidir, tartışmalıdır. Bu durum bize binlerce kilometre uzakta olan Hindistan’da yaşanan uç bir gerçeklik gibi gelmemeli, ki Önder Apo bu geleneğin Mitannilerden yayıldığını belirtti. Ki günümüzde Rojhilat ve Başurê Kurdistan’da, Ezidilerin yaşadığı kamplarda kendilerini diri diri yakmayı, yaşadıkları hayatın yakıcılığına tercih eden yüzlerce Kürt genç kadın var.
Erkeğin çembere aldığı kadın için yaşam, öylesine dayanılmazdır ki, kendini diri diri yakmak bu sistemde yaşamak kadar yakıcı değildir.
Hala eşi ölünce erkek kardeşi ve hatta babasıyla evlendirilen kadınlar var. Hatta tecavüzcüsüyle evlendirilen kadınlar var. Bunlar Sati kültürünün devamıdır. Mesele sadece fiziki olarak yakılmak da değildir. Narin Güran Kürdistan’ın bağrı Amed’de burnumuzun dibinde sözde kutsal aile kıskacı altında yakılmadı mı? Yanında babası, ağabeyi olmadan gece bir sokaktan geçerken önce tecavüze uğrayan sonra vücudu parçalara bölünüp yakılan genç kadınların külleriyle dolmadı mı Türkiye? Sokaklarda, caddelerde, yaşamın her alanında her gün defalarca sözle ve gözle yakılmıyor muyuz?
Değerli Yurtsever Genç Kadınlar ;
Simone De Beavouir ‘Kadın doğulmaz, kadın olunur’ diyor. Yani kadın olmak biyolojik değil toplumsal bir olgudur. En zorda olan oluşumuzun sebebi, biyolojik olarak kadın oluşumuz değildir. Kölelik, kutsal kitaplarda tanımlandığı gibi fıtratımızdan değil, egemen erkek aklının yaratımı ve dayatmasıdır. Bize ait kılınmaya çalışılmış bu kimliklere karşı her ne kadar dirensek de bir ölçüde yaşıyoruz. Ama bunun öz ve doğal olmadığını da biliyoruz. İşte varoluş sorunlarımızın kaynağında saray-harem kültürünün, Sati kültürünün getirdiği kölelik ve götürdüğü özgürlük var. Her birimiz bu 4 katmanın tarihsel süreçlerini içimizde barındırıyoruz, etkilerini taşıyoruz. Ama biliyoruz ki insan eliyle inşa edilen yine insan eliyle değiştirilebilir. Bu kölelik kodları erkek eliyle inşa edilmiş ve özgür kadın eliyle de aşılacaktır.
Bunun için öncelikle bize dayatılan ideolojik teslimiyeti aşmalı, Kadın Kurtuluş İdeolojisiyle kuşanmalıyız. Ana kadının, tanrıçanın gücünü genlerimizde taşıdığımızı bilmeliyiz ve bu güce inanmalıyız. Kendimizde bu gücü yeniden keşfederek, buradan başlayarak yeniden toplumsallığı komünle inşa etmeliyiz. Belki de günümüzün tüm toplumsal sorunlarının çözümü tanrıça kültüründe, ana-kadının karakterindedir.
Kadının en önemli gücü kendi içsel gücüdür, kadının kadınla geliştirdiği örgütlü güçtür, özgürlük uğruna mücadele gücüdür, ahlaki ve politik olan akıl ve yürek gücüdür.
Ana-kadından Kürdistan dağlarında mücadele eden kadına, Avrupa’daki cadı avlarından Afganistan’da Taliban’a karşı direnen kadınlara kadar dünyanın dört bir yanında mücadele eden her kadının kalbinde bu ruh atmaktadır.
Bu ruh yenilmezdir. Tüm saldırılara rağmen bugün özgür kadın katmanını hakim kılmaya çalışan bu kadar mücadele, kazanım, devrim varken Tanrıça’nın yenildiğini kim iddia edebilir ki?
Kaynak: Yurtsever Gençlik Dergisi



