Enter your email Address

Cuma, Aralık 5, 2025
  • Kurmancî
  • Türkçe
[email protected]
Nûçe Ciwan
  • Anasayfa
  • Haberler
    • Kurdistan
      • Bakur
      • Başûr
      • Rojhilat
      • Rojava
    • Ortadoğu
    • Avrupa
    • Dünya Çapında
  • Derinlik
    • Analiz
    • Röportajlar
    • Açıklamalar
    • Dergiler
  • Gençlik
    • Genç Kadın
    • Kürdistan Gençliği
    • Öğrenci
    • Avrupa
    • Enternasyonal
    • Eylemler
    • Kültür Sanat ve Spor
    • Werin Cenga Azadiyê
  • Önemli Başlıklar
    • Önder Apo
    • Şehitler Anısına
    • Devrimci Halk Savaşı
    • Kimyasal silahlar
  • Özel
  • Tüm Haberler
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Nûçe Ciwan
  • Anasayfa
  • Haberler
    • Kurdistan
      • Bakur
      • Başûr
      • Rojhilat
      • Rojava
    • Ortadoğu
    • Avrupa
    • Dünya Çapında
  • Derinlik
    • Analiz
    • Röportajlar
    • Açıklamalar
    • Dergiler
  • Gençlik
    • Genç Kadın
    • Kürdistan Gençliği
    • Öğrenci
    • Avrupa
    • Enternasyonal
    • Eylemler
    • Kültür Sanat ve Spor
    • Werin Cenga Azadiyê
  • Önemli Başlıklar
    • Önder Apo
    • Şehitler Anısına
    • Devrimci Halk Savaşı
    • Kimyasal silahlar
  • Özel
  • Tüm Haberler
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Nûçe Ciwan
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Anasayfa Derinlik Açıklamalar

Helin Ümit: “Gençler Öncülüğünde Toplum Yürüdü.”

22/10/2025 - 9:07
içinde Açıklamalar, Analiz, Dünya Çapında, Gençlik, Haberler, Kurdistan, Kürdistan Gençliği, Manşet, Önder Apo, Önemli Başlıklar, Ortadoğu, Toplumsal, Tüm Haberler, Video
Reading Time: 43 mins read
A A
Helin Ümit: “Gençler Öncülüğünde Toplum Yürüdü.”
PaylaşTweetle

HABER MERKEZİ- Apocu Hareket Üyesi Helin Ümit, Medya Haber TV’ye verdiği röportajda, Kürt sorununun çözümü meselesi ve Türkiye siyasetinin güncel tartışmalarını değerlendirirken dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Ümit, özellikle Önder Apo’yla görüşme konusunda direnç gösteren Milli Birlik Dayanışma ve Kardeşlik Komisyonu’nun ciddiyetini sorguladı ve sürecin toplum ve insanlık açısından taşıdığı önemi vurguladı. Türkiye’nin siyasi haritasının bu tür süreçlerde ortaya çıktığını belirten Ümit, Komisyon’un işlevini anlamak için süreci bir ölçüt olarak ele almak gerektiğini ifade etti.

Apocu Hareket Üyesi Hêlîn Ümit’in değerlendirmeleri şöyle:

 

“Öncelikle Kürt halkı için bir soykırım ve imha merkezine çevrilmek istenen İmralı Adası’nı güncel gerçeklikte bir demokratik toplum ve barış yani bir umut adasına çeviren Önder Apo’yu sevgiyle, özlemle selamlıyorum.

Genel olarak Türkiye’de tarih bilinci çok zayıf. Tarih bilinci zayıf olduğu için de demokrasi ve özgürlük mücadelesi bir türlü dikiş tutmuyor. Bunda Türkiye’deki egemenlerin, Türkiye’deki o siyasi aklın, yaklaşımın ideolojik baskısı çok belirgindir. O yüzden de tarih okumaları doğru sonuçlara yöneltmiyor.

Genel Türkiye açısından bunu söylüyorum fakat Kürdistan toplumu açısından böyle değil. 9 Ekim gerçekliği Kürt toplumunun mücadelesi içerisinde çok önemli bir yere sahip.

Aslında 9 Ekim’in gelişmesine karşı Uluslararası Komplo ile mücadele, bunun 27 yıllık bir sürece yayılmış olması Kürt toplumunda çok önemli bir bilinçlenme açığa çıkardı. Eğer bugün Kürt toplumunu sosyolojik, tarihsel toplumsal bir olgu olarak değerlendireceksek, Uluslararası Komplo ile yürütülen mücadele ve bunun açığa çıkardığı bilinçten asla kopuk ele alamayız. O anlamda ben Uluslararası Komploya karşı mücadelenin geliştirdiği bilinci çok önemli görüyorum.

9 Ekim’i yıllardır her fırsatta, her yıl dönümünde değerlendirdik. Bu komployu hazırlayan, geliştiren koşullar nelerdi? Ne hedeflendi? Bunları çok kapsamlı değerlendirdi. Fakat şunu söyleyebilirim. Tekrar tekrar bu komployu güncel gelişmeler ışığında ele almak mutlaka gerekli. Çünkü tarih, böyle yaşanmış,  olmuş bitmiş olaylar yığını değil. Tarih kendi içerisinde diyalektik bir bütünlüğe sahip ve günümüzü koşulluyor, günümüzü açığa çıkartıyor.

O anlamıyla 9 Ekim Uluslararası Komployu tartışmak, anlamak, anlamlandırmak gerekli. Programın konusu şu anda bu değil, fakat ben bu bağlamda birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum.

Öncelikle tabii ki 9 Ekim 1998 Komplosu, ondan sonra 15 Şubat’a varan süreç boyunca Güneşimizi Karartamazsınız eylemleriyle Uluslararası Komplocu saldırılara karşı fedai eylem çizgisini yaratan büyük şehitlerimizi saygıyla ve minnetle anıyorum.

9 Ekim Uluslararası Komplosunu güncel gelişmeler ışığında ele aldığımızda, aklımızdan çıkarmamamız gereken en önemli husus, bu komplonun gerçekleştiği süreçtir. Dikkat edilirse, 9 Ekim 1998’de devreye konulan komplo, bir yüzyılın sonu diğer yüzyılın başında gerçekleşmiştir. Yani 20. yüzyılın son yılı, 21. yüzyılın başlangıcıdır. Günceldeki gelişmelerden baktığımızda şunu görüyoruz: Orta Doğu’ya yönelik küresel kapitalizmin saldırısının önemli bir aşaması olarak planlanmıştır. Bunun herkesçe çok iyi anlaşılması, unutulmaması gerekir.

Niye bunu söylüyorum? Biz çokça vurguladık. Komplonun temel amacının yüzyılları alacak bir Kürt-Türk savaşımının geliştirilmesi olduğunu, bu çatışmaya dayalı olarak hem Orta Doğu’da hegemonik planların devreye konulmak istendiğini, o dönemin söylemiyle büyük Orta Doğu projesinin bir parçası olduğunu sıklıkla ifade ettik. Fakat içinde bulunduğumuz güncel gelişmeler bunu çok çarpıcı bir şekilde açığa çıkartıyor.

Dönemin başbakanı Ecevit o zaman demişti ki, “Öcalan’ı bize niye verdiklerini anlamadık.” Bu da anlaşılmayı gerektiren, tartışmayı gerektiren bir yön oldu. Yani düşünün, siyasetin kalbinde yer alan o dönemin başbakanı bir figür, kendi yönetiminde gelişen bir olay hakkında böyle bir değerlendirmede bulunuyor.

Önderliğimiz, geride kalan 27 yıl boyunca bu Uluslararası Komployu çözümlerken hep şuna dikkat çekti. Dedi ki, “Bu bir Uluslararası Komplodur. Bu komplonun yürütücü gücü ABD, İngiltere ve İsrail’dir. Türkiye’nin bundaki rolü gardiyanlıktır. Bu gardiyanlık halen devam ediyor. Halen İmralı soykırım sistemi bu anlamıyla devam ediyor.

Güncel sorunumuz şu: Biz Uluslararası Komployu boşa çıkarmaya çalışıyoruz. 27 yıldır Önder Apo eşi görülmez bir çabayla bu komplonun amaçlarının başarılmaması için çok büyük fedakarlıklar yaptı. Yani tarihi Türk-Kürt savaşının çıkmaması içi çalıştı. Bunun yerine Türkiye’nin demokratik cumhuriyet temelinde güncellenerek Kürt-Türk barışı temelinde bölge halklarını güçlendirecek bir stratejiyi hayata geçirmeye çalıştı. Fakat hala buna karşı çok büyük bir direnç var, önünde engeller var.

TÜRKİYE PRANGALARINDAN KURTULACAKSA, ÖNCELİKLE ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLANMALI

Bunun önündeki en büyük engel, İmralı soykırım sistemidir. Bunun önündeki en büyük engel, Önder Apo’yu İmralı’ya mahkum ederek bölgede hegemonik planlarını gerçekleştirmek isteyen güçlerin amaçlarıdır. Şimdi bu bağlamda bakıldığında Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemek Türkiye’nin özgürlüğünü istemektir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemek, bölge halklarının batının küresel kapitalizmin saldırıları karşısında bölge halklarının güçlenmesini istemek demektir. Bunu böyle anlamak, değerlendirmek gerekli.

Bu konuda çok sığ, çok dar yaklaşımlar var. Sözde milliyetçilik ve tırnak içinde Türkiye yurtseverliği çerçevesinde şöyle bir yaklaşım gelişiyor: “Türkiye’de barış olsun fakat biz Önder Apo’yla görüşmeyiz, Önder Apo’yla olmaz.”

Bu mümkün değildir. Çünkü son 27 yıla damgasını vuran şey, Uluslararası Komplo gerçekliğidir. Uluslararası Komplonun Türkiye’yi İmralı üzerinden denetime alma ve kontrol etme siyasetidir. Eğer Türkiye bugün prangalarından kurtulacaksa, öncelikli olarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması gerekir. Bunun böyle anlaşılması lazım.

Bu çerçeveden baktığımızda da işte hem gençlik hem kadın hareketinin yaptığı eylemler gerçekten çok isabetli eylemlerdir. Bunun Uluslararası Komplo ile mücadelenin yıl dönümüne denk gelmiş olması ayrı bir anlamdadır. Gerçekten görkemli bir eylem oldu Amed’de. Birçok yerden gençler Amed’e akın ettiler. Gençler öncülüğünde toplum yürüdü. Toplum taleplerini dile getirdi. O anlamıyla çok anlamlı değerli eylemlerdi. Ben bu vesileyle onları selamlıyorum. Bunun devam etmesi gerektiğini belirtmek istiyorum.

Bu eylemler sonrasında hem kadınların Meclis’e yürümeleri, işte Meclis’te attıkları slogan sonrası hemen “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde nasıl bu sloganlar atılıyor” diyerek milliyetçiliği köpürten tepkiler aşırı derecede servis edildi. Şimdi de gençlik eylemi sonrasında Ömer Çelik hemen çıktı; “Provokasyonlar var” falan dedi. Bunlara çok aldırmamak lazım.

Şöyle aldırmamak lazım. Demokratik ölçüler çerçevesinde demokratik örgütlenme ve eylem hakkı, ana sütü gibi haktır, helaldir. Yani eğer bir süreç gelişecekse bu halkların, kadınların, gençlerin ağzını bantlayarak gelişmeyecek. Onların sessiz ve sakin kalmasıyla gelişmeyecek. Türkiye’nin demokratikleşmesi demek ya da demokratik örgütlenme ve eylem çizgisi demek, herkesin kendisini örgütlediği ve düşüncelerini özgürce dile getirdiği ortama ulaşmak demektir.

Herkesin şunu çok iyi bilmesi lazım. Demokrasiler bir diyalog zeminidir, diyalog, uzlaşma rejimleridir. Fakat aynı zamanda gerilimlidirler. Yani farklı fikirler çatışır, ortaya çıkar, karşı karşıya gelirler, örgütlenirler. Bu çerçevede Bakurê Kurdistan’da, Türkiye’de, Avrupa’da, Kürtler nerede yaşıyorlarsa örgütlenmeliler ve eyleme geçmeyi sürdürmeliler. Kadınların ve gençliğin bu çerçevede içine girmiş olduğu eylem de böyle anlaşılmalı.

Hiç kimse korkmamalı. Yani ben bir yere kadar şunu anlıyorum. Özellikle Kürt toplumunda şöyle bir hassasiyet var: İşte Önder Apo bir süreç geliştiriyor, yaptıklarımız bu süreci desteklemeli. Çünkü Önder Apo’nun arkasında yürüyen, Önder Apo’nun önderliğinde yürüyen bir kadın ve gençlik kitlesini görüyoruz, bir toplumu görüyoruz, bir halkı görüyoruz. Şöyle kaygılara girebiliyor: Acaba süreç bozulur mu? Biz eylem yapsak ya da duygularımızı, düşüncelerimizi, taleplerimizi dile getirsek karşılığı nasıl olur? Bu hassas yaklaşım, beklentiyi çok fazla arttırıyor. Buna hiç gerek yoktur. Eğer Önderliğin, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü isteniyor diye süreç bozulacaksa, varsın bozulsun. Neden? Çünkü her sürecin ya da her olgunun bir karakteri var. Önder Apo da devlet de hep şunu vurguladı. Denildi ki, bu süreç bir al ver süreci değil. Evet, bu süreç bir al ver süreci değil ama olgunun bir karakteri, yani bir ontolojisi var. Ne diyorlar İslamiyet’te? Bir fıtratı var. Varlığı var kılan bir ilkesi var. Yani bu sürecin özü diyelim. Evet özü içermesi gereken şey, bu. Bu sürecin karakterinin bir parçası.

Hem halkımız böyle görmeli hem muhataplarımız bizi böyle anlamalılar. Bu al ver süreci değil. Bu olmazsa olmaz bir şey. Böyle anlaşılmalı. Bu temelde de hem kadınlar özelde de yurtsever gençler örgütlenmeye ve eylemde olmaya devam etmeliler.

Peki Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sadece Kürt halkı için mi anlam ifade eden bir durum? Mesela Türkiye’de birçok toplum yaşıyor. Ve bunların da taşıdıkları kimlikten kaynaklı veya ait oldukları sosyal sınıflardan kaynaklı birçok sorunla karşı karşıya bulunuyor. Türkler bunun başında geliyor. Türkiye’nin emekçi sınıfları var, köylüsü var, kadını var, gençliği var. İşsiz gençliği var, okuyamayanı var. Egemen ulus, Türklük ama egemen ulus içerisinde birçok ezilen kesim, zümre, sınıf var. Bunlar açısından hiç anlamı yok mu? Bunlar açısından Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün getireceği bir kazanım yok mu? Bunlar ne zaman dahil olacaklar sürece? Dahil olmalar gerekmiyor mu? Bu çok önemli bir konu. Aslında bir çok boyutuyla tartışmamız gereken bir konu.

Fakat Türkiye’de algılar o kadar çarpık ve yönlendirilmiş ki; Önder Apo deyince bir canavarlaştırma siyaseti… Bu yeni yapılan bir durum değil ama sorun şurada. Bu ısrarla sürdürülüyor. Önder Apo’nun gerçekliğine doğru yaklaşılması için her şeyden önce Türkiye’deki ilgili çevrelerin ya da bizlerin de belki bu konuda daha fazla çalışması lazım. Tarihsel gerçeklikleri daha doğru ortaya koymamız lazım. Önder Apo gerçekliği nedir? Önder Apo kimdir? Önder Apo’nun mücadelesi, kavgası niçin olmuştur? Evet biçimde Kürt varlığı ve özgürlüğü için mücadele eden bir önderlik gerçekliği vardır. Niye? Çünkü Kürt varlığı ve özgürlüğü, özgürlüğünden önce de varlığı tehdit altında kalmış. Yani bir elli yıl öncesine dönüp baktığımızda Kürtlükten geriye kalan hiçbir şey kalmamıştı. Onu mezardan çıkartan, ayağa kaldıran, onu talepli kılan, Kürtler için mücadele eder hale getiren bir önderlik gerçekliği var.  Fakat bu önderlik gerçekliği, Kürt önderi fakat özünde bir özgürlük önderliği. Kadınlar için özgürlük önderliği, işçiler, emekçiler, ezilenler… Yani sınıfsal ayrışmada, alt tabakada kalanlar için onurlu ve eşit yaşamanın zeminini açan bir gerçeklik.

Halklar açısından da şöyle söyleyebilirim. Türkiye’deki ulus devletçi yaklaşım Kürtlüğü inkar etmek için neredeyse Türklüğü de inkar etti. Yani Türklüğün de kendi özgün renkleri kayboldu. Mesela diyelim ki Türkiye’de 50 tane halk yaşıyor. Sen bunların hepsine Türk’tür dersen, Türklüğün rengi de kalmaz. Kendi otantikliği, orijinalliği kalmaz. O yüzden aslında köksüz bir Türklük inşası da Türkiye’de bir gerçek. Tüm bunların ortadan kalkabilmesi için Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü gerekiyor. Çünkü Önder Apo ve işte Önder Apo şahsında Kürt halkına dönük inkarcı, asimilasyonu, soykırımcı politika sürdükçe Türkiye’de halklar baskı, zulüm, adaletsizlik, haksızlık görmeye devam edecektir. O gerçeklik diğerinin başkaldırmasını, hakkını aramasını, kendi olmasını engelleyecektir.

Dikkat edin; hep bir tehdit havasında bir Türkiye gerçekliği var. Bu gerçeklik içerisinde hiç kimse sesini çıkaramıyor. En basit, sıradan hakkını savunamıyor. İkinci gün ona dönüyorlar diyorlar ki, sen teröristsin! Dönüyorlar diyorlar ki sen şundan tarafsın. Hemen böyle bir taraflaştırma şeyi.

Türkiye’nin normalleşmesi, demokratikleşmiş, kendi iç barışını sağlamış, çoğulcu, çoklu, gelir adaletini sağlamış, kendi içerisinde o uçurumları kapatmış bir ülke haline gelebilmesi için Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü şarttır. Çünkü o, demokratik modernite önderliğidir. Herkesi demokratik moderniteye dair araştırma yapmalarını öneriyorum. Demokratik modernite neyse Önder Apo bunun önderliğidir. Devlet ve iktidardan farkını koyan toplumların, halkların, ekolojinin, kadın özgürlüğünün önderliği olarak şekillenen bir önderlikten bahsediyoruz. Tüm kesimler bu gerçeklik içerisinde kendi ifadesini bulabilir.

KOMİSYON SORUNUN KAPSAMINI, DERİNLİĞİNİ, OLAYIN CİDDİYETİNİ KAVRAMIŞ DEĞİL

9 Ekim Uluslararası Komplosu uluslararası düzeyde gelişti. Bu şunu gösterir bize. Eğer biz bugün Türkiye’nin içerisinde bir rantçı kesimden bahsediyorsak, şuna emin olun ki bunların dış bağlantıları vardır. Yani bunu böyle bir kural gibi ele alabilirsiniz. İsim vermek istemiyorum. İsim vermenin onları değerli kılacağını düşündüğüm için böyle doğrudan isim vererek ifade etmek istemiyorum. Bugün savaş çığırtkanlığı yapanlar, hakarette bulunanların, hani sözde Türkiye’nin bağımsızlığı gibi masum bir kavramın arkasına saklanarak, aslında küresel sermayeyle iç içe geçmiş bir şekilde Türkiye’yi bir savaş ülkesi haline dönüştürmek istiyorlar. Oradan da rant devşirmek istiyorlar. Bu kesinlikle böyle anlaşılmalı. Bunu böyle görmek, böyle tanımlamak erekli.

Biz çok dikkatle takip ediyoruz komisyon çalışmalarını, anlamaya çalışıyoruz. Şimdiye kadar da komisyon, evet planlamaları çerçevesinde görüşmelerini yapıyor. Böyle çeşitli toplumsal kesimleri dinlediler. Fakat hatırlarsanız bu komisyon önerisini; CHP’nin komisyon kurulsun ya da meclis çatısı altında bu sorun ele alınsın diye bir yaklaşımı vardı. Fakat esasta Önder Apo’nun talebi, istemi üzerinden gündeme geldi.

Komisyonun bir amacı, demokratik toplum ve barış sürecini toplumsallaştırmaktı. Fakat bu komisyonun amacı gerçekten neydi? Niye bir araya geldiler? Mesela hiçbir somutluğa ulaşmayacaksa, hiçbir adım atılmayacaksa, bir yansıması olmayacaksa, bir sivil toplum örgütü de bu tür tartışmaları yürütebilirdi. Yani bir sivil toplum örgütü bunu üstlenebilirdi. Çeşitli toplumsal kesimlerle bir araya gelerek duruş alışverişinde bulunabilirdi. Ama bu meclis çatısı altında. Aslında Türkiye’deki siyasi haritanın, siyasi iradenin yansıdığı bir alan.

Bu kapsamda bakıldığında, komisyon çalışmaları için insan şunu rahatlıkla söyleyebiliyor. Zamana yayma ve oyalama çok barizdir. Bu anlamıyla kullanılan bir mekanizma durumuna geldi. Kendisini kullandırtıyor yani. İsmi Milli Birlik Dayanışma ve Kardeşlik Komisyonu. Şimdi bu birliğin, dayanışmanın ve kardeşliğin gelişmesi için komisyonun ne yapması gerekiyor? Önder Apo, Uluslararası Komplo’dan hemen sonra şunu söyledi. Aslında 92 ve 97’deki arayışlarında da vardır. “Savaşanlar barışabilir” dedi. Yani eğer bir barış yapacaksanız, bir çatışmalı ortamı durduracaksanız, bunu başka güçleri devreye koyarak yapamazsınız; muhataplarıyla yapabilirsiniz.

Şimdi Kürt varlığını 21. yüzyılda açığa çıkartan, inşa eden, oluşturan, onu talepli kılan, bugün işte herkesin stratejik ittifak olarak ilişki geliştirmek istediği bir olguya dönüştüren bir önderlikten bahsediyoruz. Bu önderlik gerçekliği diyor ki; gelin, bu sorunu çözelim. Fakat komisyonun şimdiye kadar buna yanaşmaması, buna ayak diremesi, bu konuda böyle nasıl uygun olmayan tartışmaların yansıması… Çünkü şunu biliyoruz, şundan dolayı söylüyorum. Bazı komisyon üyeleri “biz gitmeyiz” diyorlar mesela. Demek ki hala birbirlerini ikna edememişler. Hala sorunun kapsamını, derinliğini, olayın ciddiyetini kavramış değil. Bu komisyonun öyle bir sorunu var bence. Hani Türkiye’nin yeni yüzyılı deniliyor ya, Türkiye’nin yeni yüzyılına girdik. Cumhuriyet’in yeni bir dönemine, yeni değerlerle gireceğiz. Gerçekten böyle bir süreçte oluşan böyle bir komisyon rolünü oynayacak mı, oynamayacak mı? Yani biz o ciddiyeti göremiyoruz.

Elbette ki bir tarafı olarak sen gideceksin. Olay olgularla, gelişmelerle ilgisiz en uçtan başka kesimleri dinleyeceksin ama bu mücadele sürecinin, bu savaş sürecinin birinci dereceden sorumlusuyla oturmayacaksın, konuşmayacaksın, görüşlerini almayacaksın. Böyle bir şey olabilir mi? Şunu ben açıklıkla söyleyebilirim. Hareketimiz adına kimse başka türlü temsiliyet yapamaz. Böyle tanımlamalar yapılıyor ama gerçekliği ifade etmiyor.

Örneğin DEM Parti, PKK değil. DEM Parti, PKK mücadelesini temsil edemez. DEM Parti, Türkiye’nin siyasi bir partisidir. Çok önemli bir rolleri var, rollerini oynuyorlar. Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok sıkı bir mücadele veriyorlar. Bahsettiğim şey bu değil. Bahsettiğim şey farklılıklarımız. Biz farklıyız yani. O anlamıyla kesinlikle eğer bu komplo aşılacaksa.. Bu yüz yılda Türkiye’ye dayatılan Uluslararası Komplo diyeceğim. Ben 9 Ekim komplosunu öyle tanımıyorum çünkü. Önder Apo 27 yıldır bunu aştırmaya çalışıyor. Şimdi demokratik toplum ve barış süreciyle birlikte kalıcı olarak komplonun tehlikelerini ortadan kaldırmak istiyor. Birazcık Türkiye’yi seven, gerçekten sorumlu siyasetçiler o komisyonda yer alıyorsa sorumluluklarının gereğini yerine getirmeliler, demek istiyorum.

‘KÜRTÇEYİ RESMİ YERDE DEĞİL EVDE KONUŞABİLİRSİN’ DEMEK ASİMİLASYONİST POLİTİKANIN DEVAMINDA ISRARDIR

Birkaç gün önce Meclis Komisyonu’nun başkanı Numan Kurtulmuş, Amed’e gitti. Amed’de iyi bir konuşma yaptı. Kendi programı vardı. Kürt halkının dil problemi olduğunu, dilini kullanabileceğini, buna saygılı olduğunu ve benzeri şeyler söyledi. Aynı Numan Kurtulmuş, Meclis Komisyonu’nda Kürtçe konuşan 60-70 yaşındaki bir anayı susturdu. Bunu niye yeniden gündeme getiriyorum? Şu önemli: Siyasilerin söyledikleriyle yaptıkları tutarlı olması lazım. Sen bir yerde gideceksin diyeceksin ki; Kürtler de kendi dilini kullanmalı ama başka bir yerde buna izin vermeyeceksin, o dili tanımayacaksın, yasaklayacaksın, kabul etmeyeceksin. Numan Kurtulmuş sadece bir AKP’li vekil değildir; Meclis Komisyonu’nun başkanıdır, Meclis’in de başkanıdır. Bu böyle olamaz.

Niye böyle oldu? Mesela Numan Kurtulmuş niye böyle yapıyor? Bizim çıkardığımız sonuç şöyledir. Evet, artık gelinen aşamada Kürt varlığının inkarı sürdürülemiyor. Fakat Kürtlerin kollektif haklarının da tanınmayacağı mesajı veriliyor. Meclis çatısı altında Kürtçe konuşamazsın, yaşamda bireysel olarak konuşabilirsin. Fakat bu kadar mücadele, bu kadar Kürt halkının bir halk olarak kendi varlığını ortaya koyduğu bu 50 yıllık kavga, savaş bunun için verilmedi. O anlamıyla komisyonun şuna cevap vermesi lazım. Komisyonun bu konuda netleşmesi lazım. Kürt toplumunun kollektif hakları tanınacak mı, tanınmayacak mı? Demokratik entegrasyon dediğimiz şey bu. Biri, Meclis’te konuşamazsın, resmi yerde konuşamazsın ama evinin içerisinde, sokakta konuşabilirsin demek, asimilasyonist politikanın devam etmesini sağlamaktır. Yani, ben seni aslında bir halk olarak tanımıyorum, resmiyette sen yoksun. Resmiyette sen Türk’sün ama işte baş edilemediği için bireysel olarak sen kendi şeyini sürdürebilirsin. Bunun garantisi nedir? Niye Kürt toplumunun dili yasaklı olsun? Niye Kürt toplumunun dili resmi olmasın?  Evet devletin dili tek olur falan, bunlara girmeyeceğim, bunları hukukçular tartışabilirler. Niye olmasın yani? 60 milyon Kürt’ten bahsediyoruz.

50 yılda, ortalama en az 30 bin şehidi olan bir halktan bahsediyoruz. Yani dilinde konuşamayacak mı bu halk? Dili tanınmayacak mı? Dil her şeydir. Yani bir halk için, kimliğin önemli bir parçası dildir. Nasıl bir dil kullanıyorsan kimliğin öyle şekillenir. Hem içerik olarak hem lisan olarak söylüyorum yani. Yani insanları ona göre tanımlarsınız. Buradan çıkan böyle bir sonuç vardır. Bu asla kabul edilemez.

PROJE, DEVLETTEN DIŞLANAN KÜRTLERİ DEVLETE DAHİL ETMEKTİR

O anlamıyla komisyonun, eğer gerçekten bu rolünü oynayacaksa, bunda kararlıysa;

Bir; Önderliğin fiziki özgürlüğü temelinde umut hakkı çalışmalarını yürütmesi lazım.

İki; Kürt toplumunun demokratik entegrasyonu için bir planlamasının olması lazım, bir tartışmasının olması lazım. Türkiye’de savaş rantçıları, her gün milliyetçiliği köpürten, Kürtlerle savaş olması için kavga veren kesim, her gün o medyada bas bas bağırıyorlar; ama bu komisyon üyelerinden bir tanesi doğru düzgün çıkıp cevap vermiyor.

Hepsi DEM’lilere bırakılmış. Pervin Buldan’a bırakılmış mesela. Ama bu sorun sadece DEM Parti’nin sorunu değil ki! Bu sorun sadece Kürtlerin sorunu değil ki! Bu sorun Türkiye toplumunun, Türkiye halklarının sorunu. Eğer sahiplenilmezse, sanki “Kürtler zordalar, işte şimdi devlete entegre olmak istiyorlar, hani kapımızdalar, ne diyeceğiz” yaklaşımı çok şovenist, çok egemen bir yaklaşım. Yani böyle bir mecburiyet yoktur. Kürtler buna mecbur değil. Böyle söyleyince, diyorlar ki “Kürt özgürlük hareketi tehdit ediyor”. Başka seçeneğimiz var. Evet mecbur değiliz. Boyun eğmeye, köleliğe, teslimiyete, inkara, soykırıma mecbur değiliz. Ama tercihimiz Türkiye halkıyla, halklarla demokratik cumhuriyet temelinde, cumhuriyeti demokratikleştirme temelinde entegrasyonu gerçekleştirmektir.

Yüzyıldır cumhuriyetin kuruluşundan beri devletsizleşen, devletten dışlanan Kürtleri devlete dahil etmektir. Proje budur yani. Öyle olacak mı olmayacak mı? Bu ittifak olacak mı olmayacak mı? Şimdi komisyon çalışmalarının gelip dayandığı nokta budur. Biliyorsunuz süresi de bitti, artık görüşmeler de yanlış değilsem tamamlandı. Böyle hani Anadolu’da çok söylenen bir sözdür. Dananın kuyruğunun kopacağı zaman derler.Şimdi artık öyle bir zamana girdik yani. Oyalanmayı ancak bu kadar yapabilirler diye Şimdi hem komisyon için hem Türkiye Devleti’nin sorumlu yetkinler için söylüyorum. Cumhurbaşkanlığından tüm meclise kadar.Tarihsel rolünü oynayacak mı bu kritik dönemde? Gerçekten çok hassas bir dönemden geçiyoruz. Bölge halkları olarak çok hassas bir dönemden geçiyoruz. Ben bu çerçevede uyarımı da yaparak komisyon çalışmaları için değerlendirmemi bu şekilde toparlayabilirim.

BİZİ EN FAZLA TEREDDÜDE DÜŞÜREN ŞEY, ÖNDER APO’YLA GÖRÜŞMEMEK KONUSUNDA AYAK DİRETİLMESİDİR

Mehmet Uçum’un yazısını okudum. Geçiş süreci ve demokratikleşme sürecini ikiye ayırıyor. Yani kendisince bir mantık silsilesi var. Fakat işin pozitif tarafı şu. Yani üstü örtük de olsa Türkiye’nin ağır bir demokrasi sorunu olduğu kabul edilmiş oluyor bu şekilde. Bizim hem ideolojik duruşumuz hem felsefik yaklaşımımız bir halkın, bir toplumun, bir coğrafyanın en acil ihtiyacının demokrasi olduğunu gösterir. Yani ondan daha önemli bir şey yoktur. Ekmekten, sudan, ekonomiden önemlidir. Çünkü bunun hepsini sağlayacak olan şey demokratikleşmedir. Demokratik bir toplumda bütün güçler devreye girer ve yapıcı bir süreç yaşanabilir.

Bunun olmadığı toplumlar baskıcı değil mi? Bir kesimin bir kesime hükmettiği, adaletin olmadığı, haksızlıkların yaşandığı toplumdur. O anlamıyla, işte bu geçiş süreci denilen süreç bu kadar ağır bir problemi gündemine almışsa, Türkiye Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi ismiyle bir komisyon kurmuşsa, atacağı adımların demokratik içerikte olması lazım. Başka hangi adımları atacak, hangi kararları alacak? Meclisin gündemine nasıl paketler gidecek mesela? Antidemokratik yasalarını önerecekler. Baskıcı, yasakçı. ..Böyle mi olacak?

Bu yaklaşım pozitivist yaklaşımın, pozitivist zihniyetin yani olguları, olayları birbirinden çok katı ayırarak ele alma biçiminin bir yansıması oluyor. Oysa toplumsal olgular oldukça girifttir. Yani birbiriyle ilişkiselliği çok güçlüdür.

Bütünsellik ve ilişkisellik, toplumsal olgular dünyasında en fazla üzerinde durulması ve bu yöntemle yaklaşılması gereken konudur. Fakat işte Mehmet Uçum şahsında, belli ki iktidarın bu süreci yürüten kanadında böyle bir zihniyet yoktur. Olayları birbirinden koparıyor. Demokratik entegrasyonu sağlamak için; demokratikleşme olmadan entegrasyon olur mu; şeklinde tartışmak lazım. Gerçekten böyle mi düşünüyorlar, kelime oyunu mu yapıyorlar, dalga mı geçiyorlar? Gerçekten insan tereddüde düşüyor.

Bu noktada bizi en fazla tereddüde düşüren şey de, Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun Önder Apo’yla görüşmeme konusunda ayak diremesi oluyor. Bu bizim için bir ölçü. Ben bunu aslında ilk soruda da biraz ifade etmeye çalıştım; olmazsa olmaz. İşin doğası, özü bu.

Bu konuda iktidarın bir kanadı, -özellikle AKP kanadı- Önder Apo’nun mevcut pozisyonunu, araştırma eğilimini sürdürüyor. O yüzden böyle ağırdan alma var. Komisyonla Önder Apo bir araya gelse, Önder Apo görüşlerini paylaşsa bu konuda…

Biz bir sürü adım attık. Bunlar çocuk işi değildi. Gerçekten biraz siyasetten, politikadan anlayanlar, yaptıklarımızın anlamının hakkını verirler. 50 yıldır bölgeye damgasını vuran PKK, kendi örgütsel varlığını sonlandırdı. Bu çok büyük bir olaydır. Aslında farkında değiller, idrak edemiyorlar. Politik söylemde bunun karşılığı çok büyüktür. 50 yıldır dünya birleşti, bu Hareketin üzerine geldi; geri adım attıramadı. Silahlı mücadele stratejisine son verdi. Bu da çok büyük bir olaydır. Yani düşünün, Kürt varlığı bu savaşta kendisini ortaya koydu, kazandı. Temel yöntemi buydu. Bundan bir değişiklik var.

Ve tüm bunları ne için yaptı? Biz ne için yaptık bunları? Biz bunları Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne bağladık ve dedik ki; Önder Apo bu süreci yürütürse bu süreç yürür. Baş müzakereci odur.

Şimdi bunu kabul etmemek demek, şu demektir: Biz nasıl ki yüzyıldır böyle gelmişiz bundan sonra da inkarcı siyaseti, asimilasyonist siyaseti kavramlarla oynayarak, değiştirerek sürdüreceğiz. Fakat tehlike büyüktür. Ben tekrar ediyorum. Bu yüzden Önder Apo bu süreci yürütürken bazı tarihsel süreçlere dikkat çekti, Selçuklulara dikkat çekti.  Yavuz Selim’in gireceği savaşta annesi soruyor. Diyor ki, sen neyine güveniyorsun? Diyor ki, ben arkamda Kürtlerden etten bir duvar ördüm. Bir Kürt dağı var diyor. Ona dayanarak gelişme yaratabiliyor, savaşı kazanabiliyor. Yine mesela Çelebi Mehmet, Osmanlı zamanı. Baş danışmanlarının hepsi Kürt’tür. Akşemseddin öyledir, Molla Goranî öyledir. Bu örnekleri Önderlik boşu boşuna vermiyor. Nostalji yapmak için bunları ifade etmiyor. Tarihsel kırılma noktalarında halklar birlikte var olabilmişler. O yüzden 1071’e, Malazgirt’e dikkat çekiyor. Bizans saldırılarına böyle karşılık verebildiler. Ve Türkler bu coğrafyada öyle kalıcılaşabildi. Şimdi risk bu kadar büyüktür. Tarihsel bir kırılma döneminden, bir kritik eşikten geçiyor Orta Doğu.

Bakın Kıbrıs’ta gelişmeler var. Bahçeli başka türlü, Erdoğan başka türlü yorumladı. Ama bizim de bir yorumumuz var. Biz bunları söylüyoruz. Biz bu coğrafyanın insanlarıyız. Biz Türkiye toplumunun içinden çıktık geldik. Biz ülkemizi seviyoruz. Fakat böyle tekçi, birbirini inkar eden, çatışmalı bir Türkiye istemiyoruz.

Önder Apo’yu muhatap almayan, onunla görüşmeyen bir komisyonun ciddiyeti olamaz. Kendi ciddiyetini de oluşturamaz. Bir oyundu, yaşandı geçti deriz. Biz komisyonu süreç açısından bir ölçü olarak görüyoruz tabii ki. Çünkü Türkiye toplumunun siyasi haritası oradadır.

O anlamıyla tekrar vurgulayayım. 100 yılda Cumhuriyet’ten dışlanan Kürtler, bu sefer tarihi Kürt-Türk İttifakı temelinde, büyük Orta Doğu projesi devredeyken, saldırılar ortadayken bir ittifak temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesi, demokratik cumhuriyet temelinde yeni yüzyılı karşılayacak mı? Karşılamayacak mı? Ana soru budur. Bunun da baş mimarı Önder Apo’dur. Bunun herkes tarafından çok iyi bilinmesi lazım. Bunu öyle ifade etmek istedim.

DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK GÜÇLERİ SÜRECİN NERESİNDE?

Özgürlük ve demokrasi güçlerinin bu süreçteki rolü çok önemli. Fakat rol nedir? Aktif politika üretmektir. Özgürlük ve demokrasi güçleri aktif politika üretebilirlerse, tarihi rollerini oynayabilirler. Bunu şöyle değerlendirmiyorum. Genellikle konuşmakla politika yapmak aynı ele alınıyor. Fakat konuşmak, bir hakikati dile getirmek, bunlar da yapılması gerekenlerin bir yanı ama hepsi değil. Dikkat ederseniz; Apocu Hareket Kürdistan’da gelişirken bir tarzda gelişti. Bu bir zafer tarzıdır. O yüzden söylüyorum. Eğer bugün Türkiye’de, Türkiye’yi de kapsayan demokratik toplum ve barış sürecini geliştireceksek, bu tarzı iyi incelemek lazım. Bu tarz neydi? Yaptıkça konuşmak, konuştukça yapmak. Sadece konuşmamak. Biraz pratik üzerinden konuşmak gerekli. Bu konuda bir zayıflık var.

Şöyle bir tablo olduğunu söyleyebilirim. Bir tarafta devlet var; devlet bazı şeyler söylüyor. Arada devletin hem kullandığı kült hareketini baskı altında tutmak için kullandığı milliyetçi kesimler var. Yoksa bunlar susturulabilir. Çok bir güçleri de yoktur. Devlet istese ikinci günü yapabilirler. Ama niye böyle kullanıyorlar?

Türkiye’de milliyetçi çevreler var. Siz şunu yapmazsanız böyle olur, şöyle olur. Böyle bir oyun var. Biz bunu görüyoruz. Bir de diğer tarafta demokrasi ve özgürlük güçleri var. Diğer tarafta da Kürt Özgürlük Hareketi var. Arada kendisini özgürlük ve demokrasi gücü olarak tanımlayanlar kimler? Var mı böyle güçler? Gerçekten ben merak ediyorum. Olduğuna inanıyorum, inanmak istiyorum. Türkiye’nin feministleri, solcuları, sosyalist güçleri, anarşistler, anti kapitalistler, antikapitalist Müslümanlar var. Yani nasıl ki halklar, inançlar bakımından bu coğrafyada zenginse, siyasi düşünce açısından da zengin bir çerçeve var aslında. Peki nerede bu kesimler? Ne yapıyorlar? Bu süreç hakkında ne düşünüyorlar? Neresindeler?

Şunu söyleyebilirim. Böyle bir izleme pozisyonu var. Ben bunun tehlikeli, kötü, yanlış olduğunu düşünüyorum. Yani Türkiye’nin geleceğinin belirleneceği bir dönemde tüm dinamiklerin aktif olarak devrede olması lazım. Kendilerini hem eylemleştirmeleri hem de söylem gücü haline getirmeleri gerekiyor.

Belki de cumhuriyet tarihi içerisinde ilk defa böyle bir momentum yakalamışız. Kaygılarımız, güvensizliklerimiz var, evet; -Hareket olarak söylüyorum- fakat umudumuz var, bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Önder Apo, İmralı’da, o dört duvar arasında canhıraş bir şeyler gelişsin diye uğraşıyor. Peki dışarıda gerçekten Türkiye’nin barışını isteyen, Türkiye’de demokratikleşmeyi isteyen, Türkiye’de halkların birlikte yaşamasını isteyenler ne yapıyor?

Bu ataletten sıyrılmak lazım. Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, özgürlük güçlerinin, kadınların -sadece Kürt Kadın Hareketi’nden, sadece Kürdistan’daki yurtsever gençlik hareketinden bahsetmiyorum; Türkiye’nin genelinden bahsediyorum- tartışarak, planlayarak, örgütlenerek kendilerini harekete geçirmeleri gerektiğini söylemek istiyorum. Yoksa bu tarihsel fırsat kaçmış olacak. Ve bu kesimleri de o zaman farklı değerlendireceğiz. Kimden neyi bekliyorlar? Eğer bir gelişme yaratmak istiyorsak, bu devletten beklenerek olmaz. Bir alan açılmış şu anda. Bir tartışma alanı açılmış bu konuya ilişkin. Bakın karşıtlar nasıl örgütleniyorlar, tartışıyorlar. Özgürlük güçleri, demokrasi güçleri de örgütlensin, tartışsın, gündem yapsın, konferanslar yapsın, toplantılar yapsın. Demokrasiyi canlandıracak, demokratik iklimi hayata geçirecek çalışmalar yürütsünler. Söz söylesinler, talep etsinler.

Gerçekten şu çok ağırdır. Ben diyorum vicdan! Her şey Önder Apo’nun sırtına bırakılabilir mi? Her şeyi ondan beklemek… Türkiye’nin bütün sorunlarını, bütün yükünü Önder Apo’nun sırtına bırakmak yanlıştır. Bu kabul edilemez bir şeydir.

Türkiye’de böyle bir potansiyel var. Önder Apo’nun şimdiki hamlesi de… İlgilenenler okumuştur diye tahmin ediyorum ama tekrar dikkat çekmek istiyorum. Önder Apo’nun beş savunmasında şu tespit vardır: Cumhuriyet kurulurken İslami kesim dışlandı, Kürtler dışlandı, bir de sosyalistler dışlandı. Şimdi aslında demokratik sosyalizm projesiyle, demokratik toplum ve barış süreciyle Türkiye’nin demokratik sosyalizm kanadı örülüyor, inşa ediliyor. Fırsat olursa biz bunu açığa çıkarmak istiyoruz.

Yani demokratik toplum; “Önder Apo “buna siz demokratik toplum sosyalizmi de, demokratik ulus da diyebilirsiniz ama demokratik sosyalizm de diyebilirsiniz”. Bizim siyasal çizgimiz budur. Bu çerçevede biz Türkiye’yi demokratik cumhuriyet olarak inşa etmek istiyoruz.

Ben herkesi bu büyük eyleme çağırıyorum. Yani böyle bir Türkiye, gerçekten kendi iç barışını gerçekleştirmiş, bütün imkanlarını, refah, adalet ve öz savunma, dışa karşı öz savunma temelinde bir araya getirmiş bir Türkiye olur. Böyle bir Türkiye’yi kimse yıkamaz.

Şimdi tartışılıyor ya; çelik kubbe yapılıyor, yok bilmem süpersonik füzesi yapılmış, şurada şu denemesi yapılmış. Hiçbir yerin böyle korunduğu görülmemiş. Eğer toplum sağlam bir harçla bir arada kalabilirse, yani aidiyet duygusuyla sahiplenerek, o coğrafyayı ve o sistemi sahiplenerek yaşayabilirse, o toplumu hiç kimse yıkamaz. Bunun tarihte çok örneği var. Küçük bir Atina, demokrasisiyle bütün saldırılara direnmiştir. O dönemin büyük Pers ordularıyla karşı karşıya gelmiştir mesela. Fakat bunu sağlayamayan toplumlar hep içten en zayıf karın oluşmuştur ve aslında ayakta kalamamışlardır. Bu anlamda özgürlük ve demokrasi güçlerinin gerçek Türkiye yurtseverleri olarak Türkiye toplumuna, geleceğine sahip çıkması gerekir diyorum.

SAVAŞ İKLİMİNİN OLDUĞU ORTADOĞU’DA KÜRTLERE ‘SAVUNMASIZ KAL’ DEMEK KABUL EDİLEMEZ

Rojava’daki gelişmeleri basından takip ediyoruz. YPJ Komutanı Rohilat Efrîn’in açıklamaları vardı; onu biraz takip etme fırsatım oldu. Yine Sîpan Hemo’nun açıklamaları oldu Mazlum Abdî’nin açıklamasından sonra. Öncesinde Salih Muslim’in yaptığı bir açıklama vardı. O da dikkat çekiciydi. “Türkiye bu diyalog sürecinin içinde değil” diyordu.

Öncelikle diyalog içerisinde olmak önemli. Görüşüyor olabilmek, birbirinin iradesini tanımak, tartışıyor pozisyonda olmak bu önemli bir husus. Bu anlamda ben bunu olumlu görüyorum. Hem ideolojik hem politik olarak mevcut Şam hükümeti karşısında çekincelerimiz, şüphelerimiz, kaygılarımız var. Fakat oradaki yerel güçler QSD ile görüşmelerini sürdürüyorlar.

Benim bu konuyu düşünürken kafama takılan husus, ağırlık da şudur. Türkiye’de bir süreç var, Rojava’da bu süreç paralel olarak yürütülüyor. Türkiye ısrarla Türkiye’deki süreci de buraya bağlamaya çalışıyor. Fakat herkes bu kızılca kıyametin içerisinde, bu kadar savaş iklimi varken Kürtlerin savunmasız olmasını istiyor. Yani dikkatimi çeken en çarpıcı husus budur. Tüm dünya, tüm Orta Doğu silahlanıyor. Belli ki bir şeye hazırlık var yani. Türkiye’de var, İsrail’de var, İran’da var, Rusya’da var. Herkes böyle bir hazırlık içerisinde.

Bu, Orta Doğu’daki savaşın devam edeceğini gösteriyor. Onun işaretleri var. Bir plan devrededir. Özellikle bu Birleşmiş Milletler toplantısı oldu son Amerika’da biliyorsunuz. Yani oradan esen hava, bu savaş ikliminin yeni bir aşamaya geçtiğine dairdir. Yeni bir aşama bitmiyor. Yeni bir aşama kazanıyor planlama. O anlaşılıyor ama böyle bir atmosferde, “Kürtler teslim olsun, yok silahlarını bıraksın, yok savunmasız olsun”; bu kabul edilecek bir şey değildir. Hele hele karşılarında cihatçı bir kesimden gelen bir iktidar varken…

Bu anlamıyla ortaya koyulan çerçeve, SDG’nin entegrasyonunun bir bütünlük içinde yapılması… Bu, önemli bir husus. Evet Suriye’de halklar birlikte yaşamalılar. Ortak bir sistem oluşmalı. Fakat bu Kürtlerin silahsızlandırılmasına değil, ortak bir yaşamın kurulmasına dayanmalı.

Bu süreçler biraz tersinden tartışılıyor. Mesela işi şöyle tartışmak doğrudur. Burada bir Kürt toplumu var; bu toplum bu sisteme nasıl entegre olacak? Ya da Kürtler üzerinden hep tartışıyoruz, belki itici oluyor; burada bir Süryani toplumu var; bu toplum nasıl entegre olacak? Ya da Aleviler var, bu nasıl entegre olacak? İşte Dürzi bir toplum var; bu nasıl entegre olacak? Yani işe silahlı güçlerin durumundan başlamak, gerçekten çok geriletici, tehlikeli, kaygı uyandıran bir durumdur. Ama niyeti temiz olan, yani yeni bir Suriye’yi  ya da yeni bir Türkiye’yi oluşturmak isteyen, süreci böyle tartışmaz aslında. Yani sağlıklı olan yöntem, diğeridir.

O anlamıyla onu izlemek, gözlemlemek, onu anlamaya çalışmak önemli. Ben bu konuda bir şeye dikkat çekmek istiyorum yalnızca. Osmanlı İmparatorluğu 600 yılı aşkın ne bölgede genel bir imparatorluk oldu. Bu coğrafyada yaşayan bütün halklara hükmetti. Bunu nasıl yaptı? Yani şöyle olsa olabilir miydi? Mesela katı, tekçi, ulus devletçi… Mesela herkese Türklüğü dayatsaydı, bu mümkün olabilir miydi? Mümkün olamaz. Şimdi sorunun kaynağı bu. Katı, ulus devletçi yaklaşımdır. Yani sen coğrafyada yaşayan herkese tekçiliği dayatırsan oradan faşizm çıkar. Bunu hangi adla yaparsan yap. Ben İslam kavramını kullanmak istemiyorum, çünkü kültürel İslam’ı, İslam’ın demokratik değerlerini biliyoruz, koruyoruz. Yani yaşanmasını ve yaşatılmasını da söylüyoruz. Bahsettiğim şey o değil. Ama bazı yerlerde siyasi İslam olarak geçiyor. İslami faşizm, yani İslam adına aslında bir karşı İslam’ın halklara Sünni Arap İslamcılığı olarak dayatılacağı bir rejim, faşizmdir. Bunun bilinmesi lazım.

O yüzden Osmanlı İmparatorluğu zamanında da halklara zulüm, baskı oldu. Aslında Osmanlı İmparatorluğu tarihinin bir yanı da isyanlar tarihidir. Her dönem var olan isyanlar tarihidir. Bunları bir tarafa bırakarak söylüyorum. Onları da incelemek lazım. Ama bir de bu kadar geniş bir coğrafya nasıl bir idari sistem olmuş, nasıl yönetilmiş? Bunların incelenmesi lazım. Benzer bir şey Türkiye için de geçerli. Türkiye açısından da bunu söylüyorum. İlk Kürdistan tanımlamasını yapan Selçuklu hükümdarıdır. Yani neredeyse onun diliyle inşa edilmiş. Kürdistan eyaleti, Kürdistan alanı. Şimdi Cumhuriyet tarihinde Kürdistan yok. Tarihten silindi, varlıkları silindi. Cumhuriyet şimdi bununla karşı karşıya kalınca ne oldu? Büyük bir kriz, 50 yıla varan bir yıkım. Benzer bir şeyi Suriye’de dayatmak, bitmeyen bir çatışma iklimini oluşturmak demektir.

O anlamıyla oradaki görüşmelere biraz bu perspektiften bakmak, anlamaya çalışmak, çözüm üretmek, çözüm arayışı içerisinde olmak lazım. Türkiye’nin buradaki rolü; evet, Mazlum Abdî öyle demiş,  bilemiyorum. Onlar daha iyi takip ediyorlar, görüyorlar, gözlemliyorlar mutlaka. Fakat basına yansıdığı kadarıyla Türkler hep bir baskı kurmaya çalışıyorlar. Medyadan takip edebildiğim kadarıyla söylüyorum. Ya işte operasyon kapıda mı değil mi, işte oldu olmadı, işte SDG şey olmuyor, Suriye PKK’si… PKK, kendisi örgütsel varlığına son verdi. Halen alışmışlar ona dayalı olarak savaş ve saldırı yürütmeye.

Bunu sürdürmek isteyen bir kesim var. Elbette ki YPJ Komutanı Rohilat Efrîn’in söyledikleri de çok önemliydi. Yani kadın ordulaşması olarak YPJ’nin varlığını sürdürmesi, bir bütünlük halinde sürdürmesi mutlaka gerekli. Çünkü DAİŞ zihniyetinin önce kadınları vurduğunu, önce kadınlara saldırdığını, katlettiğini, tecavüz ettiğini, ilkel dönemleri aratmayan bir şekilde nelerin yaşandığını biliyoruz. Adeta tarih bir daha güncelledi kendisini DAİŞ döneminde. Şimdi ortada herhangi bir demokratik adım yokken, demokratikleşme yokken, herhangi bir yasal hukuki zemin açığa çıkmamışken, başta kadınlar olmak üzere savunma güçleri kendi bütünlüğünü korumak zorundadır. YPJ de buna öncülük edecektir, diyorum.

ŞEHİT BÊRÎTAN ÇİZGİSİNDE ÖZSAVUNMAYI PEKİŞTİRMELİ

Bêrîtan arkadaşı, Gülnaz Karataş’ı ve onun şahsında özgür yaşam uğruna şehit düşen tüm kadın yoldaşları, savaşçılarımızı saygı ve minnetle anıyorum. Tüm çabamız onların izinde yürüyebilme çabasıdır. Doğru temsillerini yapabilme çabasıdır.

Heval Bêrîtan kadın ordulaşmamızın sembolüdür. Kadın ordulaşması gerçekliği üzerinde ne kadar dursak, tartışsak yeridir. Anlamı neydi, yarattığı sonuçlar neydi? Şöyle söyleyebilirim: Büyük bir eşitsizliğe karşı bir eşitlik ordusu olarak kadın ordulaşması gelişti. Her geçen gün, her yaşadığımız gün aslında bu ordulaşmanın önemini, değerini daha fazla hissediyoruz.

Gerçekten yaşam hakkı tanınıyor mu kadınlara? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Yaşam hakkı için mücadele eder konuma itiliyor. Aslında yaşamak, ayakta kalmak için her türlü geri pozisyona, politikaya boyun eğer hale getirilmek isteniyor kadın. Önderliğimizin metaforuyla söylersek, “kuyu dibindeki kedi”, “kafesteki bülbül” yani kuyu dibinde miyavlatıyor, kafeste bir süs olarak tutularak var olabiliyor. Böyle mutlak mülk. Kadına yaşam hakkı diye sunulan şey, mutlak mülk olma konumudur. Eğer sen erkek egemenlikli sistemin, erkeğin mutlak mülkü olursan ayakta kalabilirsin. Onun dışında kalamazsın. Onun dışında senin karşı karşıya kalacağın şey işte öldürmedir, şiddettir, cinayettir ve benzeri. İşte kadın ordulaşması, bu büyük eşitsizliğe karşı kadınların kendisini güçlendirme alanı olarak doğdu.

Heval Bêrîtan 92 Güney Savaşı’nda fedaileşti, yani ölümsüzleşti. Heval Bêrîtan’da ortaya çıkan şey ne? Bu yakıcı gerçekliği o kadar derinden hissediyor ve görüyor ki, yani içine girdiği savaşımı özgürleşmenin aracı haline dönüştürüyor. O yüzden ünlü sözü nedir Heval Bêrîtan’ın? “Savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir, güzelleşen sevilir.” Yani ancak savaşla sen nefes alabilirsin, mücadele edersen ayakta kalabilirsin. Bir kadın olarak iradeli hale gelebilirsin, bir Kürt kadın olarak iradeli hale gelebilirsin. Bir seni bir adım özgürlüğe yaklaştırabilir ama özgür olmayan zaten güzel olamaz. Köle olan çirkin olur. Hangi koşulda olursa olsun, yani biçimi ne olursa olsun…

Güzellik ahlaki bir kavramdır. Şimdi böyle çok biçimsel şeylere indirgenmiş ama güzelliğin ana unsuru ahlaktır, etiktir. Ancak öyle sen ahlaklı ve güzel hale gelebilirsin. Öyle olursa da sevgiye, saygıya dayalı bir yaşamı hak edebilirsin, bulabilirsin. Bu nedenle de tüm genç kadınların yaşam çizgisi haline geldi. Gerçekten bir yönü budur Heval Bêrîtan’ın.

Diğer bir yönü de işbirlikçi her türlü dayatmaya da karşılık vermesidir. Bu da özgür Kürt kadınlığının açığa çıkmasına yol açan bir duruş olmuştur.  Şehit Bêrîtan şahsında, onun gibi binlerce özgürlük militanı kadın şahsında açığa çıkan, bir özgür kadın gerçekliği çizgisi oldu. Bu Kürdistan’a egemen oldu. Buna güvenerek Kürt genç kızları sosyal alana açıldılar. Aslında Bakurê Kurdistan’da bir sosyal devrim yaşandı. Evinden dışarıya çıkamayan genç kadınlar, şimdi her alana o özgüvenle, aslında Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin, Kadın Hareketi’nin verdiği güvenle, güçle gider hale geldiler. Bu durum şuna yol açtı. Giderek bilinçlenen, aydınlanan, hemen hemen her alanda yer alan bir kadın gerçekliğine yol açtı. Bu, Özgürlük Hareketini daha da güçlendirdi, katılımları arttırdı. Türkiye’de buna bir tedbir olarak ne geliştirildi? Korucular eliyle, kontrgerilla, özel kuvvetler, polis eliyle Kürt genç kızlarını düşüren, ona katliamı, tecavüzü, fuhuşu dayatan böyle bir alan örgütlendi.

Nasıl ki özgür Kürt’e karşı işbirlikçilik; işte Hizbulkontra, kontrgerilla ve benzeri yapıların geliştiğini söylüyorsak, Özgür Kadın Hareketi’ne karşı da artık bunlar planlanan hususlar oldular. İpek Er, Gülistan Doku öyledir. Şimdi Rojin Kabaiş mesela. Mesela niye Meclis’te soruşturma açılması kabul edilmedi? Niye AKP ile MHP bunu reddetti? Bunun arkasında ne var? Yani böyle bir cinayetin, böyle bir katliamın, -artık içinde tecavüz olduğu da giderek netleşiyor- aydınlanmaması niye istenebilir? Niye araştırılmasın bu dava? Türkiye bununla neyi kaybeder? Narin Güran cinayeti niye aydınlanmıyor? Ne olacak mesela? Bu aydınlansa Türkiye neyi kaybedecek? Tam tersine değil mi? Zayıf, çürük yanlarını görecek. Topluma saldırı kaynaklarının nereden geldiği açığa çıkacak.

Mevcut sistem, kadına mutlak anlamda şunu dayatıyor. Bu bir ideolojik yaklaşımdır. “Evinden çıkmayacaksın. Senin için tek güvenli yer evindir. Sosyal alana adım atmayacaksın. Politik olmayacaksın. Sana sunulan yaşamı fıtratın olarak kabul edeceksin. Öyle yaşayacaksın. Öyle yaşamazsan bunlar senin karşına her zaman çıkacak”! O yüzden bu tür cinayetler, bu tür katliamlar, bu tür saldırılar asla kendi başına tekil bir olay anlamını taşımıyor. Verdiği bir mesaj var.

Ben bu bağlamda şeyi söyleyebilirim. Rojin Kabaiş’in ailesi, özellikle babası sahiplendi. Şimdi binlerce, Wan’da özellikle genç kadın, genç erkek birlikte bunun mücadelesini yürütüyorlar. Bunu daha da büyütmek lazım. Bunu şehit Bêrîtan çizgisinde, özsavunmayı pekiştirerek, öz savunmayı da geliştirerek, suçluları bularak, hesabını sorarak… Bunu hiç kimseden bekleyerek değil.

Bunu ortaya çıkarabilmeliler. Jin Jiyan Azadî Devrimi bu demek. Jin Jiyan Azadî Devrimi, kadının özgürleştiği, özgür yaşadığı ve özgür yaşattığı bir devrimdir. Ve bu devrim, ancak şehit Bêrîtan çizgisinde kadının öz savunmasının geliştiği, kendi savunmasını aldığı, kendisini yurt konumundan çıkardığı, özgürleştiği, özgürleştikçe de güzelleştiği ve sevildiği bir toplumsal sistemin açığa çıkarılması demektir. “

PaylaşTweetGönderPaylaşGönderTara
Önceki yazı

Yedi Can 7 Melodi – II

Sonraki Yazı

HPG-BİM, Şehit Gerillayı Saygıyla Andı

Sonraki Yazı
HPG-BİM, Şehit Gerillayı Saygıyla Andı

HPG-BİM, Şehit Gerillayı Saygıyla Andı

Şam Tıp Fakültesi Öğrencileri Eğitim Sistemini Protesto Etti

Şam Tıp Fakültesi Öğrencileri Eğitim Sistemini Protesto Etti

Manşet

  • Suriye Demokratik Gençlik Meclisi Kuruluşunu İlan Etti
  • 3. Orkeş Festivali Heseke’de Düzenlenecek
  • Barış ve Demokratik Toplum Konferansı İstanbul’da Gerçekleştirilecek
  • İlham Ehmed Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nda Konuşacak
  • Kerboran’da Kitlesel Taziye Ziyareti
  • Koçyiğit İmralı Görüşmesini Anlattı
  • 11. Yargı Paketi Adalet Komisyonu’nda Kabul Edildi
  • Önder APO’dan İştar Meclisi Konferansı’na Mesaj

En Çok Okunanlar

  • HPG BİM 2018’de Şehadete Ulaşan 5 Özgürlük Gerillasının Kimlik Bilgilerini Açıkladı

    HPG BİM 2018’de Şehadete Ulaşan 5 Özgürlük Gerillasının Kimlik Bilgilerini Açıkladı

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • İlham Ehmed Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nda Konuşacak

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Kürtler Her Halükarda Özgürlüğü Kazanacaklar

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Koçyiğit İmralı Görüşmesini Anlattı

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Önder Apo: Sürecin Başarıya Ulaşması İçin Tüm Gayretimi Ortaya Koyuyorum

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Barış ve Demokratik Toplum Konferansı İstanbul’da Gerçekleştirilecek

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • DEM Parti Komisyon Üyeleri: Görüşme Tutanaklarının Tamamı Paylaşılsın

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • 11. Yargı Paketi Adalet Komisyonu’nda Kabul Edildi

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Önder APO’dan İştar Meclisi Konferansı’na Mesaj

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Kerboran’da Kitlesel Taziye Ziyareti

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
Şimdi Oynatılan
Nûçe Ciwan

Copyright © Nûçe Ciwan 2018. Tüm hakları saklıdır.

Bizi Takip Edin

  • Telegram
  • Whatsapp
  • Twitter
  • YouTube

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Dil
    • Kurmancî
    • Türkçe
  • Anasayfa
  • Haberler
    • Kurdistan
      • Bakur
      • Başûr
      • Rojava
      • Rojhilat
    • Ortadoğu
    • Avrupa
    • Dünya Çapında
  • Derinlik
    • Analiz
    • Röportajlar
    • Açıklamalar
  • Gençlik
    • Öğrenci
    • Enternasyonal
    • Eylemler
    • Werin Cenga Azadiyê
  • Önemli Başlıklar
    • Önder Apo
    • Şehitler Anısına
    • Devrimci Halk Savaşı
    • Kimyasal silahlar
  • Özel
  • Tüm Haberler

Copyright © Nûçe Ciwan 2018. Tüm hakları saklıdır.