“Yaşamı, uğrunda ölecek kadar sevenler”, tereddüt etmeden ölümü kucaklayarak Kürt halkının direnişinin sembolü ve öncüsü oldular.
HABER MERKEZİ
12 Eylül askeri faşist darbesi, ülke toplamında olduğu gibi Kürdistan’da da dizgin saldırıları hayata geçirdi. Zindanlar faşist saldırganlığın ön cephesiydi. Kürdistan üzerinden ele alırsak, faşist saldırganlığın ön cephesi Diyarbakır Zindanı’dır. Burada, siyasi tutsaklar şahsında Kürt halkı teslim alınmaya çalışıldı.
“Teslimiyet asla” diyerek ilk direniş ateşini yakan, ’82 Newroz’unda Mazlum Doğan oldu. Üç kibritle direniş ateşini harladı Mazlum Doğan. Harlanan direniş ateşi 18 Mayıs’ta daha da büyüdü. Mahmut Zengin, Eşref Anyık, Ferhat Kurtay ve Necmi Öner ‘feda eylemi’ yaparak sadece zindan direnişinin ateşini değil, beraberinde Kürt halkının direniş ateşini de büyüterek ölümsüzleştiler.
Dörtler’in ‘fedai eylemi’nden kısa bir süre sonra, 14 Temmuz’da ölüm orucu direnişi başladı. ‘82 ölüm orucu’ direnişinde 9 Eylül günü Kemal Pir, 12 Eylül’de M. Hayri Durmuş, 15 Eylül’de Akif Yılmaz ve 17 Eylül’de Ali Çiçek ölümsüzlük burçlarına çekildiler.
Kemal Pir 1952 yılında Gümüşhane’nin Torul ilçesine bağlı Güzeloluk köyünde doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde okudu. Kemal Pir, marksist oluşunu ve mücadelede yer alışını şöyle ifade etti: “Ben araştırır incelerken ve tahlil etmeye çalışırken; çıplak olarak kavramaya çalıştım ve Marksizme yöneldim. Marksizmin tek doğru düşünce sistemi olduğuna, sosyalist sistemin ezilen sınıfları kurtaracağına, eşitsizliği ortadan kaldıracağına, dünyadaki eşitsizliğin kapitalist sistemden kaynaklandığına inandım, Marksist oldum, yani sosyalist oldum. Dünyayı tanımak ve bilmek benim için yetmiyordu. Dünyayı değiştirmek gerekiyordu. Değiştirmek için de mücadele etmek gerekiyordu.”
Hapishaneye giren, firar eden Kemal Pir, Filistin-Lübnan kamplarına da gitti. Geri döndükten kısa bir süre sonra tutuklandı. Kemal Pir ölüm orucunda net duruşunun temelini şube sürecini anlatırken ortaya koyuyor: “Düşman bize her türlü işkenceyi yapmakta ve en kutsal değerlere saldırmakta kendini özgür görüyor, ama biz devrimciler de direnmekte özgürüz ve düşmanı bir saat daha uğraştırmak için bile olsa adımı da kabul etmeyeceğim.” Kemal Pir, Diyarbakır zindanlarındaki işkencenin komutanı Esat Oktay Yıldıran’ın cezalandırılmasını vasiyet olarak bırakıyor. Esat Oktay’ı halk otobüsünde cezalandıran da, “Laz Kemal’in selamı var!” dedikten sonra tetiği çekti.
M. Hayri Durmuş Bingöl’de doğdu. Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne girdikten sonra PKK saflarında yer aldı ve PKK’nin kurucu Merkez Komite üyelerinden biri oldu.
Akif Yılmaz Ardahan’ın Beşiktaş köyünde 1956 yılında dünyaya gelmiş bir emekçi çocuğudur. Emekle çok küçük yaşta tanışır. Akif Yılmaz, Kars’ta PKK’ye katılan ilk kişilerden birisidir.
Ali Çiçek Urfa’nın Hilvan ilçesinin Kabahaydar köyünde, 1961 yılında doğdu. PKK’yle henüz çocuk yaşlarında tanışır ve katılma kararı verir. Yaşına göre oldukça olgun, oturaklı ve ciddi bir kişilik yapısına sahiptir. Katılımı da son derece ciddidir. Yoldaşlarının ifadesiyle ‘Kızıl Yıldız Ali’ yakalandıktan sonra uzun bir süre gözaltında tutulmasına, ağır işkence görmesine rağmen sonuna kadar tavizsiz bir tutum sergilemiştir.
M. Hayri Durmuş ölüm orucu direnişçilerinin karakterini özetliyor “Biz yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyoruz” sözleriyle. Onurlu, teslimiyete kapı aralamayan yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyorlardı. Bu yüzden ölümü tereddüt etmeden kucakladılar.
14 Temmuz bu halkın direniş mayasıdır
PKK’nin öncü kadrolarından Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz’ın Diyarbakır Cezaevi’ndeki insanlık dışı uygulamalara karşı başlattığı ölüm orucu direnişi 35 yılı geride bıraktı.
Diyarbakır Cezaevi’nde Kürt halkı şahsında önder karolarına uygulanan işkence ile bir halk tümden yok edilmeye çalışılyordu.
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde başta PKK’nin öncü kadroları olmak üzere cezaevinde tutuklu bulunanların tamamı büyük işkencelerden geçirilirken Vahşet olarak tanımlanan bu işkencelere karşı PKK’nin öncü kadroları direnişe geçti. İlk olarak 1980 yılında aralarında Hayri Durmuş ve Kemal Pir’in de bulunduğu tutsaklar ölüm orucuna başladı. Dönemin Diyarbakır Cezaevi sorumlusu Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, bizzat teminatta bulunarak işkencelerin sona ereceğini ve siyasi savunma hakkının tanınacağı sözü verdi. Bu söze rağmen işkencelerin devam etmesiyle birlikte, 21 Mart 1982 tarihinde PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan, bu vahşete karşı Newroz gecesinde üç kibrit çöpüyle bedenini ateşe verdi. Mazlum Doğan’ın eyleminin ardından 18 Mayıs 1982 tarihinde ise isimleri tarihe “Dörtler” olarak yazılan Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner kaldıkları hücrede kol kola girerek bedenlerini ateşe verdi.
Tüm bu eylemlere rağmen cezaevi askeri idaresinin işkencelerini arttırması, mahkemelerde savunma yapılmasının engellenmesi üzerine PKK’nin öncü kadrolarından Mehmet Hayri Durmuş’un duruşma salonunda duyurduğu ölüm orucu kararı, Diyarbakır zindanında 14 Temmuz direnişini başlattı. Mehmet Hayri Durmuş’un başlattığı ölüm orucu eylemine çok sayıda tutsak da katılırken Durmuş ile birlikte, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz ölüm orucu sonucu ölümsüzler kervanına katıldı.
12 Eylül Askeri darbeyle birlikte dışarıda var olan tüm sesler susturulmasıyla birlikte halkları temsil edecek tek yer olarak zindanlar kalmıştı. 12 Eylül’de Diyarbakır pilot bölge seçilmişti
Bir İşkence Merkezi Olarak Diyarbakır Zindanı
Eylül generallerinin ne kadar gücü varsa burada insanlara karşı uyguluyorlardı. Zindanlardaki insanlar ise bir bedenleriyle orada duruyorlardı, temsil ettikleri ideolojileri onları ayakta tutuyordu. Devletin ne kadar gücü varsa işkence boyutuyla yönelttiler müthiş bir öfke, kin vardı.
Generallerin ellerinden gelse oradaki insanların tamamını bir kaşık suda boğar ve katlederlerdi; ki Bir çok kişi zindanda katledildi de. Burada yapılmak istenen şuydu; devletin gömdüm bitirdiğim dediği bir halkı dirilten bir hareket vardı. Bu halkın öncü kadroları da bu zindandaydı. Devlet burada yok etmek istediği halkın öncülerini yok ederek bir halkın yeniden dirilmesini engellemekti. Bir halkı yok etmek için ilk başta halka öncülük edenleri yok etmekten geçtiğini düşünen bir zihniyetiyle karşı karşı kalınmıştı zindanda.
Diyarbakır zindanında olan insanların dünyayla bağları kesilmişti. Vietnam’da, Çin’de, Nikaragua’da uygulanan bütün işkence modelleri alınmıştı. zindanda yatan insanları kişiliksiz onursuz, halkına ihanet eden bir konuma getirilmeye çalışılyordu. Siyasi tutsaklara Çiğ fare yedirmekten, sağlam dişlerin çekilmesinden, verem olan hastaların balgamlarının yemeklere katılmasında tutalım birçok işkence yöntemleri uygulanıyordu.
14 Temmuz Direnişi Kürtlerin Yeniden Diriliş Tarihi Oldu
14 Temmuz direnişi Diyarbakır Cezaevi’nde devletin politikasını yerle bir ederek, orada teslim alınan bir irade savaşı, umut kırma savaşıydı ve iki ideolojinin savaşmasıydı. Kimin ideolojik boyutuyla güçlü olduğu ortaya çıktı. İnanç olduğu zaman insan iradesinin ne kadar güçlü olduğu ortaya çıktı. Aynı zamanda umudun ne kadar güçlü olduğu ortaya çıktı. Bir halkın umudunu kırma politikası yerle bir edildi.
35 yıl önceki direniş ruhu hala devam ediyor
14 Temmuz direnişinin Kürt halkının tarihinde belirleyici bir rolü oldu. 14 Temmuz ölüm orucu bu hareketin tarihinde Kürtlerin tarihinde belirleyici oldu ve bir halkın yeniden var oluşunun temellerini attı.
35 yıl önce başlatılan bu hareketin yaşam felsefesini yaratan, bu hareketin önderliğini yapan direniş felsefesini şimdi görüyoruz. 14 yıldır bir denizin ortasında, bir adada tek başına bir direniş sergileniyor. 35 yıl önce Diyarbakır zindanlarından başlayan bu irade, bu direniş, 14 yıldır aynı şekilde İmralı’da da devam ediyor. 14 yıldır bu ruh orada devam ediyor. Ülkemizde bir direniş varsa Kürtler o korku duvarını aşmışsa, Diyarbakır zindanında bu yıkılmıştır. Ondan sonra devam edip günümüze kadar gelmiştir. İmralı’da yürütülen bir halkı yok etme politikası devam ederken Kürt halkının verdiği direnişler karşısında Türk devleti bir kez daha kaybetmeye mahkum edilmiştir.
14 Temmuz 1982 Diyarbakır zindanında ilk Direniş
Açlık grevleri ve ölüm oruçlarının tarihi bireysel düzeyde daha önceki dönemlere götürülebilse de Türkiye’de ilk olarak 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ndeki vahşi uygulamalara bir tepki olarak PKK’li politik tutsaklar tarafından 14 Temmuz 1982’de başlatıldı.
Ali Erek, eylemde yaşamını yitirdiğinde, Türkiye’de ölüm orucu sebebiyle yaşamını yitiren ilk politik tutsak olacaktı. Bu ilk kolektif ölüm orucundan bugüne kadar değişik zamanlarda farklı sorun ve uygulamalara bir tepki olarak birçok açlık grevi ve ölüm orucu eylemi gerçekleşti.
1984 5 Nolu Cezaevi Ölüm orucu direnişi
İkinci kolektif açlık grevi / ölüm orucu direnişi yine 1984’de Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde gerçekleşti. Bütün tutsaklara dayatılan tek tip kıyafet uygulamasını protesto etmek amacıyla yüzlerce kişi açlık grevine başladı.
Dört kişi yaşamını yitirdi. Yine 1988 ve 1989’da gerçeklesen eylemlerde de yaşamını yitiren tutsaklar oldu.
1995’te 5 bin kişinin açlık grevi direnişi
1995 yılında 20’yi aşkın cezaevinde 5 bin kişiyi aşkın katılımlı açlık grevinde iki kişi hayatını kaybetti. Nisan 1996’da “tabutluk tipi cezaevi” fikrinin gündeme gelmesi üzerine başlayan ve o güne kadarki en büyük eylem kapsamında (38 ildeki 43 cezaevinde 2174 tutsak açlık grevine, 355 tutsak da ölüm orucuna katılmıştı) 12 kişi yaşamını yitirdi.
20 Ekim 2000 ve Eylül 2012 yılı direnişleri
F tipi cezaevlerinin gündeme gelmesiyle 20 Ekim 2000’de büyük bir kitlesel açlık grevi ve ölüm orucu eylemi başladı. Dünya tarihinin en uzun ve en yüksek kayıplı bu eylemi 19 Aralık 2001’de kolluk güçlerinin eylemcilere yönelik vahşi saldırısı ile beleklere kazındı. Bu saldırıda 28 siyasi tutsak yaşamını yitirdi.
12 Eylül 2012’de, askeri darbenin yıldönümünde, PKK’li ve PJAK’lı tutsakların Kürtçe anadil hakları ve Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlattıkları ve 600’den fazla tutsakla onlarca hapishaneye yayılan açlık grevi / ölüm orucu eylemi 2001’den sonraki en kitlesel direniş oldu. Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşmesinin ardından eylem 68’inci günde sonlandı. İlki 14 Temmuz 1982’de başlayan kolektif açlık grevi direnişleri içerisinde belki de en fazla toplumsallaşan eylem olarak ta görülmektedır.
1982’den beri farklı zamanlarda, farklı talepler temelinde gerçekleşen kolektif açlık grevi ve ölüm oruçları direnişlerine baktığımızda bu eylemlerin içerdeki tutsaklar açısından genelde bir “son çare” olarak kararlaştırıldığını söyleyebiliriz. Bu eylemler ya kendi kapatılma alanlarındaki despotik uygulamalardan kaynaklı (işkence, sürgün, tek tip kıyafet, F tipi dayatması) kişi onurunu korumaya yönelik bir irade beyanı; ya da dışarıda yaşanan toplumsal gelişmelerdeki kırılma veya tıkanma anlarında içerden bir dayanışma beyanı olarak pratikleşmektedir.
Bu eylemler her ne kadar talebi sorunun esas kaynağına yöneltse de esasında devrimci demokrat kesimlere yönelik bir moral ve sorumluluk çağrısını barındırırlar.
7 Kasım 2018’de Diyarbakır 9 Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmasına SEGBİS’le katılan HDP Milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, adil bir yargılama yapılmadığını dile getirerek, süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemini başlattığını duyurdu. Güven “Ben siyasette PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kadının siyasette yer alması perspektifinden esinlenerek aktif olarak yer aldım. Bugün Sayın Öcalan üzerindeki sadece bir kişiye değil, bir halka uygulanıyor. Tecrit bir insanlık suçudur. Ben de bu halkın bir parçası olarak, Sayın Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemine başlıyorum. Bundan sonra mahkemeye hiç bir savunma yapmayacağım. Yargı hukuksuz kararlarına son verene kadar ve tecrit kaldırılana kadar eylemime devam edeceğim. Gerekirse eylemimi ölüm orucuna da dönüştüreceğim” dedi. Leyla Güven’nin açlık grevi eylemi dördüncü ayına girmiş durumda.
Leyla Güven’nin başlatmış olduğu süresiz dönüşümsüz açlık grevi direnişine binlerce siyasi tutsak ve binlerce Kürdistanlı katılarak Mazlum’ların yaktığı ateşi gürleştirip zılgıtlarla zaferi taçlandıracaklardır.