HABER MERKEZİ – İktidarın herhangi bir çözüm arayışı olmadığı gibi, Kürt’ü inkâr ve imha zihniyetinden de vazgeçmediğine dikkat çeken Duran Kalkan, “Bu dağdan hiçbir savaşçıyı Önder Apo’nun özgürlüğü dışında hiç kimse indiremez. Herkes doğru oturup doğru konuşmalı” dedi.
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademi Üyesi Duran Kalkan, birinci yıldönümünde Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin geldiği noktayı, 27. yıldönümünde 9 Ekim komplosunu ve güncel siyasi gelişmeleri Medya Haber TV’de katıldığı özel bir programda değerlendirdi. Kalkan, Kürt halkının karşı karşıya olduğu savaş politikalarına ve bölgesel güçlerin tutumlarına dikkat çekerek, “yeni dönemin başarısının mücadeleyi toplumsallaştırmakla olacağını” vurguladı. Kalkan, “Önder Apo’nun fiziki özgürlük hamlesinin 3. yılında, özgürlüğü propaganda sloganı olarak kullanan değil de eylem sloganı haline getirerek, anında başarıya ulaşacak, gerçekleşecek bir mücadele düzeyine kavuşturmamız lazım. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü eylem sloganı yapıp, bu gerçekleşene kadar direnmemiz, mücadele etmemiz gerekiyor. Örgütlenmemizi, dayanışmamızı seferberlik düzeyinde mücadele geliştirecek kadar geliştirmeli, güçlendirmeliyiz. Öyle ki, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü olmadan yememeliyiz, içmemeliyiz, durmamalıyız, yorulmamalıyız, dinlenmemeliyiz.”
Duran Kalkan’ın değerlendirmelerinin tamamı şöyle:
“Öncelikle Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Gerçekten sonsuz kez selamlamayı fazlasıyla hak ediyor. Yani insanüstü bir direniş gösterdi.
Önder Apo, 27 yıldır İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde. Şimdi de insanüstü bir sabır, azim, coşku ve iradeyle çalışma yürütüyor. Laf anlamazlara laf anlatabilmek, cahilleri bu durumdan çıkarabilmek, sağa sola savrulmuşları hizaya getirebilmek için, gerçekleri bıkmadan, usanmadan binlerce kez haykırıyor.
KARŞIT OLANLAR, SAVAŞ RANTÇILARI VAR
Fakat ilginç olan şu: Gözler kör, kulaklar sağır. Ne doğru dürüst duyan var, ne anlayan var. Anlamak istememekte ısrarlı olan bazı çevreler var.
Sorunu aslında anlamak, isteyip istememek olarak da ifade etmememiz lazım. Karşıt olanlar var. Besbelli ki barışa, özgürlüğe ve demokrasiye karşıt olanlar var. Savaştan, diktatörlükten, baskı ve zulümden beslenenler var. Kandan beslenenler… Rantçılar… Buna savaş rantçıları demek, böylelerini öyle tanımlamak en doğrusu oluyor.
Dolayısıyla anlamamak bir yana, Önder Apo’ya karşı her türlü karşıt faaliyet yürütülüyor. Halbuki dünyada kimsenin yapamayacağını yaptı. Kendisi de ifade ediyor: “Dünya birleşip gelse asla geriletemeyeceği bir örgütü ben feshetme kararı aldım, feshettirdim” diyor. Gerçekten de yıllardır dünya birleşti, üzerine geliyordu. 1985 Haziran’ından bu yana NATO PKK gerillasına karşı savaş yürüttü. Tam 40 yıldır!
NATO, dünyanın birleşik saldırı gücüydü; gerillayı ezebildi mi, PKK’yi tasfiye edebildi mi? Edemedi. Ama Önder Apo silahlı mücadeleyi sona erdiren, PKK’nin örgütsel varlığını son verdirten kararlar aldırttı, PKK’yi böyle bir noktaya getirdi. Bunu biraz anlamaya çalışacağına, biraz takdir edeceğine, akıl almaz bir biçimde saldırı içinde olanlar var. Beğenmiyorlar bu durumu. Doğru bulmuyorlar.
Aslında 1993 ateşkesini hatırlıyorum ben. O zaman da Önder Apo sivil elbiseyle ikinci basın toplantısına gelmişti. Birileri sormuştu, “Askeri elbisenizi niye giymemişsiniz?” “Diğer odada; istiyorsanız onu giyeyim” demişti. Ama ben sandım siz bunu istersiniz. Demek ki böyle isteyenler var.
‘GARP CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK’
Bu bakımdan şunu söyleyeyim. Türkiye’de çok kullanılan bir deyim: “Garp cephesinde yeni bir şey yok”. Gerçekten Şark cephesi harıl harıl çalışıyor. Barış ve demokratikleşme için hiç kimsenin yapamayacağını yapıyor. Hayal bile edemeyeceklerini bu geçen bir yıllık süre içerisinde, geçen aylar içerisinde gerçekleştirdi. Ama Garp cephesinde yeni bir şey yok, bir değişiklik yok.
Tuhaf bugün yine avukatlar görüşmeye gitmişler. Geçen program yapacağımız gün de bir baktık, avukatlar görüşü olmuş; 6 yıl sonra. Şimdi de bir ay sonra yeniden bir avukat görüşü oluyor. O sefer de ifade ettik; neredeyse sevinilecek bir olaymış gibi görülüyor, haber yapılıyor. Halbuki çok doğal, normal bir avukat görüşü. Aslında bir ayda değil, daha sık olması gerekiyor. Türkiye Hukuk yasalarının gereği de öyle. Ama öyle bir sistem yarattılar ki İmralı’da; sık sık her şeyi yasakla, yasakla, yasakla; ondan sonra 6 sene sonra bir avukat görüşü olunca herkes sevinsin, büyük bir olay olsun, haber olsun. Bu hale getiriyorlar. Ondan sonra da diyorlar ki, İmralı’ya her gidiş büyük olay oluyor, herkesi etkiliyor. E siz yaratıyorsunuz. Ortaya çıkardığınız sistem buna yol açıyor. Bunun anlaşılmayacak bir yanı var mı?
O halde şunu ifade edeceğiz: İmralı tecrit sisteminde bir değişiklik yok. Rehine durumu devam ediyor. Evet, şu anlamda tecrit biraz zayıfladı. Yani yasalar kısmen uygulanıyor mevcut haliyle. Ama bu kadar.
İşte Ekim ayındayız. 1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin davranışıyla başladı bu süreç. 22 Ekim’de Bahçeli’nin Meclis’teki görüşmesiyle bir adım attı. 23 Ekim’de Önder Apo’yla 4 yıl sonra yapılan bir görüşmede Önder Apo’nun açıklamalarıyla ivme kazandı. 27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’yla da kimlik kazanan bir süreç var.
Başlangıcını alırsak; işte birinci yılını dolduruyor. Bu bir yıl içerisinde neler olmadı ki? Bir yıl önce birileri deseydi ki şunlar şunlar olabilir; herkes deli derdi ona.
Bizim içimizde böyle tahminde bulunan bazı arkadaşlar vardı. Böyle demiyorlardı ama 2025’te çok değişiklikler olacak diyorlardı. Biz diyorduk “ne değişikliği olacak?” “Bizi etkileyecek” diyorlardı. Fakat bunların hepsi yapıldı. Önder Apo yaptı, PKK yaptı, Kürt tarafı yaptı. Yani PKK’nin örgütsel yapısını feshetme, silahlı mücadele stratejisini sona erdirme kararları aldı. 11 Temmuz’da Barış ve Demokratik Toplum grubu silahlarını yakarak, demokratik siyasi mücadele stratejisine geçmeye, silahlı mücadele stratejisini sonlandırmaya ne kadar kararlı olduğunu net ve kesin bir biçimde dünyaya gösterdi. Kürtler yaptı bunu.
BAHÇELİ, SÖZLERİNİ UNUTMUŞA BENZİYOR
Bütün bunlara rağmen Batı cephesinde bir değişiklik yoktur. Olaylar var. İşte Devlet Bahçeli konuştu geçen hafta. “Gelsin Meclis’te konuşsun, DEM Parti grubunda konuşsun, Ankara’da siyaset yapsın” sözlerini unutmuşa benziyor. Şimdi diyor, “İmralı’dan süreci yönetsin, rehine koşullarında Rojava’ya çağrı yapsın”!
Rehine koşullarında ne yapabilir bir kişi? İmralı işkence tecrit sisteminde ne yapılabilir? Unuttu mu Devlet Bahçeli bunu? Bir yıl geçti; hani sözlerinin gereği yerine getirildi mi? Hiç oralı olmuyor. Unutmuşa benziyor. Sözleri çok geriye düşmüş durumda. Yani sadece bir “kurucu önder” diyerek bizi kandıracağını sanıyor.
Önder Apo dedi; “ne aldatırım ne aldanırım.” Biz ahmak da değiliz, çocuk da değiliz. Herkes doğru oturup doğru konuşmalı. Böyle olmaz. Bu iş, bu biçimde yürümez. Söyleyeceksin, söz vereceksin, alemi etkileyeceksin; ondan sonra yavaş yavaş ondan vazgeçeceksin, sürece yayacaksın. Millet bunun oyun olduğunu görmez mi? Buna hile demez mi? Açıklıkla der. Bir defa bunu görmek lazım.
Önder Apo o koşullarda nasıl yapacak? Siyaset mi yapabiliyor, örgüt mü kurabiliyor, kimseyle görüşebiliyor mu? Kuzey Doğu Suriye’de herhangi bir kişiyle görüşebildi mi, bir tartışma yapabildi mi? Nasıl yapacak? Bu kadar keramet mi vardır? Öyle sandılar.
Oysa biz ta baştan ateşkes ilan ettik. Dedik ki “biz bu kararları uygularız ama bir şartımız var: Önder Apo yönetirse…
“Kongre yapın. PKK’nin feshi, silahlı mücadelenin sonlandırılması kararları için kongre yapın” dediler. Önder Apo söyledi. Biz Önder Apo’ya mektupla da ilettik, açıkça basın önünde de söyledik: “Biz yaparız kongreyi, alırız kararları ama biz uygulayamayız. Bunu uygulayabilecek tek kişi Önder Apo’dur. Önder Apo özgür olur, çalışma yürütür, yönetim olursa yürütür bunu. Yoksa yapamaz.”
İKTİDAR KANADI KÜRT’Ü İMHA ZİHNİYETİNDEN DE SİYASETİNDEN DE VAZGEÇMİŞ DEĞİL
Ama hiçbir değişiklik yapmadılar. Mevcut rehine düzeninde Önder Apo’dan her şeyi yapmasını istiyorlar, bekliyorlar. Bu böyle olmaz. İktidar cenahı böyle yapınca rantçılar da saldırıya geçiyor. Bakın, şimdi teyakkuzdalar. Ne kadar çok rantçı var, her şeyi söylüyorlar. Önder Apo’ya söylüyorlar, PKK’ye söylüyorlar, Kürtlere söylüyorlar. Hakaret etmedikleri şey kalmadı. Zehir gibi dilleri var. Görmüyor muyuz bunları? Böyle barış mı olur? Böyle demokrasi mi olur? Böyle çözüm mü olur?
Buna ne yol açıyor? AKP’nin, MHP’nin yaklaşımları yol açıyor. “Biz süreci, kardeşlik süreci, çözüm süreci yapacağız” diyenler yapmadılar. Çalışmadılar topluma dönük. Sözlerinin gereğini yerine getirmediler. Mücadele etmediler. Belli ki aslında niyetleri yok. Diğerleri de korkuyor rantçı çevrelerden, böyle bir durumun gelişmesinden. Dolayısıyla rantçılar bundan besleniyor; her türlü hakareti yapıyorlar.
Şunu söylemek gerekiyor: Türkiye siyaseti etkilendi bir biçimde. Bazı muhalefet partileri var; kısmi olumlu yaklaşım içindeler ama iktidar kanadı, Kürt’ü inkar ve imha zihniyetinden de siyasetinden de vazgeçmiş değil. Kürt varlığını tanımış değil. Kürt’e Kürt demiyor. Kürt haklarından söz etmiyor. Kürt sorununun varlığını kabul etmiyorlar. Dolayısıyla herhangi bir çözüm arayışı yoktur. Bütün bizim yaptıklarımıza karşılık, olumlu denecek herhangi bir şey yok. Komisyonu oyalıyorlar, oyalıyorlar. Konuşuyor öyle.
Ne olacağı hiç belli olmayan bir şey var. Dağ, doğura doğura fare doğuracak. Sonunda yeni bir pişmanlık kanunu çıkaracaklar. Şimdiden diyelim; öyle olursa alın öper misiniz, başınıza mı çalarsınız ne yaparsanız yapın. O bir kişiyi bile etkilemez. Bu dağdan hiçbir savaşçıyı Önder Apo’nun özgürlüğü dışında hiç kimse indiremez. Kırk yıl bekleseler de ulaşamazlar buna. Her türlü sözü söyleseler de ulaşamazlar. Kimse yapmaz, yaptıramaz. Kimse bizden de öyle bir şey beklemesin. Yani biz böyle bir şey yapamayız.
Bu bakımdan iktidar, soruna doğru yaklaşmıyor. Bir zihniyet ve siyaset değişimi olmadı. Taktik yapıyorlar, politika yapıyorlar. Yaptıkları budur, anlaşılıyor. Nasıl diyelim? Aslında PKK’yı tasfiye etmek için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar.
RANTÇILAR BASINDA, EKONOMİDE, SİYASETTE, SANATÇIDA VAR
Bundan rantçı çevreler de fırsat buluyor, yararlanıyorlar. Rantçılar nerede gördük, her yerde varmış. Basında var, ekonomide var, siyasette var, sanatçıda var. Her yer rantçı dolmuş. İçte var, dışta var.
Dıştan da geliyor. Kürt-Türk çatışması üzerine o kadar çok rantçılık yapan, çalıp çırpan, cebini şişiren çevre oluşmuş ki, bu geçtiğimiz aylar içerisinde PKK’nin aldığı kararlar sonucunda bunları gördük. Tanıdık yani herkesi. Net bir biçimde tanıdık. Bunun çok net bilinmesi lazım.
DEMOKRATİK SİYASET STRATEJİSİNDE KARARLIYIZ
Bu bakımdan sürece ilişkin şunu belirtelim: Bir şey olmadı. Biz kararlıyız, ısrarlıyız. Kendi kararlarımızın arkasındayız. PKK 12. Kongresi’nin kararlarını takip ediyoruz. Bu kararlılığı, iradeyi sürdürüyoruz da. Yani değişim dönüşümü yapacağız. Demokratik siyaset stratejisinde ısrarlıyız. Bunun önü açılsın, gerekli hukuki, siyasi zemini oluşturulsun; bunun gereklerini yerine getirmeye tüm örgüt olarak hazırız.
Önder Apo bunun öncülüğünü yapsın. Çünkü bunu yapacak olan Önder Apo, yürüten Önder Apo’dur; bütün kadro demokratik siyasi mücadeleye katılır. Önder Apo’ya katılır. Onun dışında boşuna beklerler. Bir kişiyi bile çözemezler! Zindanda 30-40 yıldır tutuyorlar; bir kişiyi çözebildiler mi? Çözemezler! Bu insanlar bilinçle, inançla direniyorlar.
Biz süreci yine de sabırla, olumlu yönde sürdürmeye çalışıyoruz. Sürecin tıkanmaması, işlemesi için adımlar atmaya çalışıyoruz. Yapabileceklerimizin azamisini yapmaya çalışıyoruz. Yeni şeyler yapmak için de arayışımız, çabamız var. Belki bu tür gelişmeler de olabilir. Ama olduğu zaman herkes görür; olursa eğer. Şimdiden bir şey demeyelim.
ULUSLARARASI KOMPLO 3. DÜNYA SAVAŞI’NIN BİR PARÇASIYDI
9 Ekim 98 komplosunun 27. yıl dönümü yaşandı, 28. yılına girdi. Komploya karşı 27. yıldönümünde güçlü protesto eylemleri oldu. Paris’te, Frankfurt’ta, Rojava’nın her tarafında. Ben öncelikle bu eylemleri kutluyorum, eylemcileri selamlıyorum. Siyasi duyarlılıklarından dolayı da hepsini tekrar kutluyorum.
Uluslararası Komploya karşı mücadelenin şehitleri de var. 9 Ekim günü Önderliğe saldırı olduğu an Halit Oral arkadaş. “Güneşimizi karartamazsınız” diyerek fedai direnişine girdi. “Güneşimizi karartamazsınız” şiarıyla Önderliğin etrafında ateşten çember oluşturan bütün kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
Gerçekten 27. yıl dönümünde komplo daha açık ve anlaşılır hale geldi. Yani bu komplo neydi? 27 yıl önce durumlar nelerdi diye kendisine sormak, 27 yıl öncesini anlamak isteyenler, bugünü anlamaya çalışsınlar, çözümlesinler. Bugün neler oluyor, iyi baksınlar etraflarına, siyasette yaşananlara; Uluslararası Komployu anlarlar o zaman. Çok daha iyi anlarlar. Neden? Çünkü bugün de benzer şeyler yaşanıyor. Nasıl yaşanıyor? Neydi komplo?
Komplo, 3. Dünya Savaşı’nın bir parçasıydı. Önder Apo’ya saldırı, 3. Dünya Savaşı’nın yürütülüşü içerisinde onun bir parçası olarak geliştirildi. Evet, 9 Ekim 98’de bir saldırı başlatıldı ama ondan öncesi var. 92’nin Ekiminde Güney Savaşı dediğimiz gerillanın üstlenme alanlarına müşterek saldırıyla aslında Uluslararası Komplo saldırısı başladı. Bu da tam Dünya Savaşı’nın başladığı süreçti. Yani 3. Dünya Savaşı’nın, Körfez Savaşı’nın hemen ardından gelen süreçti. Yani 92 Ekim Savaşı’yla gerillayı sınırlandırmaya, daraltmaya çalıştılar. 9 Ekim 98 saldırısıyla Önder Apo’yu imha etmek, etkisiz kılmak istediler. Böylece Önder Apo’nun imhası, PKK’nin tasfiyesi, gerillanın ezilmesi koşullarına dayanarak 1. Dünya Savaşı ardından ortaya çıkardıkları Kürt’ü inkar ve imha sistemini sürdürmek istediler. Kürt soykırımını ortadan kaldırmak için yürütülen direnişi ortadan kaldırmak, bu mücadeleyi veren Önderliği, Hareket’i, gerillayı yok etmek ve halkı örgütsüz kılmak istediler. Saldırı bunun içindi.
Bunu kimler yaptı? İşte küresel kapitalist modernite sistemi dediğimiz sistem. 1. Dünya Savaşı’yla ortaya çıkan sistemi kimler yönetiyor, koordine ediyorsa onlar yaptı. ABD’ydi, İngiltere’ydi, İsrail’di. Bunları çok iyi biliyoruz. Önder Apo’yu Şam’dan ABD Başkanı Bill Clinton, emirle, zorla Hafız Esad yönetimine çıkarttırdı. Yunanistan’a sokturmadılar. Yine İsrail ve ABD dışişleri bakanları Moskova’ya giderek Rusya’dan çıkarttırdılar. Roma’dan zaten dönemin başbakanı D’Alema ifade etti; “ABD baskısı sonucu çıkartmak mecburiyetinde kaldım” diye doğruyu söyledi.
Yunanistan’da da komployu şey yaptılar, Önder Apo’yu imha edemediler. 9 Ekim Komplosu’nun amacı, Önder Apo’nun imhasıydı. Aradan 4 ay geçince “imha olmuyor; idamla sonucu alalım” diye Kenya’da Türkiye ile pazarlık ettiler ve Türkiye’ye teslim ettiler.
KOMPLOYU TEZGAHLAYANLAR, PKK’NİN SAVAŞI DURDURMASINDAN TİRİL TİRİL TİTREDİLER
O zaman teslim alan Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Bülent Ecevit defalarca şunu söyledi: “Apo’yu bize niye verdiler anlamadım.” Anlamayarak da öldü gitti adamcağız. Ama şurası önemli: Şüphe duyuyordu. Normal olarak vermemeleri gerekiyordu. Niye verdiler? Bundan bir fayda gözlediler ki verdiler. Onun için Ecevit yine de sağduyulu davrandı biraz. Mesela onlar idam istiyorlardı. Ecevit, idam etmedi. Yapsaydı tam da komplonun istediğini yapmış olacaktı. Amaç; Önderliği idam-imha şeyiyle sonu gelmez bir Türk-Kürt çatışması yaratıp, bu çatışmadan menfaat sağlamak istiyorlardı.
Komployu düzenleyenler bu savaşın rantçılarıydılar. Biraz önce rantçılardan konuştuk ya… Ne kadar çok rantçı varmış! Şimdi de PKK, barış ve demokratik toplum süreci başlatınca, silahlı mücadele stratejisine son verince, bu komployu yapan güçler başta olmak üzere herkes feryat etti. Bize tazyiklerde bulundular. Biz buna müdahale ettik. Sandılar ki bazı sol çevreleri eleştiriyoruz. Öyle değildi. Tamam, onlardan da öyle diyenler oldu da, esasında o değildi. Bu komployu tezgahlayanlar, PKK’nin savaşı durdurmasından tiril tiril titrediler yani. Hala da o temelde çaba harcıyorlar.
İsimler verelim mi? Ama bunlar biraz diplomasidir. Her şeyi söylemememiz gerekiyor. Bazı şeyleri, her şeyi söyleyemiyoruz yani.
Ama hala bunlar var. Önder Apo 27 yıldır İmralı’ya gittiği andan itibaren, aslında 93 ateşkesinden bu yana bu gerçekleri Türkiye’ye yönetenlere, Türkiye toplumuna anlatmak için bu kadar çaba harcadık; fakat diyorlar ya, “NATO mermer, NATO kafa”, öyle bir durum var. Kürt soykırımına, Kürt’ü inkar ve imhaya o kadar kilitlenilmiş buradan menfaat sağlayan öyle bir kast oluşmuş ki, ne fikir değiştiriyor ne de bir değişime fırsat veriyor. Zift gibi tutuyor. Tam bir egemenlik kurulmuş yani. Farklı fikirlerin ortaya çıkmasına izin vermiyorlar. Birileri farklı şey söyledi mi, hücuma geçiyorlar dört bir yandan. “Vay hain”, bilmem ne, şunun şeyini yapıyor diye önünü almaya çalışıyorlar. Onun için kimse ses çıkaramıyor.
Bunu açıkça görüyoruz. Bu bakımdan komployu iyi anlamak lazım. Neyi söylemek istiyorum; bakın bugün Şarm El Şeyh’de bir toplantı var. Yirmi devlet başkanı katılıyor Gazze savaşını sona erdirmek için. Bu Gazze savaşını kim çıkardı iki sene önce, 7 Ekim 2023’te? Kimler savaştı bu Gazze’de? Yani sanki yabancı bir güçmüş gibi “barış meleği” olmuşlar. Savaşı çıkaranlar yabancı bir güçmüş gibi, birileri barış meleği olmuş, Şarm El Şeyh’e toplanmışlar, barış yapmak istiyorlar. Peki iki yıldır niye savaştınız? Bu savaşın sonuçları ne oldu? Kaç bin Filistinli katledildi? İnsanlık neler kaybetti? Hiç orası yok.
Sanki bunlar bu savaşı başlatan, yapan değillermiş de savaşı sona erdiriyorlarmış gibi görünüyorlar. Kendilerini barış meleğiymiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Oysa Önder Apo’ya yöneltilen saldırılar, Uluslararası Komplo nasıl Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir parçasıydı ise, Gazze Savaşı da Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir parçasıydı Uluslararası Komplo gibi. Lübnan Savaşı da parçasıydı, Suriye Savaşı da parçasıydı. Bu, birbirine bağlı olarak gelişiyor.
ERDOĞAN HALA AMERİKA’DAN, İSRAİL’DEN MEDET UMMAYA ÇALIŞIYOR
Ben bunlara şey demiyorum. Bunlar zaten biliniyor. Fakat Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan da, Türkiye’de barış ve demokratik toplum süreci için açık bir şey söylememişken, bir yıldır Önder Apo’nun, Kürt tarafının bu kadar çabasına rağmen Kürt sorununu çözmek, Türkiye’yi demokratikleştirmek, Kürtlerle kardeşleşmek için hiçbir şey söylememişken, Gazze’ye gitmiş, işte Gazze’de savaşı çıkaran bilmem şunlar şunlar diyenlerle barışçılık oynuyor. Onların ellerini tutuyor. Hani o eller kanlıydı? Ne çabuk unutuldu? Nasıl oluyor bu? Niye buna tepki gösteriyorum, neyi ifade etmek istiyorum? Şunu ifade etmek istiyorum: Ne arıyor Tayyip Erdoğan Şarm El Şeyh’te?
Şuna gelelim. 27 yıl önce Ecevit’in söylediği söze gelelim: “Apo’yu Türkiye’ye niye verdiler?” O zaman Apo’yu Türkiye’ye niye verenler şimdi de yine bir şey yapıyorlar. O zaman Ecevit hükümeti, güya “şey yapacağız” diye prim, taviz verdiler; Önder Apo’ya dönük komplonun bir parçası haline geldiler sonunda. Şimdi de Tayyip Erdoğan gidiyor yine onlara teslim oluyor. Onlarla anlaşma yapmaya çalışıyor. Onlardan destek almaya çalışıyor. Güç, destek alırsa Kürt’e karşı almaya çalışıyor. Anlamıyor muyuz yani? Cahil olmamamız lazım. Kürtler bu kadar kardeşlikten, dostluktan, birlikten, özgürlükten, demokrasiden söz ediyorlar. Önder Apo 24 saat uyumuyor, dinlenmiyor, kafa yoruyor, araştırma yapıyor, çaba harcıyor, hiç kimsenin gösteremeyeceği iradeyi, esnekliği gösteriyor; bu kadar karar aldık; gerillası, genci, kadını Kürt halkı, Özgürlük Hareketi bu kadar adımlar attı. Bunlara değer vereceğine bunlarla birlik olup Türkiye’nin demokratik gücünü ortaya çıkararak dünyanın en demokratik iradeli, özgür ülkesi, toplumu haline geleceğine, hala oradan buradan, bilmem Gazze’de savaşı çıkaranlardan, 27 yıl önce komplo yapanlardan, karşıyım dedikleri Amerika’sından İsrail’inden fayda bulmaya, medet ummaya çalışıyor. Onlarla anlaşma yapmak istiyor.
DANANIN KUYRUĞU KIBRIS’TA KOPACAK!
Türkiye’yi dışlıyorlardı enerji yolu projesinde. Dışlanmış da olsa bir ucundan oraya dahil ederlerse, ona eyvallah deyip, böyle memnun olup, adeta onlara teslim olup, oradan aldığı güçle başta Kürt toplumu olmak üzere kadınları, Türkiye toplumunu ezmek istiyor. 100 yıldır böyle yönettiler. Bu yönetimi sürdürmek istiyorlar. Hala da sürdürmek istiyorlar.
Barış ve demokratik toplum sürecini doğru anlasalardı, bunlara ihtiyaçları kalmayacaktı. Muhtaç olmayacaklardı.
Halbuki gerçek dost, gerçek güç kendi yanında, Türkiye’de, Kürtlerde. İşte Kürtler 60 milyonluk bir toplum. Sadece Türkiye’nin sınırları içinde de değil, Orta Doğu’nun merkezindeler. En stratejik güç onlar. Şimdi bugün orada ellerini tuttukları, o “destek alırım” dediklerinin yarın başlarına ne getireceğini göreceğiz. Biz söyledik. Sözümüzü hala sürdürüyoruz; dananın kuyruğu Kıbrıs’ta kopacak! O zaman göreceğiz, kimlerin başına neler gelecek.
GENÇLER TÜRKİYE TOPLUMUNU ETKİLEMEK İÇİN ÇALIŞSIN
10 Ekim 2023’te başlatılan hamleye iki yıldır katılan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, Kürt sorununun siyasi demokratik çözümü için mücadele eden herkesi kutluyorum, selamlıyorum. Özellikle de bu üçüncü yıl dönümünde önemli eylemler oldu, geliştirildi. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için Avrupa’da, Türkiye’de toplantılar yapıldı. Kadınlar Amed’den Ankara’ya kadar yürüdüler Ekim başında. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü haykırmak üzere gittiler Meclis’e. Dediler “sesimizi Meclis’te duyurmak istiyoruz”. Aslında biraz şenlendirdiler. Coşku ve heyecan kattılar Meclis’e. Şimdi el birliği etmiş o rantçı şebeke, saldırıyor ha saldırıyor kadınlara. Vay Meclis’e gelmişler de, Önder Apo için ne demişler? Vay slogan atmışlar; susturun hepsini, ağızlarını gözlerini bağlayın, ellerini bağlayın; dünyayı göremesinler, kulaklarını kapatın duyamasınlar. Ağızlarını kapatın konuşamasınlar. Size öyle insanlar yaraşır. Robot mu istiyorsunuz? Demirel bile diyordu, “konuşan Türkiye olmalı.”
Ne kadar geriye düştü bu Türkiye siyaseti, Türkiye basını, şuyu buyu!.. Öyle oldular ki, ne demokrasisi ne şeyi! Böyle bir Türkiye’de kim yaşar? “Niye gelmiyorlar” diyorlar. Kim gelir o Türkiye’ye? Kim yaşar? Habire kaçıyor insanlar. Dünyanın başka yerlerinde şey bulmaya… Böyle bir Türkiye’de yaşanmaz.
Yaşanmaz hale getiriyorlar. Halbuki kadınlar çok demokratik, çok meşru bir şey yaptılar ve gerçekten heyecan kattılar. İnsan biraz sağduyulu yaklaşır. Ve böyle bir süreç varken işte Batman’da eylemler oldu; önemli. 17’sinde herhalde Gençlik eylemler yapmayı öngörüyor, Bursa’da ve Amed’de.
Evet, Bursa’da yapıyor olmaları iyidir. Kürt gençlerini, sol sosyalist gençleri, Apocu gençliği, yani daha çok şuraya çağırabiliriz: Türkiye toplumunu etkilemek için çalışsınlar. Türkiye toplumunu faşistlere, soykırımcılara bırakmasınlar. Zalimlere, zulmedenlere, sömürgenlere bırakmasınlar. Yani birer birer, grup grup ilişki kursunlar. Gerçekleri insanlara, kadınlara, gençlere, işçilere, emekçilere anlatmak, haykırmak, ulaştırmak için yani her türlü yöntemi kullansınlar. Didik didik etsinler ortamı. Yani her şeyi yapsınlar. Doğru olan bu. Böyle bir çalışmaya ihtiyaç var. Bu bakımdan gençlerin de 17 Ekim’de yapacakları eylemleri şimdiden selamlıyorum. Apocu gençliğin gerçekten de etkili olacağına inanıyorum. Akranlarına gerçekleri ulaştıracaklarına inanıyorum.
KÜRTLERİN ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜNE ODAKLANMAKTAN BAŞKA BİR İŞİ OLAMAZ
Kuşkusuz süreci takip ediyorlar. Sürece özgü konuşacaklar. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kilitlenecekler, kadınlar gibi. Çünkü Kürt kadınının, Kürt gencinin, Kürt işçisinin, köylüsünün, esnafının; gerçekten ben özgür, iradeli, namuslu Kürt’üm diyen herkesin bugün Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne odaklanmaktan başka bir işi olamaz. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, “insanca, özgürce yaşayacağım, yaşamak istiyorum” diyen Kürt için ekmekten, havadan, sudan daha önce geliyor. Çünkü varlık ve özgürlük, gelecek buna bağlı.
Önder Apo şahsında İmralı işkence ve tecrit sistemi ortamında Kürt soykırımı sonuca götürülmek isteniliyor. Kürt varlığı üzerindeki inkar ve imha sürdürülmek isteniyor. Kürt soykırımı başarıya ulaştırılmak isteniyor. Bu son derece somut ve açık bir durum.
O bakımdan Kürtler içinde de o avanaklar var. Bazıları arada şey gibi çıkıyorlar. Vay neymiş, “niye bir halkın şeyini bir kişiye indirgiyorsun?” İnsan bir şey diyemiyor, ne diyelim şimdi? Senin bir kişi dediğin kimdir? Biraz düşün, biraz namuslu ol. Yani gerçekten insanca damarın varsa, biraz Kürt damarın varsa düşün; sen bugün bir şeyler kazanıyorsan Önder Apo’ya karşıtlığın temelinde rant elde ediyorsun. Apo primi yiyorsun, utanmaz adam! Böyleleri gerçekten de, Önder Apo diyordu, “tükürükle boğulmalı”, sokağa çıkamamalılar toplumun tepkisi karşısında. Bunlar söylenecek söz değildir.
Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü bir kişinin özgürlüğü değildir. Önder Apo açık görsel mesajında net ifade etti, herkes duysun diye. “Ben şimdiye kadar kendi özgürlüğüm için bir şey istemedim, bundan sonra da istemiyorum” dedi. “Kendi özgürlüğünüz için mücadele edin. Siz özgür olsanız ben böyle olmazdım zaten” dedi. “Siz özgür olamadığınız için ben buradayım, özgürlüğünüz için mücadele ediyorum.” O bakımdan öyle diyenler, safsatadır. Hiç kimse inanmamalı.
Öyleleri gerçekten de bir tas çorbaya kendilerini satanlardır. Başka bir şey denmez öylelerine. Dolayısıyla Önder Apo’nun özgürlüğü Kürt toplumunun varlığıdır. Kürt toplumunun geleceğidir, Kürt toplumunun özgürlüğüdür. Önder Apo’nun özgürlüğü, Türkiye’nin demokrasisidir. Türkiye halklarının geleceğidir. Türkiye gençliğinin geleceğidir. Orta Doğu’nun demokratikleşmesidir.
Bu kadar bir ve bütün etle tırnak gibi iç içe geçmiş. Bunu kim inkar edebilir? Önder Apo kendisine bir şeyler elde etmek için mi İmralı’ya düştü, 27 senedir en ağır işkence altında yaşıyor? Kürt halkının varlığı ve özgürlüğü için. Kendisine dair bir özel mülkiyeti, çöpü var mıdır? Haydi 27 yılı bırakalım da 27 gün birileri İmralı sistemi içerisinde yaşayabilsinler. Böyle konuşanlar yirmi yedi gün dayanabilsinler de görelim. Dayanabilseler zaten öyle konuşmaz, o kadar teslimiyetçi olmazlardı.
Bu bakımdan şunu ifade edeceğim:
Bir: Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne odaklanmak, kilitlenmek; Kürt insanının, kadınının, gencinin, işçisinin, köylüsünün, memurunun, emekçisinin aynı zamanda Türkiye’nin demokratının, solcusunun, sosyalistinin, yurtseverinin, özgürlükçüsünün temel kilitleneceği odak, uğrunda mücadele edeceği birinci halka… Bu olmadan diğer şeylerin hiçbirisi gerçekleşmez. Ne Türkiye’ye demokrasi gelir, ne Kürt’ün özgürlüğü gerçekleşir ne de varlığı. Bunu bir defa kulağımıza küpe ederek bilmeliyiz. ,
İki: Bu uğurda tabii daha güçlü mücadeleler gerekli. Öyle anlaşılıyor ki, bu konularda tam netlik yok gibi. Yani bu ortalıkta ıvır zıvır edenlerin vızıltıları belli ki başka insanları etkiliyor. Kafa karıştırıyor. Derler ya, “sinek küçük ama mide bulandırır.” Bir değeri yok söylediklerinin, düşüncelerinin ama kafa karıştırmaya yetiyor. Kafa karıştırıcı olabiliyor. Ya da örgütlülükler zayıf yani. O nedenle, bu konuda bir kafa karışıklığı varsa, kesinlikle aşılmalı.
YAŞAMIMIZI KOMÜNLEŞTİRMEMİZ GEREKİYOR
Diğer yandan örgütsel zayıflıklarımız varsa gidermeliyiz. Daha çok örgütlenmeliyiz. Örgütlenmek için seferber olmalıyız. İnsan insan, ev ev, sokak sokak, köy köy, mahalle mahalle “komünleşelim” dedi Önder Apo. Komünleşmeliyiz. Bu bireyciliği yıkmalıyız.
Bireyci olup ondan sonra belki sisteme karşı çıkmak, bilmem İmralı sistemine karşı çıkmak, bu düzene karşı çıkmak olmaz. Bireyci davranıp örgütlenmeyip, özel savaşa karşı mücadele etmek olmaz. Toplum olarak da gençlik olarak da, özellikle de Apocu Gençliği. Ki Apocu gençlik kimdir, nedir, nasıl yaşar ve nasıl mücadele eder? Bu sorular üzerinde biz de yoğunlaşıyoruz. Fırsat bulursak düşünce ve duygularımızı genç yoldaşlara daha fazla izah ve ifade etmeye de çalışacağız. Yani herkes bireyciliğin her türünü kırmalı, komünleşmeli. Önder Apo daha işin başındayken “suyumuzu, toprağımızı, enerjimizi komünleştirelim” dedi. Yaşamımızı komünleştirmemiz gerekiyor. Bireyci, maddiyatçı, örgütsüz durup da sömürgeciliğe, şovenizme, kapitalizme, faşizme karşı olunmaz. Öyle mücadele edilmez. Öyle mücadele edilse de başarı elde edilmez. Sadece şikayet doğar o duruştan, yakınma doğar. Bunları kıralım, aşalım artık.
O nedenle örgütlülüğümüzü geliştirmemiz gerekiyor. O halde ne demek istiyorum? Mücadelemizi, eylemlerimizi büyütmemiz gerekiyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü uğruna eylemlerimizi büyütmemiz gerekli. 10 Ekim 2023’de başlatılan Önder Apo’nun fiziki özgürlük hamlesinin 3. yılında, özgürlüğü propaganda sloganı olarak kullanan değil de eylem sloganı haline getirerek, anında başarıya ulaşacak, gerçekleşecek bir mücadele düzeyine kavuşturmamız lazım. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü, eylem sloganı yapıp bu gerçekleşene kadar direnmemiz, mücadele etmemiz gerekiyor. Böyle mücadele yöntemleri geliştirmeliyiz. Örgütlenmemizi, dayanışmamızı bu düzeyde mücadele geliştirecek kadar geliştirmeliyiz, güçlendirmeliyiz. Seferberlik düzeyinde… Öyle ki, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü olmadan yememeliyiz, içmemeliyiz, durmamalıyız, yorulmamalıyız, dinlenmemeliyiz. Seferberlik budur. Böyle bir mücadele gerekli.
GELECEĞİ İYİ GÖRMELİYİZ
Niye söylüyorum bunu? Çünkü artık son şeye geldik. Yani bir; koşullar böyle mücadele edilirse kazanmak için çok elverişli. İki, eğer bu elverişli ortam değerlendirilmez de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele edilip kazanılmazsa, gelecek tehlikeli. Felaket tellalı olmak istemem ama gelecek, özgürlük ve demokrasi mücadelesi kazanılmadan tehlikelidir. Bunu herkes görmeli. İşte Şarm El Şeyh’te yapılana bakılsın; Gazze üzerinde, o kan üzerinde yürütülen pazarlığa. Ki kim yönetecek? Onu şey ediyorlar. Yıktılar, yaktılar. Önder Apo dedi, “40 Gazze çıkar, ben engelledim.” Şimdi her yeri Gazze haline getirebilirler. Kürdistan’ı, Türkiye’yi… Hiç de “yapmazlar” diyemeyiz. Göz önünde; yaptılar. Gazzeliler de iki yıl önce “olmaz” diyorlardı. Öyle sanıyorlardı ama oldu.
Demek ki olmaz diye bir şey yok; oluyormuş. O halde akıllı olmalıyız. Geleceği iyi görmeliyiz. Duyarlı, dikkatli, yaklaşmalı ve gereken mücadeleyi yürütmeliyiz. Buna gençlik öncülük etmeli.
KADINLAR MÜCADELELERİNİ DAHA ÇOK KİTLESELLEŞTİRMELİ
Kadınlar evet, mücadelelerini daha çok kitleselleştirmeliler. Erkek egemen zihniyete karşı da yani özgürlük mücadelesinin öncü gücüdürler. Bu mücadeleyi en can alıcı noktadan tutarak zafere götürmek için örgütlülüklerini ve mücadelelerini daha çok geliştirmeliler.
Bütün toplum; sonuç alıcı eylemler yapalım. Böyle küçük gruplar şu bu yok. Ne yiyip içeceğiz? İşimiz eylem olmalı. Sokakları, meydanları doldurmalıyız. Siyaset bunu gerektiriyor. Demokratik siyaset bunu gerektiriyor. 11 Temmuz’da Barış ve Demokratik Toplum Grubu, silahlarını ve envanterini İnsan Hakları Derneği yönetimine verdi; İHD’ye. İHD sorumlusu dedi ki, “Biz şunu anladık. PKK sadece silah numarasını vermedi bize; mücadeleyi devretti bize. Ben savaşı durdurdum; demokratik siyaset bundan sonrasını yürütecek. Buyurun. Siyasi mücadele yürütme gücü de sizsiniz.” Şimdi bu herkes için geçerli. Gerçekten doğru değerlendirmeydi. Bütün demokratik siyaset kurumları için geçerli olan bir durum bu. Bu düzeyde bir mücadele geliştirmek gerekli. Başta gençleri, kadınları Kürt toplumunun hepsini, bu gerçekleri doğru görmeye ve sürecin bir mücadele süreci olduğunu anlayıp öyle bir müzakere süreci falan değil; kimseden bir şey beklemeden özgürlük ve demokrasi mücadelesini demokratik siyaset yöntemiyle etkili bir biçimde geliştirerek, halkın gücünü ortaya koyup sonuç almak lazım.
Aynı şey Türkiye gençleri, kadınları Türkiye toplumu için de gerekli. Daha fazla gerekli. Yani bu süreç aslında daha çok Türkiye toplumunun gerçekleri değerlendirme süreciydi. Savaş durdu. Şovenizmin, milliyetçiliğin, ırkçılığın önü kapatıldı. O halde daha güçlü tartışma yapılabilir. Demokratik açılımlar daha çok olabilir. Gerçekler daha iyi ortaya konabilir. Özgürlük nasıl kazanılacak, demokrasi nasıl olacak? Bu soruların cevabı geliştirilebilir ve bu temelde özgürlük ve demokrasi mücadelesi daha güçlü yükseltilebilir. Bunu tartışmamaları, hep Meclis’ten, iktidardan, devletten beklemeleri de çok doğru ve gerçekçi bir durum değil. Bu bakımdan başta gençleri, siyasetçileri, aydınları, sanatçıları olmak üzere Türkiye toplumunu da bu koşulları iyi değerlendirmeye, böyle bu zehir saçan, o basının şeylerini bir yana iterek gerçekleri görüp, Önder Apo’nun, PKK’nin Türkiye’nin demokratikleşmesi için nasıl bir imkan açtığını, ön açtığını görerek, ona sahip çıkıp ilerletmeleri lazım. Yoksa kaybederler.
Yapmazlarsa, Tayyip Erdoğan Şarm El Şeyh’e gitti, ABD’ye gitti, Trump’la anlaşıyor, Netanyahu’yla anlaşıyor, herkesle anlaşacak. Başınıza neler gelecek, bilin. Şimdiye kadar ne geldiyse tekrar aynı şeyler gelir. Bu bir gerçek. O bakımdan herkesi ciddi olmaya, süreci doğru anlamaya ve özgürlük ve demokrasi görevlerine, mücadelesine sahip çıkmaya, iradelerini ortaya koymaya davet ediyorum.
ŞEHİTLER GERÇEĞİNDEN HİÇBİR ZAMAN KOPMAMALIYIZ
Halkımız her yerde duyarlı. Değerlendiriyor, şehitlerini anıyor, anlamaya çalışıyor, şehitlerden güç alıyor. Biz de 24 saat böyle yaşıyoruz.
Ekim ayı, kadın şehitler ayımız. 25 Ekim Bêrîtan yoldaşın şehadetinin 33. yıl dönümü. Öncelikle Bêrîtan yoldaşı ve onun şahsında tüm kadın şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Yine Ekim ayında ilan edilen şehit yoldaşlar var. Şivan ve Ronî yoldaşlar şahsında bu şehitlerimizi de saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Anılarını yaşatma, amaçlarını başarma sözümüzü yineliyorum.
Şunu söyleyelim en başta. Bugün burada oturuyorsak, böyle konuşma yapabiliyorsak, dilimiz dönüyorsa, aklımız çalışıyorsa, gözümüz görüyorsa, kulağımız duyuyorsa, bunların hepsini şehitlere borçluyuz. Bize bu gücü hepsini şehitler verdi. Hem güç hem de görev verdi. Bu güçle verdikleri görevleri yerine getirmemizi istediler. Yani kendi amaçlarını, özlemlerini gerçekleştirmemizi, hayata geçirmemizi istediler bizden. Bunu hiçbir zaman unutamayız. Görmezden de gelemeyiz. Hiçbir an bu gerçeklikten kopamayız.
Önder Apo dedi, “şehitler gerçeğinden hiçbir zaman kopmamalıyız”, uzak olmamalıyız. Her zaman şehitlerimize yakın olmalı, onları doğru anlamalı, doğru duymalı, amaç ve amaçlarını doğru anlayıp başarıyla yerine getirmek için en etkili mücadeleyi yürütmeliyiz. Doğru yaklaşım bu. Bu gerçeği kesinlikle görmeliyiz.
33 yıldır bir çizgidir Bêrîtan Hêvî yoldaş. Ne çizgisi? Teslim olmama, direnme çizgisi, doğru savaşma, özgür yaşama çizgisi. Özgürlük kanunu diyelim buna. Yani sömürgeciye de, işbirlikçi haine de teslim olmadı. Silahını sonuna kadar kullandı. Ne kendisinden ne silahından var olan hiçbir imkanını düşmanına vermedi. Yalnız kaldı, direndi. Yoldaşıyla birlikte oldu, direndi. Grup oldu; en aktif katılanı oldu. Başlarında komutan oldu. Bir sürü mücadele.
Daha yeni katılmışlar; gerillayı, savaşı anlamaya çalışırken o, sadece anlamaya çalışan değil, anlatan oldu. Onlara komutan olma, yönetim olma gücünü, iradesini gösterdi. Böylece doğru yaşamın ve doğru mücadelenin yolunun, yönteminin ne olduğunu ortaya koydu. Hepimize gösterdi. Çizgi bu işte.
Nasıl doğru yaşayacaksın? Özgür yaşam ölçüleri, kanunu nedir? Nasıl doğru etkili mücadele edeceksin? Görev ve sorumluluk anlayışı nasıldır? Nasıl sahip çıkacaksın ona? Nasıl mücadele edeceksin? İmkanları, fırsatları nasıl değerlendireceksin? Ve bu mücadeleyi sona nasıl götüreceksin? En onurlu bir biçimde… Her türlü teslimiyeti reddederek, bütün imkanları kullanarak ve sonunda “Bijî Serok Apo” diyerek şehadete nasıl gideceksin? Bir militanlık, bir fedailik kanunu olarak bunların hepsini bize öğretti.
İşte kadın fedailer ordusu böyle kuruldu. O fedailiğin etrafında Kürt fedailiği gelişti. ARGK, HPG fedailiği ortaya çıktı. Yani gerçekten de bir ölçü oldu, bir kanun oldu. Şivan ve Runi yoldaşlar da gerçekten bu çizginin çok iyi takip edenleri ve uygulayanları oldular. Yılmaz savaşçıları eksiksiz hayata geçiren ve sona götüren fedaileri oldular. Ve bu ayda ilan edilmeleri, bu bakımdan oldukça önemli, anlamlı oldu.
Çünkü gerilla, parti öncülüğünde, Önderlik öncülüğünde oluştu. O da kadın özgürlük çizgisi öncülüğünde oluşan bir yaşamın ve mücadelenin adı, gerçekleşmesi oldu. Başka bir çizgisi yoktur. Ondan ötekilerin hepsi sapma oldu. Önderlik, onlara “çetecilik” dedi. Kadın özgürlük mücadelesiyle bütünleşmeyen, dolayısıyla parti çizgisiyle, Apocu çizgiyle bütünleşmeyen ve onun gereklerini yerine getiremeyen, pratikleştiremeyenleri “çeteci” olarak tanımladı Önder Apo. Doğru anlayan, mücadele eden, sonuca giden ise, kadın özgürlük çizgisinde mücadele edenlerdi.
Şivan ve Ronî yoldaşlar da böyle savaşan, mücadele eden yoldaşlar oldular. Her iki yoldaşı da tanıma ve birlikte uzun süre yaşama, mücadele etme imkanı ve şansı buldum. Bu anlamda kendimi şanslı hissediyorum. O yoldaşlarla birlikte yemek, içmek, iş yapmak, hava solumak, gülmek, eğlenmek, üzülmek ne kadar çok değerli, ne kadar çok anlamlıydı! Gerçekten de çok belirgin. Bêrîtan arkadaş gibi mücadeleye kilitlenmiş, önemli, olumlu özellikleri olan ve bunun hepsini geleceğe ertelemeden anında mücadeleye katan yoldaşlar oldular.
ŞIVAN EGÎD RUHU, BÊRÎTAN ÇİZGİSİNDE BİR KOMUTAN; RONÎ AYNI ÇİZGİDE BİR GENÇLİK ÖNDERİYDİ
Şivan yoldaşı ben 1995 yılından itibaren tanıdım. Zagros alanında savaşçıydı. Zagros gerillası içindeydi. Gever’den katılmıştı. Geverli arkadaşlar çoktu zaten. Şivan arkadaş da onlardan birisiydi. Birkaç yıl önce katılmıştı ama takım komutanı olmuştu hemen.
Şivan arkadaşın özellikleri nelerdi? Çok uzatmadan birkaç şey belirtebilirim. Çünkü tanıyan arkadaşlar daha çok değerlendiriyorlar. İyi de değerlendiriyorlar.
Şivan arkadaş gerçekten çok mütevazı, olgun. Karşıdakini dinleyen, anlayan, usta ilişki kuran, her işe koşan, emekçi, insan canlısı bir kişiydi.
Şivan arkadaş sessizdi, çok konuşmazdı. Konuşturulan ortamda Şivan’ı göremezdin ama zor ortamlarda, iş yapma ortamlarında Şivan vardı. Bakardın sivrilmiş, Şivan ortaya çıkmış.
Komutanlıklar yaptı. Mesela ilk gördüğümde de takım komutanıydı. Bölük komutanı oldu, tabur komutanı oldu. Hep takip ettim.
Şunu söyleyeceğim: Takım komutanı olduysa bir bölüğün içindeki bir takımın komutanı olmadı; müstakil bir takımın komutanı oldu. Şivan arkadaş bölük komutanı oldu; taburların içinde bölükler oluştular. Bir tabura katılmamış, kendi başına özgün bir bölük varsa -yani müstakil bir bölük-, Şivan arkadaş onun komutanı oldu. Kendini mücadeleye çok veren, çok yoğunlaşan, çok duyarlı, çok dikkatli, dirençli, insanları ikna edici, iradeli, karar verebilen ve her türlü zorlukları yenen, tehlikelerden çıkmasını bilen ve imkanları doğru değerlendirip savaşın gereklerini yerine getiren bir kişilikti, bir komuta gerçeğiydi. Bunu böyle tanımlamamızda fayda var.
Tehlikeli saldırılarla karşı karşıya geldi, düşman ortasında. Eylem gerekiyorsa eylem yaptı, olmuyorsa hiç darbe yemeden çıktığı da oldu. Yani en zor ortamlarda en büyük güçleri de yönetti. Dört parça Kürdistan’da çalıştı. Yani Apocu çizginin, gerillanın ruhuydu işte. O ruhuyla, duygusuyla, düşüncesiyle, bütün benliğiyle mücadeleye katılıyordu.
Ronî arkadaşı 2010’dan bu yana tanıdım. Eğitim gördü Ocak’ta. Gençlik çalışmalarını yürütüyordu. Şivan arkadaş, orta boylu, kısa biraz, tombuldu; Ronî arkadaş ince, uzun boylu, keskin bakışları olan biriydi. Harekette, sözde çok dinamik, hızlıydı. 2010’dan sonraki gençlik mücadelesinde öncü düzeyde etkin bir yeri oldu. Yani gençlik çalışmalarıyla ilgilendiğimiz zaman hep gördük, tanıdık. Yani zekiydi. Kavrayış düzeyi iyiydi; okuyor, inceliyordu. Eğiticiydi, örgütleyiciydi, yöneticiydi, komuta ediciydi. Yani yüzlerce genç eğitti, militanlaştırdı, mücadeleye kattı. Erkek, kadın… Komalên Ciwan Hareketi’nin gelişmesinde en önemli katkılardan birini sundu. Rahatlıkla diyebiliriz. Bakur çalışmalarında, karargah çalışmalarında, eğitim çalışmalarında… Ronî arkadaş da dört parça Kürdistan’da çalıştı.
Şivan arkadaş nasıl gerillanın ruhu ve Egîd çizgisinde, Bêrîtan çizgisinde komutanlaşan bir kişilik idiyse, Ronî arkadaş da aynı çizgide gerçekten bir gençlik önderiydi. YCK çizgisini Komalên Ciwan’a kadar taşıyan, Erdalların, Kasımların gençlik mücadelesi gerçeklerini Komalên Ciwan’da temsil eden bir kişilikti. “Ben gencim, bilmiyorum, eksiğim, diğerleri de benim gibi yapsın” demedi. Yük yüklendi, görev üstlendi, sorumluluk duydu, ağır yükler altına girdi. Gençlik yönetiminin bütün yükünü üstlendi.
Dahası; fiilen parti merkez yönetimi görevlerini yerine getirdi, toplantılarına katıldı. Bir merkez üyesi gibi görev ve sorumluluklar üstlendi ve bunların hepsini başarıyla yerine getirdi.
Her iki arkadaş da gerçekten pratikte eksiklikleri, hataları çok az, en az olan ama başarıları kat be kat fazla olan, doya doya yaşayan, coşkuyla, heyecanla mücadele eden ve Kürdistan’ın özgürlük mücadelesinin zaferi için her şeylerini veren yoldaşlardı. Zaten bu temelde de mücadele ettiler ve şehit düştüler. Bir kere daha Şivan ve Ronî yoldaşları, yine Bêrîtan yoldaşı ve bunlar şahsında Ekim Ayı Şehitlerimizi, tüm şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Şehitler yolu çizgisini doğru anlayan ve o çizgide bilinçlenip örgütlenerek mücadele eden herkes sonunda mutlaka kazanır.



