HABER MERKEZİ- Doğal Toplumda Toplum – Doğa İlişkileri
“Doğru bir doğa, toplum, insan tanımı için ilk toplum ve toplumsallaşma olgularının doğal toplumda nasıl geliştiğini iyi incelemek gerekiyor. Doğal toplum; Kadın-Ana( tanrıça ana) eksenli gelişen bir toplumsal düzendir. Toplumun ilk oluşumunu ifade eder. Ana toplumdur, kök toplumdur. Doğal toplum, komünal nitelikte var olmuştur. İnsanlık hangi değerler üzerinde gelişmişse o geleneğe bağlılık, sağlıklı bir toplumsal gelişim açısından çok önemlidir. Toplumun ekolojik bir olgu olmasından kastedilen ise toplumun ekolojik ilkeye göre doğmuş olmasıdır. Yani toplumun kendisi doğadan kopuk gelişmemiştir. Doğanın bir uzantısı olarak bir doğal gelişim söz konusudur. Milyarlarca yıllık doğal evrimin sonucunda gelişmiştir. Topluma bu nedenle M. Bookchin’ de belirttiği gibi “ikinci doğa “demek yanlış değildir. Toplum doğanın bir uzantısı içinde, ona karşı bir temelde gelişmemiş olsa da ortaya çıkan yeni bir durumdur, farklılıktır. Bu nedenle ne toplumu doğa içinde eritmek ne doğayı toplum içinde eritmek; ne de her ikisini birbirinden keskin ayıran, karşı karşıya koyan karşıtlık gereklidir. Toplumun oluşumuyla insan kendinden önceki primat ( hayvansı) yaşamdan kopar. Şüphesiz primat-hayvansı yaşamdan kopmakla yeni bir gelişim yaşanmaktadır. Fizik, bitkiler, hayvanlar dünyasından sonra toplumsal varlık olarak insansal gelişme yeni bir oluşumdur. Toplumun kendisi aslında doğanın da büyük bir başarısıdır. Hayvansal yaşam çevreye, var olana uyum yaşamıdır. Toplumsal yaşam bunu da aşan dinamik, etkin mücadeleyi içeren, örgütlü ve kurumlaşmış bir yaşamdır. Bu nedenle toplumsal düzeyin gelişmesi milyarlarca yıllık fizik, bitki, hayvanlar dünyasından sonra doğanın geldiği yeni ve farklı bir düzeye geçişi ifade etmektedir. Fakat bu tarz var oluş doğaya yabancılaşma, sömürme ya da karşıtlık temelinde değildir.
Doğal toplumda doğa bir “Ana” gibi görülür. Toprak dişil öğe olarak düşünülür. Toprak ve kadın bedeni özdeşleştirilir. “Doğa Ana”, ya da “Toprak Ana- Tanrıça Ana” denilmesi bununla bağlantılıdır. Ana-çocuk ilişkisi gibi bir bağ vardır. Kadının doğurganlık yetisi sürekli kutsanır ve bu toprak ya da doğanın doğurganlığıyla ilişkilendirilir. Doğa şefkatli, cömert, bereketli, üretken bir Ana olarak algılanır. Bu nedenle doğa, insanlığı besleyen, doğrudan bir yaşam kaynağı olarak görülür. Doğal toplumun doğaya tahakküm düşüncesi yoktur. Çünkü toplumda tahakküm düşüncesi yoktur. Kısacası doğaya saygı, kutsallık, canlı, üretken, yaratıcı, bereketli görme anlayışı vardır. Kendisi gibi her şeyi canlı gören, bir ruhu olduğu anlayışı vardır. Buna canlıcılık( animizm) denilmektedir. Animizm, doğadan kopuk olmayan bir zihniyettir. Doğal toplumda doğadan kopuk olmayan zihniyet yapıları aynı zamanda duygusal zeka ve analitik zekanın birbirinden kopuk olmadığını da göstermektedir. Bu durum yaratıcı, zengin düşünceye yol açmıştır. Neolitik toplumun harikalar yaratan icatlarının arkasında doğayı canlı gören, saygı duyan yaklaşımların olduğu büyük bir gerçekliktir. Demek ki doğayla sağlıklı olan bu bağ yaratıcılığa, zenginliğe yol açmaktadır. Doğaya ters düşmeme, doğanın kuvvetleriyle uzlaşmaya çalışma esastır. Bir bütünen yaşama saygı söz konusudur. Doğal toplumda yaş, cinsiyet vb. farklılaşmalar işlevsel olarak birbirini tamamlar. Yani bu farklılıklar hiyerarşik statüye sahip değildir. Doğal toplumda toplumun kendi arasında ve doğayla birlik vardır. Bu bakış, farklılıklara saygıdan dolayı ekolojiktir. Toplumsal kimi farklılıklar birbirini tamamlarlar. Bu da farklılıkların birliğini ifade etmektedir. Burada ekolojinin en temel ilkelerinden biri olan eşitsizliklerin eşitliği ilkesinin işleyişini görürüz. Doğal toplumdaki kadın- erkek kültürünün birbirini tamamlaması olmasaydı, aksine birbirleriyle sürekli bir çatışma halinde olsalardı, o dönemin insan topluluklarının oldukça zor yaşam koşullarında ayakta kalmaları mümkün değildi.
Doğal toplumda bilinçli özgürlük- eşitlik kavramları yoktur. Bu kavramlar yaşamlarında bakış açılarında örtük olarak zaten vardır. Her yaş düzeyinde birey topluluğa sorumluluk duygusuyla bağlıdır. Doğayla akrabalık ilişkisi içerisinde yaşarlar. Bireysellik topluluk çıkarına karşıtlık değil, karşılıklı bağımlılık temelindedir. İlk insan toplulukları binlerce yıl doğayla bu şekilde dost, karşılıklı saygı ve bağımlılık ilişkisi içerisinde yaşamışlardır.”