HABER MERKEZİ – KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Önder APO ile görüşme meselesinin sürece ne kadar samimi yaklaşıldığının ölçütü olduğunu belirterek, Önder APO’yu kapsamayan bir yasanın hiçbir anlam taşımayacağını vurguladı.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, şehadetinin 6. yıldönümünde PKK’nin kurucularından Rıza Altun’u ve katledilişinin 33. yıldönümünde Musa Anter’i andı. Karasu, Medya Haber TV’ye yaptığı değerlendirmede Önder Apo üzerinde devam eden tecridi, yıl dönümü vesilesiyle yürütülen ‘Önder Apo’ya özgürlük, Kürt sorununa çözüm’ hamlesini, Bahçeli’nin çağrısının ardından geçen bir yıllık süreçte gelinen aşamayı, TFF’nin Amedspor’a Kürtçe slogan gerekçesiyle verdiği cezayı ve gündemdeki diğer gelişmeleri ele aldı.
Karasu’nun değerlendirmelerinin tamamı :
“Öncelikle şehadetinin 6. yıldönümünde Rıza arkadaşı saygıyla, minnetle anıyorum. Rıza arkadaşla bizim mücadele arkadaşlığımız çok yakın oldu. Birçok alanda birlikte çalıştık. Rıza arkadaş Ankara’da şekillenen Apocu gruba katılan arkadaşlardan biriydi. Tuzluçayır’dan Apocu gruba katıldılar. Sadece Rıza arkadaş katılmadı, Rıza arkadaşın etkisiyle Tuzluçayır’dan Hareket’e birçok arkadaş katıldı. Başlarda Ali Doğan Yıldırım şehit düştü. Daha sonra Şahin Kılavuz, Doğan Kılıçkaya arkadaşlar şehit düştü. Rıza arkadaşın etkisiyle katılan arkadaşlardı. Onlar da bir nevi Rıza arkadaşa katılmış arkadaşlardı; öyle diyelim.
Rıza arkadaşın insanlarla ilişkileri etkileyiciydi. İnsanları hemen kendi etrafında toplayan bir özelliği vardı. Gerçekten bazı özellikler her insanda bulunamaz. Rıza arkadaşta bu özellik çok güçlüydü. Bu da Rıza arkadaşı öncü kadro haline getiriyordu. İlk, Tuzluçayır’da çalışmalara katıldı, daha sonra hemen hemen birlikte Antep’e gittik. Ben ve Kılıçkaya 76’nın Temmuz ayında Tuzluçayır’dan Antep’e gittik. Daha sonra kısa bir süre içinde, -sanıyorum Eylül ayıydı- Rıza arkadaş da Antep’e geldi. Antep’te de uzun yıllar birlikte çalıştık. Antep’te hem faşistlere karşı mücadelede önemli rol oynadı, hem de gençliğin, işçilerin örgütlenmesinde Rıza arkadaşın da önemli etkisi oldu. Örgütleyici, etkileyici bir arkadaştı. Evet, ilkokul mezunuydu fakat Tuzluçayır’da siyasal mücadeleye katılmıştı. Tuzluçayır zaten Ankara’da devrimci hareketlerin, siyasal mücadelenin en yoğun olduğu yerdi. Siyasi, devrimci bir mahalleydi; Küçük Moskova diyorlardı Tuzluçayır’a. İlkokul mezunu ama -derler ya- çekirdekten sosyalist olan ve daha sonra kendisini ideolojik ve teorik olarak çok yetiştiren bir arkadaştı.
Hiç kimse Rıza arkadaşın ilkokul mezunu olduğuna inanmazdı; “üniversite mezunu bir arkadaş” derlerdi. Bu yönlü ideolojik ve teorik olarak da derinliği, gücü vardı. Mücadelenin birçok alanında çalıştı; hep başarılı olmuştu. Rıza gittiği yerde mutlaka aldığı görevi başarıyla yürütmüştür. Çünkü örgütçü, etkileyici, toparlayıcı yanı var. Kadroyu da halkı da etkiler, örgütler. Bu yönüyle mücadeleye çok önemli katkıda bulunmuştur.
Rıza Arkadaş gerçekten özgün bir kişilikti. Böyle kişilikler kolay yetişmiyor. Farklı özellikleriyle mücadeleye renk kattılar, zenginlik, güç kattılar. Kemal Pir tarzının, Kemal Pir kişiliğinin farklı bir versiyonuydu. Kemal Pir, devrimciliğin özelliklerini üzerinde taşıyan bir arkadaştı. Bu açıdan mücadelemize büyük katkıları oldu.
Sadece kendisi katılmadı; ailesi de mücadeleye büyük katkıda bulundu. Kardeşi şehittir, iki yeğeni şehittir. Mücadeleye sadece kendisi katılan değil, çevresini de katan bir arkadaştı. Zaten bir nevi Tuzluçayır’ı Harekete kattı Rıza Arkadaş. Bu vesileyle, bu yıl dönümünde Rıza Arkadaş’ı saygıyla, minnetle anıyorum. Ortak anılarımız, mücadele ortaklığımız çok fazla. Zaten örgüt yönetiminde de sürekli yer aldı; birlikte örgüt yönetiminde de çalıştık.
Bu mücadeleye katkıları oldu; unutulmayacak, her zaman değerlendirilecek. Onun anısını, mücadelesin,i özgürlük mücadelesinde yaşatacağız. Bu arkadaşların özlemlerini mutlaka başarıya ulaştıracağız.
Rıza Arkadaş’ın şehadet yıl dönümünü değerlendirirken, 1996’da, 24 Eylül’de Diyarbakır Zindanı’nda kalaslarla kafaları parçalanarak şehit düşen yoldaşları da saygı ve minnetle anıyorum. Bunlar aslında zindan direnişimizin sembol isimleridir. Diyarbakır Zindanı’nda bu arkadaşların duruşuna karşı böyle bir saldırı yapılmıştır. Ve arkadaşlar gerçekten vahşice katledilmişlerdir. Bu yönüyle bu arkadaşları da her zaman anmak, onları da mücadelemizin çok büyük değerleri olarak, sadece zindan direnişinin değil, özgürlük mücadelesinin değerleri olarak hatırlamak önemlidir. Bu yönüyle onları da anarken, halkımızın da böyle yoldaşların direndiğinin, kafaları parçalanana kadar da özgürlük mücadelesinden, inançlarından vazgeçmediklerini bilmeleri gerekir.
Özcesi, Özgürlük Hareketi, Apocu hareket, PKK hareketi böyleydi. Böyle bir inanç hareketiydi. Bu vesileyle bunları da hatırlamak bizim için önemlidir.
ÖNDER APO’YA HERHANGİ BİR KİŞİ OLARAK YAKLAŞILARAK SÜRECİN GELİŞMESİ SAĞLANAMAZ
Avukatların Önder Apo ile görüşmesi aslında normal. Herhangi bir süreç ya da herhangi bir siyasi karar olarak görmemek gerekiyor. Ama yıllardır olmuyordu, böyle bir süreçte gerçekleşti. Bunu önemsemek lazım ama Önderlik’le görüşmeleri artık böyle ele almak doğru değil. Devlet Bahçeli, “örgütünü feshetsin; gelsin, mecliste konuşsun” dedi. Önderlik, PKK’nin fesih talimatını verdi, silahlı mücadelenin durdurulmasını istedi; biz de Önderliğin talimatları olarak gereklerini yerine getirdik. Ama Devlet Bahçeli’nin söylediği gerekler yerine gelmedi. Yerine gelmesi gerekiyordu. Biz nasıl gerekleri yerine getirdiysek, Devlet Bahçeli’nin de, AKP-MHP hükümetinin de yerine getirmesi, Önderliğin, umut hakkının gerçekleşmesi, özgür çalışır hale gelmesi gerekiyordu; bu olmadı. Eğer buna süreç diyeceksek, Devlet Bahçeli bunu söyleyerek böyle bir sürecin başlatılmasına zemin olduysa… Çünkü Devlet Bahçeli böyle bir açıklama yaptı; Önderlik de buna cevap verdi, üstüne düşeni yaptı.
“Kürt sorununu çözeceğiz, onlarca yıldır süren şiddet sorununu çözeceğiz” deniyor ama bu mücadelenin merkezinde olan Önder Apo’ya hâlâ tecrit uygulanıyor. Buna tecrit demek lazım.
Evet, görüşmeler oluyor; avukatlar gidiyor, bazen heyetler gidiyor ama bu böyle bir sürecin gelişmesini sağlayacak görüşmeler değildir.
Bu yönüyle bir yıl oldu. Ama Önder Apo’nun özgür ve serbest çalışma ve çeşitli kesimlerle görüşme durumu gerçekleşmedi. Bunu biz bu sürece doğru yaklaşılmadığı biçimde ele alıyoruz. Önder Apo herhangi bir kişi değil ki! Herhangi bir kişi olarak yaklaşılamaz. Ya da Önder Apo’ya herhangi bir kişi olarak yaklaşılarak bu sürecin gelişmesi sağlanamaz.
Eğer hükümet, AKP iktidarı, devlet, Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesini, Türkiye’de on yıllardır süren çatışma ortamını tümden sonlandırmak istiyorsa, bir daha geri dönülmez biçimde çözmek istiyorsa, o zaman Önder Apo’ya yaklaşımın değişmesi gerekiyor. Önder Apo da “benim konumumu doğru ele alalım” diyor. Önder Apo da kendisine yaklaşımdan memnun değil.
Böylelikle güven vermiyor. Önder Apo her türlü güven verici, gerçekten süreci geliştirmek isteyen yaklaşım gösterirken, AKP iktidarının böyle bir yaklaşım göstermemesi gerçekten kabul edilemez. Halkımız da dostlarımız da kabul etmiyor. Önder Apo’ya bu yaklaşımdan dolayı sürecin nasıl sonuçlanacağı konusunda bazı kesimlerde kaygılar oluşuyor. Sonra da diyorlar ki “süreç konusunda anket yapmışız; şu kadar destek var, şu kadar destek yok” ve benzeri şeyler söyleniyor. Siz bu sürecin önemli olduğunu gösterecek yaklaşım ortaya koymazsanız, tabii ki bu sürecin algılanmasında yetersiz yaklaşımlar ortaya çıkar. Bu açıdan bu yaklaşımın mutlaka değişmesi gerekiyor.
ÖNDERLİK İÇİN EYLEMLERİN DAHA FAZLA GELİŞTİRİLEMEMESİ BİR EKSİKLİK
Bilindiği gibi Önderliğe yönelik tecridin ortadan kalkması, Önderliğin özgürlüğü için bir “Önderliğe Özgürlük” kampanyası yürütülüyor. 10 Ekim’de başlatılmıştı, yıl dönümüne giriyoruz.
Tabii ki bu yıl dönümünde halkımız her yerde bu kampanyayı destekleyecek, bu kampanyayı güçlendirmek için eylemler yapacak. Zaten bu kampanyayı; Önderliğe Özgürlük hamlesini en başta da Avrupa’daki dostlarımız başlatmıştı ve önemli sonuçlar da almıştı, önemli etkide de bulunmuştu. Bu 10 Ekim’de de başta Avrupa olmak üzere birçok alanda Önderlik Özgürlük hamlesini destekleyecek eylemler yapılacak. Bu eylemlere güçlü katılmak gerekiyor. Bir eksiklik de, bu tür eylemlere katılımın yetersiz olması ya da Önderliğin özgürlüğünü isteyecek eylemlerin daha fazla geliştirilememesidir.
Evet, eylemler yapılıyor, mücadele ediliyor, Önder Apo’nun özgürlüğü için çaba gösteriliyor. Ama daha fazla gösterilmesi gerekiyor. Daha fazla gösterilmeli ki Önder Apo’nun özgürlüğü konusunda gelişmeler olsun. Bu konuda adımlar atılmasını sağlayalım. Bu yönüyle Önderliğin özgürlüğü de bir mücadele konusu, bir mücadele sorunudur. Kendiliğinden oluşacak bir durum değil.
Kürt halkının özgürlük mücadelesinde her adım, her gelişme mücadeleyle sağlanmış. Önderliğin özgürlüğü konusunda da yaratılacak gelişme mutlaka mücadele ile olacaktır. Bu bakımdan 10 Ekim’in yıl dönümünde halkımızı bu hamleye sahiplenmeye, bu hamleyi güçlendirecek eylemlere katılmaya çağırıyorum.
SÜRECİN AMACI NET, PROGRAMI NET OLMALI, BELİRSİZLİKLER ORTADAN KALDIRILMALI
Gelinen aşama konusunda net şeyler söylemek mümkün değil. Hatta meclis başkanları bile komisyona gidip konuşurken bu sürecin adının konulması gerektiği yönünde değerlendirmeler yaptılar. Yani bir süreç olacaksa bunun amacının daha net olması, programın net olması, neler yapılacağının kamuoyu tarafından bilinmesi, yani süreçle ilgili her türlü belirsizliğin ortadan kaldırılması gerekiyor. Evet, şimdi hâlâ komisyon var, iktidar hâlâ “biz süreci sahipleniyoruz, bu süreci kardeşlikle sonuçlandıracağız” diyor ama gerçekten çok elle tutulur adımlar atıldığını söyleyemeyiz. Ya da bu süreci etkileyen, bu süreci geliştiren adımlar atıldığını söyleyemeyiz.
Şimdi Önder Apo’nun attığı adımlar var, PKK’nin feshedilmesi var, silahlı mücadelenin durdurulması var. Bunun gündeme konulması, konuşulması gerekiyor. Bunun hakkının verilmesi, takdir edilmesi gerekiyor. Bunun karşısında iktidar hangi adımı attı? Bazı görüşmelerin olması, ciddi bir adım atıldığı anlamına gelmez.
Evet, olumlu görüyoruz, bir değişiklik görüyoruz; yani küçümsemiyoruz ama Özgürlük Hareketimizin attığı adımlarla karşılaştırıldığında, Önder Apo’nun çağrısıyla yaptıklarımız dikkate alındığında, devletin yaptıkları çok fazla önemli şeyler değil. Önemsiz demiyoruz ama ne demokratikleşme, ne Kürt sorununun çözümü konusunda, hatta ne de kamuoyunun bu süreci sahiplenmesi konusunda, gerekli şeylerin yapılmadığı açık.
Bu bakımdan evet, bir yıldır bir süreç var; çatışmalar durdu, toplumda da beklenti var. Evet, bir gelişme olmadı ama hâlâ beklenti devam ediyor. Hâlâ ne olacak, nasıl olacak; bu yönlü bir tartışma, bir beklenti var. Bu oluşmuş durumda. Yani bir yıl önceki veya iki yıl önceki çatışma durumu ya da o siyasi ortam, o gerilim yok. Siyasi ortamda belli bir yumuşama var. Yani en azından Kürt Özgürlük Hareketiyle devlet arasındaki çatışma konusunda bir yumuşama var.
CHP’YE YÖNELİMLER SÜRECİ SORGULATAN ŞEYLER
Tabii ki Türkiye’nin diğer sorunları konusunda gerçekten ciddi kaygılar taşınacak durumlar var. İşte CHP’nin belediyelerine kayyum atanması, tutuklamalar süreci gerçekten sorgulatan şeyler. Biz süreci geliştirmek istiyoruz. Bu konuda biz de kararlıyız, Önder Apo da kararlı. Ama CHP’ye böyle bu tür şeyler yapıldığında, tabii ki ister istemez çeşitli çevreler sorguluyor. “Bir yılın sonunda durum nedir” derken, bunu da belirtmek gerekiyor.
Bu bir yılın sonunda şunu söylemek lazım: Biz önemli adımlar attık. Bunun etkileri oluyor, olacak. Kesinlikle olacak. Önder Apo’nun düşünceleri kamuoyuna yansıdı. Değerlendirmeleri, çözüm yaklaşımları kamuoyuna yansıdı. Bu yönüyle Önder Apo’nun, PKK’nin demokratikleşme konusunda, Kürt sorununun çözümü konusunda çok önemli görüşlere, projelere sahip olduğu konusunda toplumda da önemli bir algı gelişti. Önemli bir yani sahiplenme, değer verme gelişti. Bunlar önemli.
BAHÇELİ’NİN SÖZLERİ ORTADA KALDI, BİR ADIM ATILMADI
Orta Doğu’yu da kısmen etkiledi. Yani hâlâ bu süreç takip ediliyor, her yerde takip ediliyor. Böyle bir etkisi hâlâ var. Hâlâ “ne olacak bu sürecin sonu” diye bir beklenti, bir takip de tabii önemli bir düzeyde var. Ama gelinen bir yıllık süreçte çok önemli gelişmelerin olduğunu da söyleyemeyiz. Bu konuda gerçekten ciddi sorunlar var. Yani bir yıl içinde atılması gereken adımlar vardı; atılmadı.
Bir yıl az bir zaman değil. Bu tür sorunların çözümünde zaman çok değerlidir. Hatta çeşitli çevreler değerlendiriyor ya; işte “zamanında çözülmezse provokasyonlar olur, şöyle olumsuz durumlar olur, süreç zehirlenir” gibi değerlendirmeleri var ve bunlar doğrudur.
Ve en başta bir daha belirteyim. Bu süreçte Devlet Bahçeli’nin söylediklerinin gerçekleşmesi gerekiyordu. Bunlar da gerçekleşmedi. Bu ne demektir? Başta söylenenler gerçekleşmedi. Hâlâ ilk sözleri, belirtikleri ortada kaldı. Bu yönüyle, bir yılın sonunda isterdik ki daha önemli gelişmeler olsun. Bunu istedik, arzuladık.
BİZ BİR YIL İÇİNDE ÜZERİMİZE DÜŞENİ ÖNEMLİ ORANDA YAPTIK
Bu yönde çağrılarımız da oldu ama hükümet ve devlet tarafından bu tür adımlar atılmadı. Bu da ister istemez, “gerçekten devlet bu sorunu çözmek istiyor mu” biçiminde bizde bazı soru işaretleri ortaya çıkarıyor. Ama biz yine de bu sürecin başarılı olması için çaba gösteriyoruz. Yaklaşımımız öyledir yani. Biz partiyi feshettik. Evet feshettik. Çünkü Önder Apo’nun da ortaya koyduğu gibi, artık bu partinin feshedilmesi gerekiyor.
Diğer taraftan Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bıraktık. Bunu sözde, laf olsun diye de yapmadık. Buna inanarak yaptık. Demokratik siyasetin, Türkiye’nin demokratikleşmesinin en doğru yolu olduğunu, siyasal mücadelenin en doğru zemininin o olacağını düşünerek bunları yaptık.
Bu bakımdan biz bu bir yıl içinde üstümüze düşeni önemli oranda yaptık. Bunu özellikle belirtmek istiyorum.
MECLİS’İN BUNDAN SONRA DEMOKRATİKLEŞME YASALARINI HAZIRLAMASI GEREKİYOR
Meclis önemli bir kurum. Böyle bir devasa sorunu, yüzyıllık sorunu meclis çözebilir. Meclisin katılımıyla çözülecektir bu sorun. Onun için Önderlik 2012’de de 13-14 yıllarında da sürekli, “meclis devreye girsin, mecliste bir komisyon kurulsun, bu konu üzerinde yoğunlaşsın, çözüm için öneriler ortaya koysun, projeler ortaya koysun” dedi. Sorunun meclis tarafından çözülmesi Önder Apo’nun özellikle isteğiydi. Çünkü Türkiye halkını temsil eden bir organ, seçimle geliyor. Gerçekten meclisi önemsiyoruz. Zaten bir süre önce meclis başkanları geldi, komisyonda konuştu. Bunlar eredeyse 50 yıla yakındır Türkiye halkını temsil eden meclisin başkanlarıydı. Bunlar olumlu konuştular. “Türkiye’nin böyle bir sorunu çözmeye ihtiyacı var” dediler. Böyle bir sorunun çözülmesi gerektiğini vurguladılar. Bu aynı zamanda aslında toplumun iradesi, toplumun isteği oluyor.
Tabii ki meclisin devreye girmesi lazım. Evet, meclis bir komisyon kurdu. Evet, bu komisyonun bu tartışmalardan, bu konuşmalardan, bu dinlemelerden sonra belli yasaları hazırlaması gerekiyor. En azından demokratikleşme yasalarının hazırlanması gerekiyor.
Şu anda Türkiye’de gerçekten bir demokratik ortam yok. Demokratik bir siyasal ortamdan söz edemiyoruz. Ama bu süreçle birlikte demokratikleşmenin gelişmesini arzuluyoruz.
Şimdi meclis tabii ki devreye girecek. Zaten “bazı yasalar hazırlayacağız” dedi Numan Kurtulmuş. Evet bazı yasaları sanki tartışıyorlar, gündeme getirecekler. Fakat meclis bu konuda nasıl bir yasa hazırlayacak? Bu da önemlidir. Şimdi sorun sadece “silah elinde olanların durumu ne olacak” şeklinde ele alınırsa, bu yanlış. Bu, sorunu çözmez.
TERÖRLE MÜCADELE YASASININ KALDIRILMASI GEREKİYOR
Silahlar yakıldı, silahlı mücadele bırakıldığı da ortaya konuldu. Evet, Türkiye’de demokratik siyaset yapma iradesi de ortaya konuldu. Evet, bu irademiz var. Peki bu nasıl olacak? Terörle Mücadele Kanunu kalkmadığı takdirde; diyelim buradan gidildi Türkiye’ye; tamam adli ceza vermediler ama bir hafta sonra hepsi cezaevine girer. Çünkü mevcut terörle mücadele yasası, hemen herkesi cezaevine atar. Sadece terörle mücadele yasası değil, başka yasalar da var. Önderlik buna “demokratik toplum yasaları” dedi, “özgürlük yasaları” dedi. Şimdi işte “geçiş yasaları” deniyor. Bu bakımdan “silahlarını bırakıp gelsinler” diye düşündüklerini kategoriye de ayırıyorlar. Zaten kategoriye ayrılması kabul edilemez. Ama böyle bir yasayla sorun çözülmez.
Silahı bırakanların Türkiye’ye gitmesi… İşte “mahkeme bırakacakmış! Peki bırakacak da, nasıl bir Türkiye’ye bırakacak? Bu önemli yoksa niye silahlarını bırakıp gidecekler Türkiye’ye? Bu bakımdan terörle mücadele yasasının kaldırılması gerekiyor, başka demokratik yasaların ortaya çıkması gerekiyor. Yani demokratik siyasetin yapılacağı bir ortamın gerçekleşmesi gerekiyor. Öyle olursa 100 yıllık sorun çözülür. Öyle olursa herkes rahatlıkla Türkiye’ye döner.
KAMUOYUNU ALDATMA DURUMU OLMAMALI
Bu dağdakiler silahtan sıkılmış da silahını bırakıp gidecek! Böyle bir şey yok! Silah bırakmayı şunun için ortaya koydular, silahı şunun için yaktılar: Biz silahı yaktık, silahla mücadeleyi bırakıyoruz; Türkiye de bunun gereğini yapsın. Bizim demokratik siyasete katılmamızın gereğini yapsın. Ne yapsın? Demokratikleşme adımları atsın. Bu önemli. Yoksa sadece bir yasa çıkacak, gelirlerse cezayı giymeyecekler. Böyle bir şey olamaz. Sadece bununla sınırlı bir yasa ile sorun çözülemez. Sorunu çözdük, denilemez. Böyle bir yasa çıkarıp sonra da “bak, biz yasa çıkardık; gelsinler. Gelmiyorlarsa bilmem işte siyasi mücadele içine girmiyorlar, demokratik siyaset içine girmiyorlar” denilemez.
Bu bakımdan bu konunun gerçekten iyi tartışılması lazım. Demokratik siyasal alanın da doğru yaklaşması lazım. Sorun sadece birilerinin gelip silah bırakması değildir. Ya da şu da değil: “Biz başından beri mücadeledeyiz; tamam gelin Türkiye’ye. Gelin, ceza verilmeyecek”. Tamam geldik de, bir süre sonra yine cezaevine atarsın. Çünkü sorunu çözmemişsin. Biz de bu sorunu demokratik siyasal yollardan çözmek isteyeceğiz. Demokratikleşmeden söz edeceğiz. Bizim tutumumuz, sözlerimiz ya da örgütlenme biçimimiz ne olacak? Suç sayılacak! Bu bakımdan kamuoyunu aldatma durumu olmamalı. “Bakın biz yasa çıkarıyoruz; silahlarını bırakıp gelsinler! Bu doğru bir yaklaşım değil.
Demokratik entegrasyondan söz ediyoruz. Demokratik entegrasyon nedir? Yani Kürtler yüz yıldır bu cumhuriyetle bütünleşmediler. Cumhuriyetten ayrı kaldılar, itiraz ettiler bu cumhuriyete. Bu kanunlara, bu uygulamalara itiraz ettiler. Böylelikle yani Türkiye’de cumhuriyetle bir entegrasyon olmadı. Yani bir ortaklaşma, ortak değerler üzerinde birleşme olmadı.
Entegrasyon farklı güçlerin bütünleşmesi, ortaklaşmasıdır yani. Demokratik entegrasyon yasaları derken, yüz yıldır dışlanan ya da mevcut cumhuriyetten rahatsız olan, mevcut cumhuriyet uygulamalarını, yaklaşımlarını, politikalarını kabul etmeyen Kürtlerin demokratik yasalarla, demokratik entegrasyon yasalarıyla Türkiye Cumhuriyeti’yle bütünleşmesi olacak. Yoksa bu entegrasyon gerçekleşmez.
Yüz yıldır Kürtler tutumunu ortaya koydu. Yani “kimliğim, varlığım, ana dilde eğitimim kabul edilmediği takdirde ben bütünleşmem” diyor. yani. Ve bu redde, bu inkâra karşı mücadele ediyor.
1 EKİM’DE AÇILACAK MECLİSİN ÇIKACAK YASALARI DOĞRU YÖNLENDİRMESİ LAZIM
Bu açıdan 1 Ekim’de meclis açılacak; o zaman bu konunun çok iyi tartışılması lazım. Bir yasa çıkarılacaksa önünün arkasının düşünülmesi lazım. Öyle kurnazca yaklaşımların olmaması lazım. Ciddi ve samimi olunması lazım. Biz diyoruz ki, Türkiye ile demokratik entegrasyonun içine gireceğiz. Kürtleri böyle bir Türkiye ile bütünleşme projesi içine koymak istiyoruz. O zaman niye Kürtleri zayıflatacaksın? Niye bizi zayıflatacaksın? Biz demokratik entegrasyon içinde olacaksak, o zaman bu Türkiye’nin parçası olacağız, bu demokratik cumhuriyet içinde olacağız. O zaman varlığımız, Kürtlerin varlığı demokratik cumhuriyeti güçlendirecek. O zaman “niyetin ne” diye tabii ki ister istemez sorgularız yani.
Bu yönüyle 1 Ekim’de açılacak meclis yasalar çıkaracaksa… Çünkü meclis tartışacak, meclisin gündemine girecek. Bu sorun Türkiye’nin en temel sorunuysa, tabii ki meclisin gündemine girecek. O zaman meclisin de doğru yaklaşması lazım. Demokratik siyasal alanın da çıkacak yasaları doğru yönlendiren, yasaların nasıl olması gerektiğini ortaya koyan bir yaklaşım içinde olması gerekiyor.
SORUN AMEDSPOR DEĞİL; KÜRTLERE, KÜRTÇEYE VERİLEN CEZADIR
Amedspor’a Kürtçe slogan nedeniyle ceza verilmesini duyduğumuzda şaşırdık. Hem de böyle bir ortamda… İşte Kürt sorunu tartışılıyor, süreç var deniliyor ama bir takımın Kürtçe reklam alması ceza konusu yapılıyor. Bu açıktan Kürtçeye karşı bir yaklaşımdır. Bu, aslında Kürt halkına karşı bir yaklaşımdır. Kürt halkının varlığı Kürtçe ile somutlaşıyor. Bir halk diliyle anılır.
Yakın zamanda da komisyonda anneler konuşuyor, konuşturulmuyor.
Diyarbakır Baro Başkanı “işte Kürt sorunu budur” dedi. Gerçekten de Kürt sorunu budur. Böyle zihniyet olabilir mi? Amedspor bu reklamı -sponsorunun reklamıdır- almak için başvurmuş da. Buna rağmen böyle bir ceza verilmesi Amedspor’a verilen ceza değildir bu. Bu bütün Kürt halkına verilen cezadır. Kürtlere verilen ceza, Kürtçe’ye verilen cezadır. Sorun Amedspor değildir. Herhalde İngilizce yazsalardı hiç tınmazlardı. Bu bakımdan çok ciddi bir durumdur. Düşündürücü bir durumdur. Tabii ki buna halkımız tepki duymalı. Kürdistan’daki 16 baronun açıklama yapması, tepki duyması gerçekten değerli. Bütün Kürt halkı tepki duymalı. Böyle olabilir mi? Yürüyüşler yapılmalı, protestolar yapılmalı; bu kabul edilmemelidir. Ve bu tutumu, bu yaklaşımı şiddetle kınıyoruz.
ÖNDER APO’NUN DURUMUNUN KESİNLİKLE NETLEŞMESİ GEREKİYOR
Numan Kurtulmuş, Önder Apo ile görüşmeye dair “gündemimize gelmedi” diyor. Böyle olabilir mi? Tarafları yok mu? Kürtler bir taraf değil mi? Yani Kürt sorunu çözülmeyecek mi? Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne demokratik entegrasyonu olmayacak mı? Ya da hedeflenen bu değil mi? O zaman bu sorunun merkezinde olan Önder Apo’yla görüşmeme ne oluyor? Önceden görüşülecek gibi değerlendirmeler yapıldı. Hatta MHP’li birisi de “görüşebilir” dedi. Kürt toplumunun beklentisi bu. “Türkiye’nin hassasiyetleri” deniyor. E Kürtlerin de hassasiyeti var. Kürtler, özellikle Önder Apo’yla bu komisyonun görüşmesini istiyor. Bu açıdan Önder Apo’yla görüşme konusu önemli bir konu. Herhangi bir konu değil. Hatta sürece ne kadar samimi yaklaşılıp yaklaşılmadığının ölçüsüdür.
Şu ayrı: Biz bu sürecin gelişmesi için üzerimize düşen ne olursa yapmaya çalışırız. Bazı adımlar da atabiliriz ama artık bundan sonraki süreci Önder Apo’nun yönetmesi, yönlendirmesi gerekiyor. Önder Apo’nun özgür olması gerekiyor. Daha önce de söyledik. Bizim yapacağımız fazla bir şey yok. Evet, yapacağımız bazı sınırlı şeyler var ama ötesi yok. Bu bakımdan artık Türk devletinin adımlar atması gerekiyor. Bazı somut adımları görmemiz gerekiyor. Önder Apo’ya yaklaşımın değişmesi gerekiyor. Önder Apo’nun muhatap alınması gerekiyor. Önder Apo’nun konumu herhangi bir konum değildir.
Önder Apo’ya doğru yaklaşılmazsa, daha doğrusu Önder Apo’nun mevcut konumu değişmezse bu süreci nasıl geliştireceğiz, nasıl yürüteceğiz? Bu açıdan ölçüdür. Bilmem, devlet yetkililerinden bazıları, bizim silahlı mücadeleyi bırakıp bırakmadığımız konusunda kendine göre sorgulama yapıyormuş. Biz Türk devletine karşı, Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bıraktığımızı açıkça söyledik. Bu konuda hiçbir tereddüde yer verilemez. Bu konularda adımlar da attık. O zaman Türk devletinin de adımlar atması gerekiyor. En başta Önder Apo’nun durumunun kesinlikle netleşmesi gerekiyor. Kısa sürede, zamana yayılmaması gerekiyor.
İKİNCİ YILDA SÜREÇ HIZLANACAKSA MUHATABA SAMİMİ YAKLAŞIM OLMALI
İkinci yılında yeni bir sürece girilecekse, ikinci yılda Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi hızlanacaksa, bunda muhatap kimse, ona samimi yaklaşacaksın. Bu sorun muhatapsız bir sorun değil. Sadece Türk devletinin veya hükümetin, “ben şöyle dedim, şöyle olsun” demesiyle çözülecek bir sorun değildir.
Bu bakımdan bizden bazı şeyler bekleniyor. Böyle bir yaklaşım var. Bizim tabii ki makul olacak şeyler konusunda herhangi bir katı bir yaklaşımımız yok. Ama Türk devletinin de kesin bazı adımlar atması gerekiyor. Tek taraflı adımlar olmaz. Hep bizden “şunu üstlenecek, şunu üstlenecek” olmaz.
Kaldı ki, bizim isteyeceklerimiz, Türkiye’nin hayrına şeylerdir. Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından, Türkiye’nin rahatlaması açısından istenilen şeylerdir. Türkiye’yi zayıflatacak, Türkiye’yi güçsüzleştirecek, Türkiye’yi bölecek, parçalayacak şeyler istenmiyor. Talepler, o yönlü talepler değildir. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik bir çözümü talepleridir. Bunu da en iyi biçimde yönetecek, yönlendirecek, pratikleştirecek Önder Apo’dur. Bu bakımdan, şu anda Önder Apo’ya yaklaşım yetersizdir, yanlıştır. Bazı görüşmeler oluyor, gidip geliniyor ama böyle olmaz yani. Bununla sınırlı bir yaklaşım, Önder Apo’ya doğru yaklaşım değildir. Halkımız da böyle düşünüyor, biz de böyle düşünüyoruz. Bu bakımdan bırakalım görüşüp görüşmemeyi, mutlaka görüşmeleri gerekiyor, ötesinin olması gerekiyor.
Diyelim bir yasa çıkaracaklar, şu kişiler bu kişiler bıraksın gelsin silahı, yaşama katılsın. Şimdi böyle bir yasa Önder Apo’yu dışlayabilir mi? Önder Apo’nun konumunu ortaya koymadan çıkacak yasa ne anlama gelir? Evet, örgüt yönetiminin de durumu ortaya koymayan, netleştirmeyen, kategorileştiren, dışlayan bir yasanın anlamı yoktur. Önderliği içermeyen bir yasanın da hiçbir anlamı yoktur yani. Bunu da özellikle belirtmek istiyorum.
MUSA ANTER MÜCADELEMİZE İNANAN GERÇEK BİR YURTSEVERDİ
Musa Anter’i saygıyla minnetle anıyorum. Biz cezaevinden yeni çıkmıştık o zaman, 1992’de. Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara’ya gittik. Ankara’da o sırada DEP veya HEP kongresi vardı. Ben gittim kongreye; kongredekilerle selamlaşmak istedim. Musa Anter de kongrede en ön sırada Önder Apo’nun annesi Üvey Ana’yla birlikte oturuyordu. Üvey Ana’nın ellerini öptüm, Musa Anter’le sohbet yaptım. Böyle yarım saat kadar onlarla sohbet yaptım. Çok coşkulu bir sohbetti Musa Anter’le yaptığımız sohbet. Ben yarım saat, kırk beş dakika kaldım, çıktım. İki gün sonra Musa Anter oradan çıkıyor, Amed’e gidiyor ve şehit düşüyor.
Bizim mücadelemize inanan, bunun başarılı olacağına inanan bir yurtseverdi. Bir yurtsever demokrattı. Musa Anter gerçekten gerçek bir yurtseverdi. Hatta “Mehmet Ali Birand, Önder Apo’yla gidip röportaj yapmıştı, Önder Apo da futbol falan oynamıştı; çok güzel” diyordu. Bu kadar ağır siyasi ortam arasında böyle spor etkinliği yapılması çok çok iyidir. O şeyini daha da verimli kılar gibisinden… Önder Apo üzerine de yazılar, makaleler yazmıştı. Gerçek yurtseverdi. Önder Apo da, 1971’de sanırım, Musa Anter’le tanışmış. 70 ya da 71’de, İstanbul’da. O anılarını da hatırlıyor. Musa Anter’in gerçek bir yurtsever olduğunu böyle ortaya koyuyor.
Gerçekten de duygusuyla, düşüncesiyle, duruşuyla böyle mevcut soykırımcı sömürgeciliği kabul etmeyen, buna karşı mücadele isteğiyle dolu olan bir insandı. O bakımdan Önder Apo değerlendirdi, çok önem verdi, takdir etti Musa Anter’in yaşamını ve mücadelesini.
BASINIMIZ MUSA ANTER’İ KENDİ ÖNCÜSÜ OLARAK GÖRÜYOR
Bütün basınımız da zaten Musa Anter’e sahip çıkıyor. Musa Anter’i de kendi öncüsü olarak görüyor. Evet, Kürt basıncılarımızın da böyle değerli bir aydın, yazar, yurtsever, demokrat, onun izinde, onun özlemlerini gerçekleştiren bir tutum içinde olmaları lazım. Yani basıncılık yaparken güçlü yurtsever duygularla basıncılık yapmak lazım. Böyle çok teknik, mekanik bir basıncılık olmaz.
Yani, ancak güçlü yurtseverlik duygularıyla, devrimci duygularla, halkın özlemlerini, Kürt halkının özgürlük tutkusunu yaşayarak basıncılık yapılırsa doğru basıncılık yapılır. Yapılıyor da. Bu yönlü çok değerli şehitlerimiz var. Ben de basında çalışan tüm arkadaşlarımızı Musa Anter ve Gurbetelli Ersöz izinde çalışmalarını ve bu mücadeleye katkılarını bu düzeyde sunmaları isteğinde bulunuyorum.
KUZEY VE DOĞU SURİYE, SURİYE’DEKİ İSTİKRARIN TEMELİDİR
Kuzey ve Doğu Suriye, oradaki özel yönetim Suriye’deki istikrarın temelidir. En istikrarlı bölgedir. Yani toplumsal yapısıyla da, zihniyetiyle de en istikrarlı alandır. Suriye’nin de istikrarını sağlayabilir. Böyle bir modeldir. Araplar, Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, herkes demokratik bir anlayışla ortak yaşıyorlar. Birbirlerine saldırmıyorlar, kavga etmiyorlar. Araplar ve Kürtler yıllardır kardeşçe yaşıyorlar. Süryaniler, Araplarla, Kürtlerle kardeşçe yaşıyorlar. Ne inançlarından dolayı ne de etnik kimliklerinden dolayı kimse kimseye düşman değil. Bundan daha değerli bir şey olabilir mi?
Şimdi bu sabote edilmek isteniyor. Şu açık: Kuzey ve Doğu Suriye’ye, Özerk Yönetim’e saldırı, Suriye’yi istikrarsızlığa götürür. Suriye o zaman tehlikeli bir mecraya girer. Kuzey ve Doğu Suriye’deki yönetim 20 bin civarında şehit vermiş. Bunların önemli bölümü de Arap’tır, Arap gençlerdir. DAİŞ’e karşı savaşta şehit düşmüşler. Yine on binlerce yaralı var, gazi var.
Şimdi böyle bir yere bu tür saldırılar yapmak, açıkça “ben Suriye’yi istikrarsızlaştıracağım, Suriye’yi karıştıracağım” demektir. Evet Suriye’de hâlâ tam istikrar olmamış. “Bunu daha da alevlendireceğim” demektir. Herhalde Kuzey ve Doğu Suriye teslim olacak değildir. On binlerce şehidi olan teslim olur mu? Direnir; sonuna kadar direnir.
TÜRKİYE SURİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİNİ İSTİYOR MU, İSTEMİYOR MU?
Bu bakımdan Türk devletinin oradaki politikası da yanlış, Şam’ın politikası da yanlış. Türk devletinin oradaki Özerk Yönetim’e sahip çıkması lazım. Suriye’nin demokratikleşmesini istemiyor mu? Türkiye Suriye’nin demokratikleşmesini istiyor mu, istemiyor mu? Suriye’nin demokratikleşmesi de Kuzey ve Doğu Suriye ile Şam’ın uzlaşmasıyla olur. Uzlaşma derken, Kuzey ve Doğu Suriye Şam’a teslim olamaz. Bırakalım diğerlerini, Kuzey ve Doğu Suriye’deki kadınlar, Şam’ın kadın politikasını kabul etmez.
Bu bakımdan Türk devleti doğru politika izlemeli. Kuzey ve Doğu Suriye ile Şam’ın demokratik temelde uzlaşması gerekir. Oraya da demokratik entegrasyon diyelim. Şam da demokratik entegrasyon yasalarını çıkararak Kuzey ve Doğu Suriye’nin genel Suriye ile demokratik temelde bütünleşmesini sağlamalı. Türk devleti de bu konuda yardımcı olmalı, tehdit etmemeli.
10 Mart Anlaşması diyor. 10 Mart Anlaşması, Kuzey ve Doğu Suriye’nin gidip Şam’a şartsız koşulsuz katılması değildir. Öyle olsaydı zaten mazbata imzalamazdı. Niye imzaladı? 20 bin şehit vermiş, on binlerce gazi vermiş. Bir askeri gücün komutanı gider, Türkiye’nin düşündüğü gibi anlaşmaya imza atar mı? O imzayı Türkiye kendine göre yorumluyor, Şam kendine göre yorumluyor. Öyle olmaz ki! O imza, bir nevi Suriye’ye ortak yönetim imzasıdır. Öyle anlamak lazım. Öyle anlaşılmıyor. Şimdi deniliyor, “gel, katıl, kabul et”. Öyle olmaz.
Seçimle seçilmiş bir yönetim mi var? Hangi seçimle gelmiş? Tamam, askeri güçle geldi, Şam’ı devirdi. Tamam, Şam’ın devrilmesi iyidir. Fakat sonrası? Bu sefer sakallı Baas ortaya çıktı yani. Eski Baas gitti, sakallı Baas geldi.
Bu bakımdan Türkiye’nin politikalarını değiştirmesi gerekir. Biz şu ana kadar izlenen politikaları doğru bulmuyoruz. Ne Suriye’ye ne Türkiye’ye faydası olur. Savaşa karşı çıkıyorlar, işte Erdoğan da gidip savaş karşıtlığı yapıyor, bilmem “Gazze’de savaş olmasın” diyor. Bunları diyorsan e niye Suriye’de savaş kışkırtıcılığı yapılıyor? Doğru yaklaşımlar değildir. Bu tür yaklaşımların bırakılması gerekir.
BM, İLKELERİN OLMADIĞI, BİRİLERİNİN GELİP ŞOV YAPTIĞI BİR YER HALİNE GELDİ
Erdoğan-Trump görüşmesi oldu; birbirlerini övdüler. Bu kadar birbirini övmek demek, aslında bir güvensizliğin göstergesi. Böyle birbirleriyle de çok uyuştuğunu söyleyemeyiz. Demek ki çok anlaşmazlıklar var; yani çözemedikleri sorunlar var. Bu bakımdan o kadar birbirlerine övgü düzüyorlar. Kaldı ki bir gün sonra mıydı ne, Trump dedi ya, “ben yedi savaşı bitirdim”. Erdoğan, “Nerde bitirmiş? Öyle bir şey yok” dedi.
Tabii Türkiye’nin beklentisi şöyle. Erdoğan’la Trump anlaşsın, işte Suriye’ye şöyle yapılsın, Suriye’de Kürtlerin üzerine gidilsin. Yani bir nevi Erdoğan-Trump görüşmesinden beklenen, yine Türkiye’nin Türkiye’de ya da dışarıda Kürtler üzerine gitmesi. Ya da ABD’nin, Türkiye’nin yanlış Kürt politikasına destek vermesi gibi bir beklentileri vardı.
Bunların ne kadar olup olmadığını bilmiyoruz ama olduğunu düşünmüyoruz. Çünkü bu, Suriye’yi istikrarsızlaştırır. Suriye’nin istikrarsızlaşmasını sanmıyorum ki ABD de, başka ülkeler de istesin. Fakat bazı konularda eskisinden daha olumlu şeylerin olduğu ya da bazı olumlu anlaşmalar yaptıkları söylenebilir. Ama bu böyle yansıtıldığı gibi “çok olumlu, Türkiye’ye çok şey kazandırdı” gibi değerlendirmeler, abartılı değerlendirmelerdir. Daha çok da yandaş basının değerlendirmeleridir. Öyle yaklaşmamak lazım.
Öte yandan Şara gitti, konuştu. Şara kimdir? Daha düne kadar terörist deniliyordu. İşte Alevilere yaptıkları ortada, Suriye’de de Dürzilere yaptıkları ortada. Her gün Kürtleri tehdit ediyorlar. Böyle birisi gitti, Birleşmiş Milletler’de konuştu. Aslında bu çok ilkesel bir durum değil; çok politik bir şey. Hiçbir ilkeye sığmayan bir yaklaşımla Şara’yı Birleşmiş Milletler’e çağırdılar. Evet, Suriye bir devletse, onun başkanı da Birleşmiş Milletler’de konuşabilir. Ama geçmişte konuşturmadılar; Esad gidemedi yani. Şara, şu anda hâlâ gerçekten devlete hâkim mi? Oradaki halkları temsil ediyor mu? Evet, Şam adına gitti ama Suriye’yi ne kadar temsil ediyor? Gerçekten bunlar sorunlu.
Ama bu yönüyle bu Birleşmiş Milletler toplantısı, aslında bir şova dönüştü. İlkelerin olmadığı, birilerinin gelip şov yaptığı bir yer haline geldi. Birleşmiş Milletler’in böyle olmaması lazım. Birleşmiş Milletler birçok bakımdan işlevsizleşti. Zaten Trump, Birleşmiş Milletler’e gitti, konuştu; Birleşmiş Milletler’i eleştirdi. Şunu bile söyledi: “İklim krizi nedir? Bu uydurmadır” dedi. Birleşmiş Milletler’in geldiği hale bakın! Dünyanın en büyük askeri, siyasi gücü, ekonomik gücü olan devlet, kalkıp dünyanın en temel sorunu olan, insanlığın sorunu olan iklim konusunda “uydurma” diyor. Bu bile sorunlara nasıl yaklaşıldığını ortaya koyuyor.
Bu bakımdan, bu Birleşmiş Milletler’deki durum herhalde insanlığa çok umut vermedi. Yani biz Türkiye’nin, Erdoğan ile Trump’ın görüşmesinde de çok fazla sonuç çıktığını düşünmüyoruz. Ama Biden zamanında çok gerilimliydi. Şimdi artık o gerilimden biraz çıktılar. Artık konuşur, bundan sonra daha tartışılır hale geldiler. Herhalde bir gelişme olduysa bu yönlü olduğu söylenebilir.”



