HABER MERKEZİ- Sozdar Roni’nin Kaleminden
DÖNÜŞÜMÜN NERESİNDEYİZ?
“Gelişmeleri tarihsel akışı içinde ele alarak kapitalist zihniyetteki akılcılığı anlamaya çalışalım. Batı gerçeğine göre akıl, erkek endekslidir. Mantıklı olma, kadına layık görülen bir durum değildir. Bu akıl tanımları egemen zihniyet gerçeğini yansıtıyor. Akıl, bilmenin üzerindeki tahakkümdür. Bu yüzden ahlak, gayri rasyoneldir. Bireye yol gösteren kâr, kazanç için gerekli olan rasyonelliktir. Akılcılığın gazabına uğrayan bilimsel düşünceyi sadece Avrupa’daki çıkışıyla ele alamayız. Gerçekten de bilimsel düşüncenin kökeni nerede başladı?
Bilmek, insanın binlerce yıllık bir arayışıdır. Ham bilgiden bilimsel bilgiye geçiş insan için çok önemli bir aşamayı oluşturur. Bilmedeki gelişmeyi bilimsellik olarak değerlendirmek mümkündür. Eski Yunan ve Akdeniz’de MÖ 4. yüzyılda bilimsel düşünceler atılım yapar. Bilimsel düşünce kendisini etrafındaki maddeye, dünyaya, evrene rasyonel sorular sorup cevabını aramayla başlar. Zamanla bilim, insanlara doğanın düzenini açıklarken bu açıklamalar gitgide politik düzen üzerinde etkiler yaratmaya başlar. Böylece bilim insanları her ikisi arasında güçlü bir rol oynamaya başlarlar. Aristo “insan politik bir hayvandır” derken bu yansımayı dile getirir.
Bu süreçte bilim adına birçok veri doğudan batıya taşınır. Bunun altında yatan en önemli etken iktidar tahtını güçlendirmektir. Bunun yanı sıra bilim insanlarının birbiriyle alışverişleri de doğu-batı arasında gelişir. Roma İmparatorluğu bu bakımdan doğunun icat ve teknik gelişimlerini ele geçirmenin kıymetinin farkındadır. Mısır’ın fethi aslında Roma’ya taşınan bilimsel gelişmenin gücünü elinde tutmak anlamına gelir. Sezar’ın kendini toplum üstünde bir güç olarak görmesinin, daha doğrusu tanrısallaşmasının en önemli nedeni de bunlardır. Artık bilim insanları için iktidar karşıtı olma gibi bir durum da söz konusudur.
MÖ 4. yüzyılda Demokritos’un öğrencisi olan Epikuros’a bakarak anlamaya çalışalım. Akılcılığın en çok istismarına uğrayarak iktidarın gözü haline gelen bilimsel yürüyüşe karşı durma noktasında önemli bir yere sahiptir.
Dönüşümün neresindeyiz? diye sormak tam da bu noktada önemlidir. Kapitalist modernite sistemi dünyanın her yerinde genç kadınları kölelik sınırlarına çekmek ve orada tutmak için büyük bir saldırı içindedir. Bunu en çok da Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’ne, yine kadın özgürlük felsefesinin büyük kuramcısı Rêber Apo’ya karşı saldırarak yapmaktadır. Onu İmralı Adası’nda gözden ırak kılıp özgürlük ve kadın hareketine saldırırken, diğer yandan da aile ilişkilerini, aşiret ilişkilerini, cinsiyetçiliği, çıkarlar uğruna düşmanla ve gericilikle ilişkilenmeyi hem kadın hem de Kürt toplumu olarak edindiğimiz özgürlük kazanımlarına dayatmaktadır.
Bu nedenle de bin bir bedelle ortaya çıkarılan özgürlük ilke, ölçü ve örgütlenmelerinin her alanda kolektif bir biçimde açığa çıkaracağı kararlaşmalar yerine; gerici, bireyci, popülist söylemler bir baskı unsuru olarak dayatılarak ortaya çıkarılan özgürlük alanları daraltılmaya çalışılmaktadır.
İnsan, toplumsal olduğu kadar vardır. Akıl da öyledir, yani toplumsal olan akıldır. Bunun karşısındaki nedir? Bireyciliktir. Bunu kim geliştiriyor? Kapitalist sistem geliştiriyor. Kaynağı nedir? Liberalizmdir. Peki, neye hitap ediyor? Duyguya, düşünceye. Yani insanın o yönlerine hitap ederek kendisine kazandırıyor. İnsanı bireycileştiren veya toplumsallaştıran da yine duygu ve düşünceleridir. Kapitalizm de bunlar üzerinde kendisini inşa ediyor.
Önderlik; “toplumsal gerçeklikler, inşa edilmiş gerçekliklerdir” diye belirtmektedir. Bunları da sistem inşa etmekte ve bu inşaları kapitalizm kendi hizmetine almaktadır. İstanbul’dan bir örnek vermek istiyorum: Bir alışveriş merkezinde yürüyen merdivene “artık sen yürüme; biz seni yürütürüz” diyorlar. Bu sistemi tanımlamak için iyi bir örnektir. Yani kapitalist sistem insanı hantallaştırıyor, emeksiz hâle getiriyor. Emek önemli bir kavramdır. İnsanları emeksizleştirerek onun birçok değerini yok ediyor ve öldürüyor.
Bilim ve teknik ile bunu geliştiriyor. Duygulara da bu anlamda kendisi müdahale ederek yön verebiliyor. Popüler kültür, arabesk kültür ile böylesi yapay duygular geliştirebiliyor. Kapitalizm bireye ve topluma müdahale etmektedir: “Sen düşünme, ben senin için düşünürüm. Sen duygulanma, ben senin için duygu yaratırım. Sen ağlama, ben senin için ağlarım.” Yani yaşadıklarına karşı çıkma, çelişki yaşama ve tepki gösterme yönünü öldürüyor. Bunlar duygusal zekâ ile bağlantılıdır. Yaşam giderek sanallaşıyor ve ayakta ölüm gerçekleşiyor. Yani beden var, ruh yok. İnsanlığın ruhuna bir müdahale söz konusudur.
Sanatçı üretendir. Akıl, mekân ve zamanın sınırlarını zorlayandır. Sonsuzluk arayışı içinde olandır. Yani metafizik yönü gelişkin olandır. Örneğin şiir; herkes şiir okuyabilir ama herkes şiir yazamaz. Şairlik, yaşamın özüne dokunabilme cesaretini göstermektir. Bundan kaynaklı herkes şair ya da bir edebiyatçı olamaz. Herkes sanat da yapamaz. Yani şiir; aşkı, özü, cesareti ve duyguyu gerektirir. Şimdi kapitalist olanda hangi duygudan bahsedeceğiz? Ayrıca sanat estetiği gerektirir. Estetik de toplumsal olanı, yani güzelliği gerekli kılmaktadır. Bu özellikler ise toplumda daha çok kadın ve genç kesimde ifadesini bulmaktadır. Yani kapitalizme en uzak kesimi ve en muhalif olması gereken kesim toplumsal olanla ilgilidir.
Şurası bir gerçektir ki her genç kadın açısından kendimizi yönetmemizin önünde engeller, duvarlar, zihniyet kalıpları var. Bu yüzden daha çok katlediliyor, daha çok sömürülüyoruz. Erkek-devlet bizim yerimize daha çok söz kurup hayatlarımızdan çalıyor. İşte tam da burada binlerce yıllık kadın mücadelesi ile 21. yüzyılın kadın mücadelesi deneyimleri tarihsel bir yitime karşı yaşamı anlamlandırmak için kendini ortaya koyuyor. Kürdistan’dan Latin Amerika’ya, Afganistan’dan Avrupa’ya, Polonya’dan Asya’ya kadın mücadeleleri sistem karşıtlığıyla erkek-devlet ve sermayeyi zorlayan bir yerde. Bu nedenle özel savaş politikalarının hedefinde genç kadınlar var.”
Kaynak : Yurtsever Genç Kadın Dergisi’nin Eylül- Ekim Sayısı Çıktı – Komalen Jinen Ciwan



